YIL: 6
SAYI: 66
HAZİRAN 2003
 

önceki

yazdır


Araş.Gör. M. Özgür YanardaĞ*
Araş. Gör. Ürün ÖZGEN**

 

 

  

NÜFUS KAVRAMI VE TÜRKİYE’DE NÜFUSUN GELİŞİM SÜRECİNİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ


GİRİŞ

 

Nüfus konusu, ekonomi kuramında olduğu kadar politika uygulamalarında da, değişik yönleriyle, önemlidir. Ekonomi kuramının en önde gelen çalışma alanlarından biri olan kaynak kullanımı sürecine, nüfus, iki yönlü; kaynak üreten ve kaynak tüketen özellikleriyle, girer. Bu iki özellik, nüfusun, beslenmeden doğal çevreye uzanan çok geniş bir yelpazede tartışılmasına ve buradan bir en uygun (optimum)  nüfus artış oranı arayışlarına yol açar. Nüfus öncelikle, işgücünün ya da ekonomik etkin nüfusun, eski deyimiyle, iktisaden faal nüfusun, kaynağıdır; daha doğrusu havuzdur.

Sayısal ve niteliksel yönleriyle nüfus, sermaye kaynaklarının kullanımını, özellikle de yatırımların dağılımını ve bir ölçüde de  düzeyini, etkiler. Özellikle eğitim, sağlık, barınma ve ulaştırma yatırımları bu çerçevede düşünülmelidir. Doğum, ölüm ve göç gibi nüfus gelişmelerinin yatırımların dağılımını etkilemesi, öbür yönden de gelişme için gerekli işgücünü sağlayan yönü, kimi zaman nüfusun “yatırımlara eş bir önem” kazandığı görüşüne yol açmaktadır[1].

Ülke nüfusunun, ülkenin ekonomik kaynakları ile dengeli olmalı gerekir. Bu dengeyi sağlayan nüfusa, optimal nüfus denir. Optimal nüfus, ülkenin doğal kaynaklarını mevcut sermaye ile en iyi şekilde kullanılabilecek nüfus miktarıdır. Nüfus, ülke işgücünün kaynağıdır. Bu sebeple, ekonomik kalkınmanın insan temelini oluşturur[2].

Bu çalışmada nüfusla ilgili olarak teoriler, nüfusun ekonomik gelişmedeki önemi, nüfus artışının ekonomik etkileri, nüfus artışına yönelik önlemler ve Türkiye’de nüfusa ilişkin gelişmelere değinilecektir.

 

1. NÜFUS TEORİLERİ

 

1.1. Demografik Evrim Teorisi

 

Demografik Evrim Teorisi sanayileşme ile doğum ve ölüm oranları, dolayısıyla gelişme hızı arasındaki ilişkiyi açıklayan bir teoridir.

Blacker’e göre, toplumlar demografik gelişme bakımından başlıca beş aşamadan geçmektedir. Birinci aşamada doğum ve ölüm oranları yüksektir. Nüfusun yüksek düzeyde durgun olduğu bu aşamayı, yüksek doğurganlığın devam ettiği, fakat ölümlerin azalmaya başladığı ikinci aşama izler. Üçüncü aşama doğurganlığın da azalmaya başladığı fakat ölüm oranlarının hızlanarak düştüğü aşamadır. Dördüncü aşamada ölümler ile doğumlar arasında bir denge kurulur. Beşinci aşamada doğumlar, ölümlerin altına iner ve nüfus azalmaya başlar.[3]

Günümüzde Demografik Evrim Teorisi denince Blacker’in öngördüğü beş aşamalı evrim yerine üç aşamalı bir evrem anlaşılmaktadır[4].

Birinci aşamada doğurganlık ve ölümlülük düzeyinde belli bir denge vardır. Geri kalmış ekonomi safhasında toplumlar ilkel tarım koşullarında yaşamlarını sürdürmektedirler. Ürünlerini kendi ihtiyaçları oranında gerçekleştirmektedirler. Teknoloji ya hiç değişmemekte ya da çok yavaş değişmektedir. Ölüm oranları yüksektir, bunun nedeni üretimin, hijyen bilgisinin ve tıbbi imkanlarının yetersizliği nedeniyle beslenme, bakım ve tedavi şartlarının elverişsizliğidir. Çocuk ekonomik bakımdan yararlı ve maliyeti yüksek olmayan bir araç niteliği taşımaktadır.

İkinci aşamada ekonomik gelişme ile birlikte toplumda işbölümü artar, teknolojik gelişme başlar, toplum daha çok piyasa için üretime yönelir, ulaştırma ve haberleşme araçları gelişir. Yaşam düzeyindeki iyileşmelere paralel olarak sağlık koşullarında da düzelmeler olur. Böylece çocuk ölümlerinde de önemli azalışlar görülür. Genellikle Batı Avrupa ülkelerinin 18. Yüzyılın son yıllarında ve 19. Yüzyılda bu ikinci aşamadan geçtiği kabul edilmektedir.

Üçüncü aşama olan gelişmiş ekonomi safhasında nüfus artışı çok yavaşlamaktadır. Ekonomik gelişme bir yandan çocuğun ekonomik alanda değerini azaltırken, bir yandan da kadının ekonomik rolünü artırmaktadır.

 

1.2. Optimum Nüfus Teorisi

 

Optimum Nüfus Teorisi’nin temelindeki düşünce; toplumda nüfus artışlarının, işbölümü gibi nedenlerde bir süre daha etkin bir kaynak dağılımına olanak sağlayacağı, başka bir deyişle, ekonomide artan verim kanunun geçerli olacağı, ancak nüfus artışının devam etmesi halinde azalan verim kanunun işlemeye başlayacağıdır. Ancak böyle bir yaklaşım sadece nüfustaki değişmeyi dikkate almakta, üretimi ve verimliliği etkileyecek diğer tüm faktörlerin değişmediği varsayımına dayanmaktadır.[5]

 

1.3. Yeni Nüfus Teorileri

 

Yeni Nüfus Teorileri,Ekonomik –Demografik Modellere ve Doğurganlığın Ekonomik Teorisine dayanmaktadır. Ekonomik – Demografik modeller içinde en iyi tanınanı Coale ve Hoover’in modelidir. Bu modele göre işgücünün nitelik ve büyüklüğü değişmemektedir. Yatırımlar büyümeye yönelik bütün harcamalar olarak ve sosyal refah harcamalarının tümünü kapsayacak şekilde ele alınmaktadır. Modelin temel denkleminde milli gelirin artışı yatırımlarla sermaye hasıla katsayısının bir fonksiyonu olarak ortaya konulmaktadır. Modelde sosyal refah harcamaları ve tasarruflar nüfus artışı ile doğrudan ilişkilidir. Coale ve Hoover Modeli’nde nüfustaki değişmeler tasarrufları ve yatırım harcamalarının bileşimini etkilemek suretiyle toplam üretimi ve geliri etkilemektedir.[6]

Enke’nin kurmuş olduğu modelde ise; tüketim düzeyi, gelir düzeyi ve nüfus artışına bağlı olarak ortaya konulmakta ve net yatırımlarla tasarruflar kalıntı olarak ortaya çıkmaktadır[7]. Daha sonra bu model, değişmeyen doğurganlık ve azalan doğurganlık varsayımına göre çözümlenmektedir.

Phelps’in modelinde her şeyin değişken olduğu varsayımı altında optimum büyüme hızının ne olacağı konusu üzerinde durulmaktadır. Phelps, sürekli yüksek nüfus artışının kişi başına düşen gelir ve tüketim üzerinde etkisinin olumsuz olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca kişi başına düşen gelirle doğum oranı arasında bir rekabetin bulunduğunu, daha yüksek kişi başına düşen gelir ile doğum oranının uyumlu olduğu ve yüksek olmasının beklenemeyeceğini belirtmektedir.[8]

Ester Boserup ise modelinde, tarım kesiminde teknolojinin, nüfusun yaratacağı baskılara göre şekil alacağı görüşünü savunmaktadır. Nüfus yoğunluğu düşükse; tarımda daha çok işgücünden tasarrufu sağlayan toprak-yoğun teknolojiler kullanılacak, yoğunluğun yüksek olması halinde ise, işgücü-yoğun teknolojiler, kullanılacaktır. Bu modelde toprak veya daha geniş olarak doğal kaynaklar sermaye faktörü olarak değerlendirilmektedir.[9]

Doğurganlığın Ekonomik Teorisi’nin öncüleri Harvey Leibenstein ve Gary Becker’dir.[10]

Leibenstein’a göre aileler çocuktan başlıca üç türlü fayda sağlamaktadırlar. Birincisi, çocuğun tüketim malı olarak aileye verdiği zevk ve neşe nedeniyle sağlamış olduğu faydadır. İkincisi, çocuğun belli aşamadan sonra aileye üretici olarak katkıda bulunup, gelir sağlamasından ortaya çıkan faydadır. Çocuğun aileye üçüncü faydası ise, anne ve babanın yaşlılığında ya da hastalığında onlara sosyal güvenlik sağlamasından doğmaktadır. Düşünüre göre gelir artışı ile çocuktan üretim aracı olarak fayda sağlama arasında negatif yönde bir korelasyon vardır.

Becker’e göre ise, gelir artışı olduğunda aileler daha çok çocuk talep edeceklerdir. Aileler çocuk sahibi olma konusunda tüketim malı satın alıyormuş gibi hareket ederler.

 

1.4. Diğer Nüfus Teorileri

 

Nüfus atışına ait teori ve yorumlar biyolojik, kültürel ve ekonomik olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Biyolojik teoriler, nüfus artışı üzerindeki etkilerini hayvan ve bitkilerin artışını düzenleyenlerle temelde aynı olduğu görüşündedirler.

Kültürel teoriler, tek başına demografik gelişme ile ilgilenirler, İnsanın çoğalmasını insanın kendisinin etkilediği kanısındadırlar. Bunlara göre, örneğin; gelişmiş ülkelerde doğam oranlarındaki düşüş insanın kendi sayısal gelişmesini kontrol etmedeki yeteneğinin bir sonucudur.

Ekonomik teoriler ise olaya geçim kaynakları-insan sayısı açısından bakmaktadırlar. Ekonomik teorilerin öncüsü olarak R. Malthus görülmektedir. Malthus’a göre tarımsal üretim artışını yakalayamamaktadır. Ancak daha sonra Malthus’un haklı olmadığı ortaya çıkmıştır.[11]

 

2- NÜFUSUN EKONOMİK GELİŞMEDEKİ ÖNEMİ

 

2.1. Nüfus Artışından Yana Olan Görüşler

 

Nüfus atışından yana olan görüşler, nüfus artışını hızlandıran politikaları destekler. Burada nüfus miktarını  artırmak hedef seçilmiştir. Nüfus artışını yavaşlatan politikalar kadar yaygın olmamakla beraber, nüfus hacmini genişletici, nüfus atışını özendirici nüfus politikasına da çeşitli dönemlerde ve ülkelerde rastlanmaktadır[12]. Bu politikanın uygulanmasına esas olan etmenleri şöyle sıralamak mümkündür:

i)      Bazı ekonomik fırsatlardan ve avantajlardan yararlanmak.

ii)    Devletin askeri ve siyasi güç kazanması.

iii)  Yeni ele geçirilen ülkelerde siyasi, ekonomik hakimiyet kurabilmek.

iv)   Nüfusun artışını özendiren dinsel faktörlerin etkisi.

v)     Savaş gücünün insan sayısına dayandığı dönemlerde askeri, siyasi prestij kazanmak, düşmanları baskı altında tutmak, fetih yapmak ve hakimiyet sağlamak.

Nüfus artışını destekleyen iyimser görüşlere göre, nüfus artışı büyümenin uyarıcı ve önemli bir faktörüdür ve şu avantajları sağlar:[13]

-           Sınırlı nüfus, yapısal değişmeleri önler ve kalkınmayı geciktirir. Başka bir deyişle, nüfus atış hızının düşmesi ülkede iktisadi durgunluğa ve sosyal hareketsizliğe sebep olur.

-           Sınırlı nüfus, büyük ölçüde yeni ihtiyaçlar doğurmaz ve daha fazla üretimi zorunlu kılmaz. Bu yüzden, daha çok ekstansif üretim yöntemleri yani geleneksel üretim biçimi devam etmektedir.

-           Sınırlı nüfus, işbölümünü geliştirme yönünde uyarıcı bir faktör olamaz.

-           Az nüfuslu ülkelerde, yatırımlardan kişi başına düşen maliyetler yükselir. Altyapı yatırımları büyük sermayeyi gerektirdiğinden, kişi başına daha fazla sermaye düşecek ve maliyetler yükselecektir.

-           Genç nüfus, bugün kısa dönemde topluma belki bir yük olabilir fakat uzun dönemde dinamik bir faktör halini alabilir ve yenilik yaratan bir güce dönüşebilir. Yaşlı nüfus daha çok, statik bir görüşe sahiptir, pek yaratıcı değildir.

-           Nüfus atışı ile sadece tüketiciler değil, üreticiler de artar.

-           Nüfus artışı, karları kamçılayacağı için sermaye birikimini hızlandırır ve üretim hacmi üzerine etki yapar.

-           Nüfus artışı, tüketimi uyarır ve teknik yeniliklere imkan hazırlar.

-           Ölüm oranının azalışı, iktisadi kayıpları önler. Daha açık bir deyişle, aktif nüfus kadrosuna girmeden önce yapılan bakım ve eğitim masrafları, artık kaybolmayacak demektir.

-           Nüfus artışı veya talep artışı, yatırımları, uyaracağı için marjinal tüketim eğilimini (ΔC/ΔY) yükseltir; marjinal tasarruf eğilimine göre milli gelir de birkaç kat artar.

Bu görüşe yöneltilen en önemli eleştiri şudur: Aslında, az gelişmiş ülkelerde eksik olan sermayedir, emek değil. Nüfus artışı işsizliği körükler,

Yakın tarihte; Almanya, İtalya, Kanada, Güney Afrika ve Avustralya’da söz konusu politika uygulanmaktadır. Diğer taraftan, tüp bebek uygulaması da nüfus artışını hızlandırıcı politikaların bir ürünüdür[14].

 

2.2. Nüfus Artışının Karşısında Olan Görüşler

 

Nüfus artışının karşısında olan görüşler, nüfus artışını yavaşlatan politikaları destekler. Dünya ülkelerinde, insanlık tarihi boyunca asıl önemli yeri işgal eden nüfus politikası budur.

Nüfus artışını yavaşlatma konusunda rol oynayan en önemli faktör gebeliği ve doğumu önleyen, doğumdan sonra çocuk sayısını azaltan önlemlerdir. Gebeliği engelleyen önlemler tarihin çeşitli devirlerinde en ilkel kabilelerden en gelişmiş ülkelere kadar hemen hepsinde başvurulan bir araç olmuştur. Bugün bile gebelikten sonra doğumu önleyici bir önlem olarak çocuk düşürme hala önemini korumaktadır. Ayrıca tarihin kanlı sayfalarına geçmiş olan çocuk katliamları nüfus kontrolünün doğumdan sonraki uygulama şekli olarak sık sık başvurulan yöntemlerden biri olmuştur.

Günümüzde sorun aile veya nüfus planlaması adı altında evli çiftlerin aile büyüklüğünü (çocuk sayısını) ekonomik imkanlarına ve bireysel isteklerine göre sınırlayabilmeleri ve doğumlar arasında yine aynı görüşlerle istenen süreleri ayarlayabilmeleri anlamına gelmektedir.

Bu bakımdan giderek önemi artan gebeliği önleyici önlemler nüfus artışını kontrol hedefine yöneltmiş bir nüfus politikasının temel unsurları arasında yer almaktadır. Refah içinde bir hayat yaşamak için nüfus miktarını yörenin şartlarına göre ayarlamak nüfus artış hızını düşürmek soruna çözüm sağlayabilmektedir.

Nüfus artışına karşı çıkan kötümser görüşlere göre, gelişmemiş ülkelerin artan nüfusu, iktisadi kalkınmayı sınırlayıp büyümeyi baskı altına alabilmektedir. Öne sürülen kanıtlar şöyle özetlenebilir:[15]

-           Artan nüfus miktarı, sermaye malları aynı kalmak kaydıyla bireylerin yaşam düzeyini düşürür. Aynı tüketim düzeyini sürdürmek veya daha fazla yükseltmek olanağı ancak iktisadi yatırımları artırmakla mümkündür. Aksi taktirde nüfus yatırımları, üretimi ve gelir artışlarını yavaşlatır.Yani marjinal tüketim eğilimi artınca marjinal tasarruf eğilimi düşer. Böyle olunca, yetersiz tasarruflar, istenilen, sermaye birikimini sağlayamayacak ve işsizlik artacaktır.

-           Nüfus artışı daha fazla sermaye kullanımı gerektirir.

-           Nüfus artışı, sermaye artışını aşarsa, yoksulluk kısır döngüsüne girilmiş olacaktır. Bu döngüye girmemek için doğumların kontrolü istemektedir. Oysa doğum kontrolü kısa dönemde bütün ülkeye kolayca yayılamaz. Kontrolün etkileri belki uzun dönemde hissedilebilir.

 

3- NÜFUS ARTIŞININ EKONOMİK ETKİLERİ ÜZERİNE KURAMSAL YAKLAŞIM

 

Nüfus artışının sermaye birikimi, işgücü ve istihdam, doğal kaynaklar, teknolojik gelişme, milli gelir, kamu harcamaları, konut talebi, beslenme ile içi göç ve kentleşme üzerine etkileri vardır. Bir ülkenin nüfusu ile ekonomik gelişmesi arasındaki sıkı ilişki, nüfus artışının yanında bu faktörlere de ağırlık verilmesini gerektirmektedir.

 

3.1. Sermaye Birikimi Üzerine Etkiler

 

Sermaye birikiminin gerçekleştirilebilmesi için, her yıl yapılan üretimin bir kısmının tüketilmemesi gerekir. Ekonomide yatırım düzeyini tespit eden kaynak, gelirin tüketilmeyen kısmını ifade eden tasarruflardır. Bu bakımdan doğurganlık ile tasarruflar arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Tasarrufları toplam olarak ele almak yerine kişisel tasarruflar veya aile tasarrufları, işletme tasarrufları ve kamu tasarrufları olarak ayırmak daha gerçekçi olmaktadır. Her grup tasarrufun, toplam tasarruflar içindeki payı ülkeden ülkeye değişmektedir. Burada nüfus artışı ile tasarruf ilişkisi büyük önem taşımaktadır. Farklı doğurganlıklar, tasarruflar üzerinde etkili olmaktadır. Nitekim yüksek doğurganlık, bağımlılık oranının yükselmesine yol açarak tüketimi ve tasarrufları olumsuz yönde etkileyen bir faktör durumundadır.

Piyasanın canlılığı bakımından önemli olan, bireylerin satın alma gücüne bağlı olarak oluşan talep düzeyidir. Nüfus artışının hızlı olması, eğer gelirin artışını olumsuz olarak etkilerse; piyasa talebi de o ölçüde olumsuz olarak etkilenebilecektir. Böyle bir gelişme de işletmelerin yatırım talebini ve dolayısıyla tasarruflarını azaltabilir.

Toplumda düşük doğurganlık, fert başına düşen geliri olumlu yönde etkilediği sürece, ekonomide vergi potansiyeli de artar. Buna karşılık, yüksek doğurganlığın söz konusu kapasiteyi, dolayısıyla kamu tasarruflarını kısıtlaması doğaldır. Ayrıca, yüksek düzeyde doğurganlık, kamu cari harcamalarını arttırmaktadır. Bu da kamu tasarruflarını sınırlayıcı bir faktör olmaktadır; konut, sağlık, eğitim yatırımları giderek artmaktadır.

Sermaye birikimi konusunda nüfus artışı ile yatırımlar arasındaki ilişki  de büyük önem taşımaktadır. Sauvy’nin deyimiyle”demografik yatırımlar” ihracata yönelik istihdam olanakları yaratan üretken yatırımlar yapmasını engellemektedir. Demografik yatırımlar, işgücüne yeniden katılacak olan fertlerin yetişmesi açısından büyük önem taşımaktadır.

        Nüfusun büyük çoğunluğunun gizli işsiz halinde toplandığı tarım sektörü; sanayi sektörüne işgücü arz eden bir depo görevi görür. Böylece sanayi sektöründe yeni kurulacak fabrikalarla, genişleme yoluna giden eski fabrikalar; herhangi bir güçlükle karşılaşmadan ihtiyaç duydukları niteliksiz emeği tarım sektöründen sağlayabilirler. En az geçim ücreti dolayında bir ücret için emek arzı sınırsızdır. Tarım sektöründeki birikmiş işgücünden, kalkınma hızını artırmak için yararlanmak mümkündür[16]. Bunu sağlamak için:

 

i)           Ekonomide sermaye birikimi hızla artmalıdır.

ii)         Emek prodüktivitesini artırıcı teknolojik değişmeler ardarda  devam etmelidir.

iii)       Teknolojik değişmeler emek kullanımını artırıcı yönde olmalıdır.

iv)        Tarımsal prodüktivite artırılarak, tarım ürünleri fiyatlarının yükseltilmesi mümkün olduğu kadar geciktirilmelidir.

Günümüzün azgelişmiş ülkelerinde ihracat artışının çok zor ulaşılan bir hedef olduğu dikkate alınırsa, sanayi üretiminin büyük ölçüde tarım sektörüne satılması gerektiği kolayca anlaşılır. Bu nedenle sınırsız emek arzı ile kalkınma yolu tercih edilse bile; bu teorinin öne sürdüğü, “kar tasarrufa, ücret tüketime” gider ilkesinin gereği olarak ortaya çıkan zengini daha zengin fakiri daha fakir yapacak bir gelir dağılımının benimsenmesi mümkün olamayacaktır. Çünkü tarım sektörünün güçlü, bir alıcı haline dönüşmesi ancak gelir dağılımındaki adaletsizliğin azaltılması ile mümkündür. Ve çalışma çağına gelince de bir iş sahibi olmaları için yapılan yatırımlar olarak ele alınmaktadır.

Başka bir anlatımla, demografik yatırımlar, nüfusu artan bir toplumda, kişi başına düşen gelirin azalmaması için yapılması zorunlu harcamalardır. Bunun dışında kalan yatırımlar ise, kişi başına düşen gelirde artış sağlayacak niteliktedir. 

 

3.2. Sınırsız Emek Arzı İle Kalkınma

 

Az gelişmiş bir ekonomide, kalkınmada önemli yer tutan iki sektör vardır. Bunlar tarım sektörü ve sanayi sektörüdür. Tarım sektöründe, ülke nüfusunun çok büyük bir kısmı barınmaktadır. Üretim ilkel aletlerle ve ilkel teknoloji ile yapılmakta, dolayısıyla bu sektörde emeğin marjinal prodüktivitesi sıfıra kadar düşmekte, hatta negatif bile olmaktadır. Teknik deyimiyle, tarım sektöründe gizli işsizlik vardır. Yani bu sektörden, emeğin bir kısmı çekilse ve başka sektörlere aktarılırsa üretim azalmayacak, belki de artacaktır.[17]

Sanayi sektöründe ise, yatırım malları adı verilen makine ve teçhizat kullanılmakta; üretim tarım sektöründe olduğu gibi karın doyurmak için değil kar için yapılmaktadır.          Ayrıca sanayi sektöründe çalışan işçilere ücret, yatırım malları sahiplerine ise kar ödenir. Sanayi kesiminde ücretlerin tarım kesimine kıyasla daha yüksek olması, işgücünün tarımdan sanayiye geçmesini mümkün kılmaktadır. Tarımsal yapıdan sanayiye ve diğer kesimlere işgücünün transferi bir bakıma sermaye transferi olarak düşünülebilir[18].

 

3.3. Doğal Kaynaklar Üzerine Etkiler

 

Dünya sınırlı kaynaklara sahiptir. Nüfusun ve insan gereksinmelerinin hızla artıyor olması, günün birinde bu kaynakların tükeneceği konusunu da beraberinde getirmektedir. Bu korkuların dile getirildiği üç rapor ve bir konferans vardır. Bunlar: Ekonomik Büyümenin Sınırları, Dönüm Noktasındaki İnsanlık, Ortak Geleceğimiz ve Rio Konferansı’dır[19].

 

3.4. Teknolojik Gelişmeye Etkisi

 

Teknolojik değişme, her şeyden önce eskiden kullanılan sermaye malları yerine, teknik ve bilimsel alandaki ilerlemelerin ürünü olan daha etkin makine ve teçhizatın kullanılmasını kapsamaktadır. Teknolojik gelişmenin diğer yönü, işgücünün daha nitelikli hale gelmesidir. Daha etkin sermaye mallarının yanında, işgücünün eğitim ve daha iyi beslenmesi onun niteliğini ve dolayısıyla verimini arttırır. Ayrıca üretimin daha iyi örgütlenmesi ve bu yolla da işgücünün veriminin artırılması, nitelikli ve yaratıcı olması, teknolojik gelişme kavramı içinde yer almaktadır.

Yüksek doğurganlık, teknolojik gelişmenin çeşitli unsurlarını etkilemektedir. Ancak bu unsurları nasıl etkileyeceğini açık olarak tespit etmek oldukça güçtür. Bununla beraber, söz konusu etkiyle ilgili olarak bazı gözlemler yapılabilir. Gelişmekte olan ülkelerde, nitelikli olmayan işgücü arzını verimli bir şekilde kullanım sayının üzerinde olduğu genellikle kabul edilmekle birlikte, nitelikli işgücü kıtlığı bulunduğu da bir gerçektir. İşgücünün niteliğini etkileyen faktörler; onun eğitimi, beslenmesi ve sağlıklı olmasıdır. Düşük bir doğurganlık düzeyinde ailenin ve toplumun kaynaklarını daha az sayıda çocuğun yetişmesi için kullanabileceği kabul edilirse, bunun işgücü verimini olumlu olara etkilemesi düşünülebilir. Diğer taraftan teknolojik gelişmeden anlamlı bir şekilde yararlanmak için yüksek düzeyde bir sermaye birikimi gereklidir. Yüksek doğurganlık sermaye birikimini olumsuz yönde etkilediği ölçüde, teknolojik gelişmeden yararlanma olanaklarının da sınırlı kalacağı söylenebilir.

 

3.5. Diğer Etkiler

 

3.5.1. Nüfus Artışının Milli Gelire Etkisi

 

Nüfus arttıkça bir ülke insanlarının milli gelirden aldıkları pay azalacaktır. Nüfus artış hızı büyüdükçe kaynakların daha büyük bir kısmı tüketime gitmektedir. Bu da yatırımlara giderecek kaynakların azalmasına, dolayısıyla gelişme hızının düşmesine neden olmaktadır. Bunun sonucu olarak da kişi başına düşen gelir azalacaktır.[20]

 

3.5.2. Nüfus Artışının Kamu Harcamalarına Etkisi

 

Kamu harcamaları üzerinde nüfusun önemli etkisi vardır. Aynı zamanda nüfus kamu harcamalarının gerçek artış nedeni olmaktadır. Demografik açıdan kamu harcamaları, doğrudan ülkenin nüfusunu oluşturan, nüfus yapısına ve durumuna göre değişiklik gösteren bir sınıflandırmaya ihtiyaçtan dolayı oluşturulmuştur. Nüfusun kamu harcamaları üzerindeki etkilerinde genellikle savunma, eğitim, sağlık ve çevre açısından ele alınmaktadır.

Nüfus artışı, kentleşmeyi hızlandıracak, böylece yargı organlarının ve kolluk güçlerinin artışını gerektirecek, dolayısıyla güvenlik artışını gerektirecek, dolayısıyla güvenlik harcamalarını artıracaktır. Artan nüfus, suç oranlarının da artmasına neden olacak, özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ekonomik sorunlarının da artmasına neden olacak, özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ekonomik sorunların artması anarşiyi körükleyecek, bu ise güvenlik harcamalarının artmasına yol açacaktır.

Eğitim harcamaları, nüfusla yakından ilgilidir. Çok çocuklu bir ailede yüksek öğrenim görmenin kısıtlayıcı şartları kalabalık nüfuslu toplumlar için de geçerlidir. Hızla nüfus artışı, eğitim harcamalarını artırmanın yanı sıra eğitimdeki kaliteyi de olumsuz etkileyecektir. Eğitim ekonomik gelişmenin ayrılmaz bir parçasıdır. İyi eğitim görmüş ve yeterli sayıda insan gücü, hızlı bir ekonomik gelişmenin ön koşullarından sayılmaktadır.

Sağlık ise, yalnızca temel hak olmakla kalmayıp, bir kişinin gelir getirici üretken faaliyetlerinin temelini oluşturduğundan ekonomik açıdan önemli yer tutar. Her bireyin bireysel özgürlüklerinden en az fedakarlık yaparak, sağlık hizmetlerinden eşit şekilde yararlanması esastır[21].

Kalkınma ile yakın ilişki kurulabilecek olan sağlık harcamaları, nüfusun hastalıktan korunması, tedavi hizmetleri, iş ve meslek hastalıklarından korunması, sosyal güvenlik, halk sağlığı harcamalarından oluşmaktadır. Doğrudan insanın yaşamına etki ettiği için yaşam kalitesini artırıcı harcamalardır.

Sanayileşme sürecinde altyapı harcamalarının toplam kamu harcamalarındaki payı artar. Fazla nüfus, fazla altyapı harcaması gerektirir. Nüfus artışı ile gelişen kentleşme, sanayileşme, çevre kirlenmesi sorunu ortaya çıkarmaktadır. Bu sorun, çevre kirlenmesine yol açmayan sınai üretim faaliyetlerinin yapılmasını ya da üretim faaliyetlerinin çevre kirlenmesi üzerindeki etkisini gerektirmiştir. Bu ise üretim yatırım maliyetlerini ve harcamalarını yükseltmiştir.

 

3.5.3. Nüfus Artışının Konut Talebine Etkisi

 

Artan nüfus ve köyden kente göçle birlikte konutlara olan talebi de artırır. Hızlı şehirleşmeyle arzın talebi karşılayamaması konut fiyatları ve kiraların artmasına neden olur. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde sanayi, küçük ünitelere ayrıldığından, yani sınai gelişim, küçük ve orta büyüklükteki nüfus merkezlerinde küçük fabrikalar kurmaya yöneldiğinde, ev kiralarında ve diğer sosyal ihtiyaçların temininde bir yükselme olacaktır. Bu da sermaye kaynaklarında yeni bir azalma demektir.[22]

 

3.5.4. Nüfus Artışının Beslenmeye Etkisi

 

Nüfus arttıkça, beslenme yetersizliği görülen az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde,zaten az olan işgücü verimliliği daha da azalmaktadır. Beslenme üzerinde, kültür seviyesi, gelir durumu, alışkanlıklar, örf ve adetler, beslenme şekilleri, üretim, ithalat ve verim etkili faktörlerdir.[23]

 

3.5.5. Nüfus Artışının İç Göç ve Kentleşme Etkisi

 

Köyden kente göç, temelde kırdaki bir itmenin sonucu olup, bu itişi etkileyen faktörler arasında ise şunlar sayılabilir: Demografik hızlı artış, eksilebilir toprakların azalması, tarımdaki retim teknolojisi. Kentin çekilişiyle ilgili nedenler arasında; iş sağlama olanağı ve daha iyi yaşama koşullarına kavuşma, kentteki, eğlence, kültür, eğitim, sağlık, altyapı tesislerinin köye göre daha düzenli oluşu gibi faktörler, kentin cazibesini ortaya koymaktadır[24].

Hızlı bir nüfus artışı ve buna bağlı olarak hızlı kentleşme bir çok sorunu da beraberinde getirmektedir. Bunların başında konut sorunu gelmektedir. Ayrıca köyden şehre göç etmiş insanlara iş bulma, yiyecek ve kent standartlarında giysi, yol, kanalizasyon, taşıma ihtiyacı kentleşen nüfus ile birlikte artmaktadır. Nüfus hareketleri, diğer bir deyimle göçler, gerçek ekonomik ve sosyal sistemde verilen kararların gerekse bireylerin kendi bireysel beklentileri sonucu oluşmaktadır.

Hızlı nüfus artışı kırsal kesimde gizli işsizliği ve iç göçü artırdığı görülmekte ve az gelişmiş ülkelerde buradan kaynaklanan açık işsizlik ve buna bağlı olarak bir çok sorun kendini göstermektedir. En önemli nokta, bu ülkelerde istihdam olanaklarının aktif nüfus artış oranının gerisinde kalmasıdır.

 

4- NÜFUS ARTIŞINA YÖNELİK ÖNLEMLER 

 

4.1. Ekonomik Önlemler

 

Günümüzde, dünyada nüfus artışı yüzünden birçok sorun ortaya çıkmaktadır. Kalkınma yolu ile bu sorunların çözümlenebileceği düşünülmektedir[25]. Eğer gelecekte, istihdamla, doğal kaynaklarla ve kentleşmeyle ilgili ekonomik önlemler alınırsa, kalkınma yolunda önemli adımlar atılmış olur.

 

4.1.1. İstihdama Yönelik Önlemler

 

İşsizlik, yatırımların artırılması ve sanayileşme hızının yükseltilmesi ile hafifleşme hızının yükseltilmesi ile hafifletilebilir. Ancak yapılan yatırımların emek-yoğun yatırım olması zorunludur. 20. yüzyıldaki teknolojik gelişme, işsizlik sorunun büyümesine neden olmuştur.

     Emek-Yoğun yatırımlar ve ekonomik faaliyetler genellikle şu alanlardadır:[26]

i)      Konut inşası. (200 kadar iş kolunu harekete geçirmektedir.)

ii)    Sulama işleri (baraj yapımı ve sulama kanalları inşası büyük ölçüde insan gücüne dayandırılabilir.)

iii)  Ulaştırma, şehirlerarası ve köy yolları yapımı ile demiryolu, inşası,büyük ölçüde insan gücüne ihtiyaç konulardır.

iv)   Orman işleri ve ağaçlandırma (sürekli çalışmayı gerektirir.)

v)     Turizm (altyapı yatırımlarından sonra, devamlı şekilde eğitilmiş işgücü istihdamını gerektirir. )

Ancak bu tür yatırımlar gerçekleştirilirken tüm kırsal yerler, kasabalar ve köylerdeki, daha açık bir deyişle tarımsal işgücü fazlasını bu tür yerleşim yerlerinden koparıp, sanayinin genişlediği kentsel alanlara getirmek ve yerleşmelerini sağlamak pek kolay olmamaktadır. Çünkü bir tarım işçisini sanayi işçisi haline getirebilmek için yapılacak yatırım çok büyük miktarları gerektirmektedir. Köydeki bir tarım işçisinin kente geldiği zaman iş bulup çalışma olanaklarına kavuşturulabilmesi, devletin önemli yatırımları yapmasını gerektirir.

Kırsal yerleri olduğu gibi geliştirmek ve oralara iş olanakları götürmek en uygun yol olarak görülmektedir. Tarım kesiminde işsizliği azaltıcı diğer önlemler olarak küçük firmaların ve işletmelerin birleşmesi ve ekilebilir toprakların genişletilmesi gösterilebilir. Bunlardan başka, özel kesim üzerindeki bazı psikolojik etkenler kaldırılmalı, yatırımı teşvik edici yollar benimsenmeli, böylelikle özel kesimin yatırım fonlarının artırılması yoluna gidilmelidir. Bununla beraber vergi açıkları kapatılmalı, köklü bir denetim uygulanmalı ve elde edilen vergi fazlalığı yatırımlara bağlanmalıdır[27]

 

4.1.2. Doğal Kaynaklar ve Optimum Kullanım

 

Nüfus artışı, yeryüzünde hammadde ve beslenme sıkıntısı problemini ortaya çıkartmaktadır. Kömür, petrol ve doğal gaz gibi enerji kaynaklarının rezervleri günümüzde büyük ölçüde azalmaktadır. Geri kalan rezervlerin ise, mevcut tüketim hızıyla ancak 100 yıl kadar dayanabileceği ileri sürülmektedir. Az gelişmiş ülkelerde hammaddeler yeterince değerlendirilememektedir[28]. Bu da gelişmeyi engelleyen bir durum yaratmaktadır. Tarım sektöründe insan-toprak ilişkisini sağlıklı bir düzeye oturtmak gerekmektedir. Bu da genellikle bir toprak reformu uygulamasıyla sağlanır.       

 

4.1.3. Kentleşmeye İlişkin Önlemler

 

Kentsel alanların ileride yerleşim alanlarına dönüşeceği varsayımıyla kapatılması (arazi spekülasyonu) hızla büyüyen kentlerde önemli bir sorundur. Ancak hızlı kentlerde önemli bir sorundur. Ancak hızlı kentleşmenin yarattığı asıl sorunlar olan istihdam, konut, sağlık, eğitim, altyapı gibi sorunların çözümünü kolaylaştırmak için tarım sektöründen, kırsal kesimden kente göç hızının düşürülmesi gerekmektedir. Bunun için de genel sosyo-ekonomik politikalar içerisinde tarım sektörünün yerini önemle ele almak gerekir.[29]

 

4.2. Sosyal Önlemler

 

4.2.1. Nüfus ve Aile Planlaması

 

Nüfus hızını azaltıcı  önlemler genellikle şu şekilde belirtilebilir.[30]

i)           Ana ve çocuk sağlığını korumak, nüfusun yapısını iyileştirmek, nüfus artış hızının ekonomik gelişme üzerindeki baskısını azaltmak amacıyla aile planlaması programları yürütülmelidir.

ii)         Devlet, belirli sayıdan çok çocuk sahibi olmak istemeyen, fakat bilgisizlik ve imkansızlık nedeni ile bunu gerçekleştiremeyenlere istedikleri zaman ve sayıda çocuk sahibi olmaları için, gebeliği önleyici bilgi verecek ilaç ve araç yardımı yapmalıdır.

iii)       Aile planlaması çalışmaları halka bu konuda eğitim verilmesi ve tıbbi uygulamalar şeklinde devam etmeli, bu çalışmaların bütün yurtta küçük yerleşme birimlerine kadar yayılması sağlanmalıdır.

Aileyi koruyucu, doğumu teşvik edici çalışmalar yalnız sanayileşmiş batı ülkelerinde değil, azgelişmiş veya gelişmekte olan birçok Afrika ve Asya ülkelerinde uygulanmaktadır.

 

4.2.2. Asayiş ve Güvenlik

Asayiş ve güvenliğin sağlanması için alınması gerekli olan önlemler, kolluk güçlerinin güvenliğini sağlama, suçu önleme için örgütlenişi, sabit merkezler ve hareket halinde görev yapan kuvvetler olarak belirtilebilir.

 

4.3. Tıbbi Önlemler

Çağımızda ülkeleri sürekli olarak tehdit ve tedirgin eden beslenme yetersizlikleri ile beraber, yüksek orandaki doğurganlık gıda maddelerine olan ihtiyacı artırmaktadır. Bunun sonucu olarak “açlık” gelecek kuşaklara doğru giderek önemini artırarak çığ gibi büyümektedir. Bunun için ilk planda süratle alınması gerekli özendirici ve caydırıcı önlemler arasında tercih, mutlaka doğum kontrolü (aile planlaması) yoluyla nüfus artış oranının düşürülmesi yönünde olmalıdır.

 

5. TÜRKİYE’DE NÜFUSA İLİŞKİN GELİŞMELER

En son yapılan 2000 nüfus sayımına göre Türkiye’nin nüfusu 67.804.807 olarak hesaplanmıştır. Bu nüfus miktarı ile ülkemiz, yaklaşık 6 milyar insanın yaşadığı tahmin edilen[31] Dünya’da 14. sırada yer almaktadır. Tablo 1.1’de ele alınan Dünya’nın en kalabalık 21 ülkesi, nüfus büyüklüğüne göre sıralanmış durumdadır. Çin Halk Cumhuriyeti 1.3 milyara yaklaşan nüfusu ile ilk sırada yer alırken, onu 1 milyarı aşan ikinci ülke olan Hindistan izlemektedir. Nüfus bakımından İngiltere, Fransa ve İtalya’yı 1990’lı yıllarda geçen Türkiye, Avrupa’da Almanya’dan sonra nüfusu en fazla olan ülke konumuna gelmiştir. Türkiye’yi nüfus olarak izleyen üç ülkenin (İran, Mısır ve Etopya’nın) nüfusu ise 64 milyonun biraz üzerindedir. Bu ülkelerin nüfus artış oranları daha yüksek olduğu için, birkaç yıl içinde Türkiye’nin önüne geçecekleri açıktır. Kısacası sonraki yıllarda Türkiye’nin sıralamadaki yeri daha öne çıkamaz ama gerileyebilir.[32]

 

Türkiye’de bu yıllarda her saat yaklaşık 140 kişi doğmakta ve 40 kişi ölmektedir. Böylece nüfusumuz yılda bir milyon dolayında artış göstermektedir. Bu nedenle Türkiye’nin nüfusunun 2003 yılı içinde 70 milyonun üzerine çıkacağı anlaşılmaktadır. 2015 yılında ise Türkiye’nin nüfusunun 78 milyona ulaşacağı ve nüfus artış oranının binde 10’a kadar gerileyeceği tahmin edilmektedir[33].

 

Türkiye’de 2000 yılında yapılan nüfus sayımına göre km2’ye yaklaşık 86 kişi düşen ülkemizde nüfus yoğunluğunun fazla olduğu söylenemez. Çünkü Tablo 1.1’in üçüncü sütunundan anlaşılacağı gibi, Türkiye’de nüfus yoğunluğu birçok ülkeye göre çok daha düşüktür. Örneğin Türkiye’nin nüfus yoğunluğunun Japonya ve Hindistan’ın  1/4’ü ; İngiltere ve Almanya’nın ise 1/3’ü kadar olduğu tablodan da görülebilir. Buna karşılık, Avustralya, Kanada Rusya, ABD ve İskandinav Ülkeleri’nin 4-10 katı dolayında bir kalabalıklık söz konusudur. Tablodaki bu rakamları incelediğimizde, Türkiye’nin fazla kalabalık bir ülke olmadığı söylenebilir.[34]

 

     Tablo 1.1 :   En Büyük Nüfuslu  Ülkelerde Nüfus(2000), Nüfus Artış Hızı   (1980-2000)

 

 

ÜLKELER

Nüfus

Nüfus

1980-2000 Arası Değişme (Binde)

(Milyon

Yoğunlu.

Nüfus

 Kişi)

(Km2 ye

Artış

 

Düşen)

Hızı

1

Çin

1.262

135

13

2

Hindistan

1.016

342

20

3

ABD

282

31

11

4

Endonezya

210

116

18

5

Brezilya

170

20

17

6

Rusya

146

9

2

7

Pakistan

138

179

26

8

Japonya

127

348

4

9

Bangladeş

131

1.007

21

10

Nijerya

127

139

33

11

Meksika

98

51

19

12

Almanya

82

235

2

13

Filipinler

76

253

25

14

TÜRKİYE

67

86

19

15

Mısır

64

64

22

16

Etopya

64

64

27

17

İran

64

39

24

18

Tayland

61

119

13

19

İngiltere

60

247

3

20

Fransa

59

107

4

21

İtalya

58

196

1

    Kaynak : World Bank, 2002 World Development Indicators, ss.18-20 ve 2002-204.

 

Daha doğrusu Türkiye’nin nüfus açısından temel sorunu, nüfusun fazla oluşu değil, nüfus artış oranının yüksekliğidir.[35] Türkiye, son elli yıl içinde, Dünya’da nüfusu en hızlı artan ülkeler arasında yer alırken, günümüzde bu oran yarıya yakın düşmüştür. Türkiye’de yapılan her nüfus sayımında tespit edilen nüfus ile bunun  yıllık ortalama artış hızları Tablo 1.2’de verilmiştir. Bu tabloda ayrıca toplam nüfusun cinsiyet ve yerleşim yerlerine göre dağılımı da yer almakla birlikte, şimdilik sadece nüfus artış oranları üzerinde durulacaktır. Tabloda görüldüğü gibi Türkiye'de 1927 yılında ilk defa yapılan nüfus sayımında 13 milyon dolayında tespit edilen nüfus, sonraki 70 yıl içinde 5 katını biraz aşmıştır. Bu kadar kısa bir dönemde bir ülkenin nüfus artış oranında bu düzeyde bir değişim olması çok ilginçtir. Diyebiliriz ki Türkiye Cumhuriyeti, ulusal sınırları içinde belirli bir insan gücüne yeniden ulaşabilmek için, tercihini hızla artan nüfus politikasından yana koymuştur.

 

Tablo 1. 2

Türkiye'de Sayım Yıllarına Göre Nüfus ve Nüfusla İlgili Bazı Oranlar (Bin Kişi )

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sayım

Yılı

NÜFUS

Nüfus Artış

Km2 ye

Kent Nüfusu

Kırsal Nüfus

Erkek

Kadın

GENEL

Oranı (Binde)

Düşen Nüfus

Miktar

Oran %

Miktar

Oran%

1927

6.604

7.044

13.648

--

18

3.306

24.2

10.342

75.8

1935

7.937

8.221

16.158

21.3

21

3.803

23.5

12.355

76.5

1940

8.899

8.923

17.821

19.8

23

4.346

24.4

13.475

75.6

1945

9.447

9.343

18.790

10.6

24

4.687

24.9

14.103

75.1

1950

10.527

10.420

20.947

22.0

27

5.244

25.0

15.703

75.0

1955

12.233

11.823

24.064

27.8

31

6.927

28.8

17.137

71.2

1960

14.164

13.541

27.755

28.5

36

8.860

31.9

18.895

68.1

1965

15.997

15.394

31.391

24.6

41

10.806

34.4

20.585

65.6

1970

18.007

17.598

35.605

25.2

45

13.726

38.6

21.879

61.4

1975

20.745

19.603

40.349

25.0

52

16.879

41.8

23.469

58.2

1980

22.695

22.042

44.737

20.7

58

21.993

49.2

22.743

50.8

1985

25.672

24.992

50.664

24.9

65

26.866

53.0

23.798

47.0

1990

28.607

27.866

56.473

21.7

73

33.326

59.0

23.147

41.0

1997

?

?

62.865

15.1

81

40.882

65.0

21.983

35.0

2000

?

?

67.804

18.3

86

45.026

64.9

23.798

35.1

Kaynak : DİE.

Tablo 1.2’nin beşinci sütununda verilen yıllık nüfus artışları incelenecek olursa, İkinci Dünya Savaşı sırasında binde onlara düşen bu oranın, 1950-1965 yılları arasında sürekli artarak binde otuza yaklaştığı görülür. 1950-90 yılları arasında ise nüfus artış hızı hep binde yirminin üzerinde olmuştur. 1990’lı yıllarda ise kararlı bir biçimde düşerek binde on sekiz  düzeyine gerilemiştir.

 

Nüfus artış hızı gelişmiş ülkelerin hepsinde (dış göç alan ABD, Kanada ve Avusturalya dışında) oldukça düşük iken, gelişmekte olan ülkelerde yüksektir. Hatta daha az gelişmiş ülkelerde bu oran rekor düzeye çıkabilmektedir.[36] Nüfus artış oranı(NAO) ve ülke ekonomileri arasındaki sıkı ilişkiyi Tablo 1.3 yardımıyla daha kolay algılayabiliriz. Bu tablodaki ülkeler, nüfus artış oranlarının büyüklüğüne göre sıralanmıştır. Nüfus artış oranları genelde negatif olan Sovyetler Birliği’nden ayrılan ve Bağımsız Devletler Topluluğu’nu (Commonwealth Independent States (CIS) ülkelerini, pozitif fakat düşük değerlerle gelişmiş Batı Ülkeleri izlemektedir. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu gelişmekte olan ülkelerde bu oran binde olarak 10–20 arasındadır. Ekonomik gelişimlerinde oldukça geride kalan ülkelerde ise bu oran binde 20’nin üzerindedir. Yani ülkelerin ekonomik gelişme düzeyleri ile nüfus artış oranları arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır.

 

Tablo 1.3 : Bazı Dünya Ülkelerinde Nüfusla İlgili Göstergeler

ÜLKELER

Kaba

Kaba

Nüfus

Kent-

Bebek

Doğum

Ölüm

Artış

leşme

Ölüm

Oranı

Oranı

Oranı

Hızı %o

Oranı

Binde 2000 yılı

Binde

2000 yılı

Binde

2000 yılı

1980-96

Binde

2000 yılı

Macaristan

10

14

-3

3.5

11

Romanya

10

11

1

5.0

23

RusyaFederas.

9

15

2

1.7

19

Portekiz

12

11

1

13.7

8

İspanya

10

      9

3

4.1

6

İsveç

10

11

3

1.8

4

Avusturya

10

10

4

2.7

6

Yunanistan

12

11

5

4.7

8

Belçika

11

10

2

2.8

7

Japonya

9

8

-1

4.6

5

İngiltere

11

11

3

3.7

7

İtalya

9

10

1

4.3

7

Almanya

9

11

2

5.6

6

Hollanda

13

9

6

4.4

7

Fransa

13

9

4

6.4

6

İsviçre

10

9

6

9.9

6

ABD

15

9

11

12.0

9

Çin.H. Cumh.

20

7

13

36.8

32

Tayland

17

7

13

26.0

33

Güney Kore

13

6

11

24.1

10

Brezilya

20

7

17

21.0

39

Kırgız Cumh.

21

7

15

20.1

35

Bangladeş

28

9

21

47.0

83

Hindistan

25

9

20

28.7

88

Türkiye

20

6

19

34.4

43

Meksika

25

5

19

19.8

36

Lübnan

20

6

18

23.2

30

Mısır ArapCu.

25

6

22

24.4

52

Singapur

12

4

25

19.1

6

Venezüella

22

4

24

24.9

24

Iran

22

6

24

30.3

41

Cezayir

25

5

24

34.8

39

İsrail

21

6

24

27.3

7

Suriye A.Cum.

29

5

31

36.0

29

Pakistan

34

8

26

43.0

110

Ürdün

29

4

40

35.3

30

Kuveyt

20

2

     18

29.6

13

Afganistan

48

22

25

48.7

279

Kaynak: World Bank, 2002 World Development Indicators

 

Türkiye’de nüfus artış hızını dönemlere göre inceleyecek olursak ; Tablo 1.4’de görüleceği gibi, doğum ve ölüm oranları 1945 yılına kadar oldukça yüksektir. Bu nedenle 1945 yılına kadar Türkiye’de yüksek dengenin varlığından söz edilebilir. 1945 yılından sonra ise nüfus artış oranı hızla yükselmiştir. Bu yükselme 1960 yılında rekor düzeye ulaşmıştır. Bu artışta ölüm oranındaki hızlı düşme yanında dış göçlerin de etkisi olmuştur. Bu 15 yıllık kısa sayılacak bir dönemde, doğum oranı ancak binde 50’den 45’e gerilerken, ölüm oranı binde 40’dan 18’e gerilemiştir.

 

Tablo 1.4. Türkiye'de Nüfus Sayımlarına Göre Doğum-Ölüm Oranları   ve Nüfus Artış ve Kentleşme Hızları (Yıllık binde)

Dönemler

Doğum

Ölüm

Doğum-Ölüm

Gerçek Nüfus

Kentleşme

Oranı

Oranı

Oran Farkı

Artış Hızı*

Hızı

1935-1940

51.0

35.0

16.0

19.8

26.7

1940-1945

50.0

40.0

10.0

10.6

15.1

1945-1950

47.0

28.0

19.0

21.7

22.5

1950-1955

46.7

21.1

25.6

27.8

55.7

1955-1960

45.2

17.9

27.3

28.5

49.2

1960-1965

41.3

15.3

26.0

24.6

39.7

1965-1970

40.8

13.5

27.3

25.2

47.8

1970-1975

36.2

11.1

25.1

25

41.4

1975-1980

32.2

10.0

22.2

20.7

52.9

1980-1985

30.6

9.0

21.6

24.9

40.0

1985-1990

29.9

7.8

22.1

21.7

43.1

1990-1997

22.1

6.6

15.5

15.1

29.2

1990- 2000

 

 

 

18.3

28.3

* Dış göçler nedeniyle net nüfus artış oranını gösterir.

 

Kaynak : DİE.

 

 

 

 

 

 

Türkiye’nin nüfus artış hızı, 1960 yılından sonra, dış göçlerin (yurt dışı istihdam olanakları sayesinde) tersine dönmesi sonucu azalmıştır. Fakat nüfus artış oranının yüksekliği 1970’li yıllara kadar devam etmiştir. Başka bir anlatımla Türkiye, yavaş artış dönemine 1970’li yıllarda girmiştir. Nüfus artış hızında anlamlı bir azalma ancak 1985 yılından sonra yaşanmıştır. 1990 – 2000 nüfus sayımları verilerine göre, bu yıllar arasında nüfus artış hızı % 1,8’e gerilemiştir.[37] Ancak yine de Türkiye’de günümüzde binde 18 dolayında olan nüfus artış hızının gelişmiş ülkelere göre hala oldukça yüksek olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

 

Demografik göstergelerden ülkemiz için sevindirici olanı, binde 7’nin altına inen ölüm oranıdır.(tablo 1.3) Bu oran, gelişmiş ülkelerde genelde binde 10’un üzerindedir. Ölüm oranlarının gelişmiş ülkelerde daha yüksek olması,yaşlı nüfus oranının fazlalığından kaynaklanmaktadır. Örneğin Türkiye’de 65 ve daha yukarı yaştakilerin toplam nüfustaki payı % 5 dolayında iken, İskandinav ülkelerinde ve Japonya’da % 13-15 dolayındadır.[38]

 

Türkiye’nin demografik göstergelerde en olumsuz olduğu oranlardan birisi de bebek ölüm oranıdır. Ülkemizde canlı doğan bin bebekten yaklaşık 45’i iki yaşına gelmeden ölürken, bu oran gelişmiş ülkelerde genelde tek rakamlıdır. Bebek ölüm oranı açısından ise Türkiye, gelişmiş ülkeler şöyle dursun, geri kalmış bir çok ülke ile aynı düzeyde değerlere sahip bulunmaktadır.[39] Türkiye’de, bebek ölüm oranlarında önemli bir azalma yaşanmış olmasına rağmen, Tablo 1.3’de görüldüğü gibi, Türkiye’nin hâlâ birçok Asya ve Afrika ülkesinden bile daha yüksek bebek ölüm oranına sahip oluşu düşündürücüdür. Bu olumsuz görüntüye rağmen, 1980 yılı sonrası nüfus artış oranının binde 28’lerden 15’lere, bebek ölüm oranının ise binde 150’lerden 40’lara kadar gerilemiş olması, Türkiye’de demografik açıdan oldukça önemli ve olumlu gelişmelerin yaşandığını göstermektedir.

 

Türkiye'de nüfus artışının önemli sorunlar yaratmasında yüksek kentleşme hızının etkisi de büyüktür. Kentleşme hızı en yüksek olan OECD ülkesi Türkiye'dir. Bu ülkelerde binde olarak tek rakamlı olan kentleşme hızı, ülkemizde son elli yıl için ortalama olarak binde 40’ın üzerindedir. Türkiye’de son on yılda kentleşme hızında da gerileme yaşanmıştır. Buna rağmen 1990-1997 yılları arasında bile bu oran binde 30 olmuştur. Dönemler itibariyle incelediğimizde diyebiliriz ki Türkiye'de kentleşme hızı, 1950 yılı sonrası nüfus artış oranının üzerine çıkmış ve her zaman  bu oranın yaklaşık iki katı dolayında olmuştur.

 

SONUÇ

 

Nüfus kavramı; ekonomik, siyasi, askeri ve sosyal açıdan ülkeler açısından çok büyük önem taşımaktadır. Bir ülkenin sahip olduğu insan gücünü belirlemekte nüfus en önemli etkendir. Bu çalışmada nüfusun teorik yönü ile nüfusun Türkiye’deki durumu incelenmiştir.

 

Kısaca özetlemek gerekirse, Türkiye’nin sahip olduğu demografik göstergeler içinde gelişmiş ülkelere göre ölüm oranı yönünden daha olumlu durumda olmasına karşılık ; doğum ve nüfus artış oranı yönünden daha olumsuz bir durum söz konusudur. Türkiye açısından en olumsuz demografik göstergelerin başında ise bebek ölüm oranının yüksekliği yer almaktadır.

 

Sonuç olarak; Türkiye’nin sahip olduğu demografik göstergeler gelişmiş ülkelere göre olumsuzdur. Her ne kadar son on yılda demografik göstergelerde Türkiye için olumlu şeyler söylesek de bunları gelişmiş ülkelerle karşılaştırdığımızda Türkiye gelişmiş ülkelerin gerisinde kalmaktadır.  Eğer Türkiye bu demografik problemlere uzun vadede çözüm bulmazsa sağlıklı bir sosyal ve ekonomik yapılanma gerçekleştirebileceğini düşünmek fazla iyimserlik olur. Bu yüzden de Türkiye enflasyon ve işsizlik gibi ekonomik sorunlarla iç içe yaşamak zorunda kalacaktır.

 

 

KAYNAKÇA

 

Adelman İrma, Ekonomik Büyüme ve Kalkınma Teorileri, Çev. Vural Savaş,  İstanbul: Sermet Matbaası, 1972.

Bağırkan Şemsettin, Uygulamalı Demografi, İstanbul: M.Ü. İstatistik ve Ekonometri Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları, 1990.

Başol Koray, Demografi, İzmir: Anadolu Matbaası, 1994.

Batırel Ömer F., “Sağlık Hizmetleri ve Devlet Politikası”, Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt III, Sayı: 3,  1986.

Becker Gary, Human Capital, 2 nd. ed. London and New York: National Bureau of Economic Research, 1975.

Ceylan Tülay, Gelişme İktisadı (Kuram-Eleştiri-Yorum), Beta Basım Yayım Dağıtım, İstanbul: 1995, 1. Baskı.

DİE, Hanehalkı İşgücü Anket Sonuçları-Nisan 1999, DİE Yayını, Ankara, 1999.

Dülgerlioğlu Ercan,Kalkınma Ekonomisi, Vipsaş A.Ş., Bursa, 2000.

Eren  Aslan, Türkiye’nin Ekonomik Yapısı ve Güncel Sorunlar, 5.Baskı, Muğla: Muğla Üniversitesi Yayını, 2002.

Gürkan Ömer, Ekonomik Büyüme ve Kalkınma, Trabzon: Derya Kitabevi, 1989.

İlkin Akın, Kalkınma ve Sanayi Ekonomisi, 5. Baskı. İstanbul: İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Yayınları, 1988.

Karluk Rıdvan, Türkiye Ekonomisi Tarihsel Gelişim Yapısal ve Sosyal Değişim, 4. Baskı, İstanbul: Beta Yayım Dağıtım, 1996.

Kaynak Muhteşem, Kalkınma Ekonomisi, Gazi Yayınevi, Ankara, 1990.

Keleş Ruşen, Kentleşme Politikası, Üçüncü Baskı, Ankara: İmge Kitabevi, 1996.

Kepenek Yakup, Yentürk Nurhan, Türkiye Ekonomisi, Remzi Kitabevi, 10. Baskı, Ocak 2000.

Kök Recep, İktisadi Düşünce Kavramların Analitik Evrimi, Anadolu  Matbaacılık, Birinci Baskı, İzmir, 1999.

Meadows Donella, Ekonomik Büyümenin Sınırları, Çev. Kemal Tosun, Duygu Sezer, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Yayınları, 1990.

Mesaroviç Mihajlo, Pestel Eduart, Dönüm Noktasındaki İnsanlık, Çev. Beyza Oba, Eser Uzun, İstanbul: İşletme İktisadı  Enstitüsü Yayınları, 1989.

Özgüven Ali, İktisadi Büyüme İktisadi Kalkınma Sosyal Kalkınma Planlama ve Japon Kalkınması, İstanbul: Filiz Kitabevi, 1988.

Savaş Vural, Kalkınma Ekonomisi, 2. Baskı. İstanbul: Met-Er Matbaası, 1979

Şahinöz Ahmet, “Yeşil Devrim ve Açlık Sorunu”, Hacettepe Üniversitesi İ.İ.B.F Dergisi Cilt:8, Sayı:1, 1990.

World Bank World Development Report 2002.

World Bank, 2002 World Development Indicators.

Yumuşak Güran, Kar Abdurrahman, “Nüfus Artış Hızının Düşürülmesi İktisadi Kalkınmayı Arttırır mı?”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:2000, Sayı:1.

Yumuşak Güran, “İktisadi Açıdan Nüfus Teorileri”, Kocaeli Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Yıl:1996, Sayı:1.

 

 



* Arş. Gör., Muğla Üniversitesi İ.İ.B.F İktisat Bölümü.(ozgur@mu.edu.tr.)

** Arş.Gör., Muğla Üniversitesi İ.İ.B.F İktisat Bölümü.(urunozgen@yahoo.com)

[1] Yakup Kepenek, Nurhan Yentürk, Türkiye Ekonomisi, Remzi Kitabevi, 10. Baskı, Ocak 2000, s. 403.

[2] Rıdvan Karluk, Türkiye Ekonomisi Tarihsel Gelişim Yapısal ve Sosyal Değişim, 4. Baskı, İstanbul: Beta Yayım Dağıtım, 1996, s. 5.

[3] Güran Yumuşak, “İktisadi Açıdan Nüfus Teorileri”, Kocaeli Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Yıl:1996, Sayı:1, s.49.

[4] Koray Başol, Demografi, İzmir: Anadolu Matbaası, 1994, s.8.

[5] Ercan Dülgerlioğlu, Kalkınma Ekonomisi, Vipsaş A.Ş., Bursa, 2000, s.4.

[6] İrma Adelman, Ekonomik Büyüme ve Kalkınma Teorileri, Çev. Vural Savaş, İstanbul: Sermet Matbaası, 1972, s.67.

[7] Muhteşem Kaynak, Kalkınma Ekonomisi, Gazi Yayınevi, Ankara, 1990, s.2.

[8] Donella Meadows, Ekonomik Büyümenin Sınırları, Çev. Kemal Tosun, Duygu Sezer, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Yayınları, 1990, s.123.

[9] Koray Başol, a.g.e., s.47.

[10] Gary Becker, Human Capital, 2 nd. ed. London and New York: National Bureau of Economic Research, 1975, s.249.

[11] Recep Kök, İktisadi Düşünce Kavramların Analitik Evrimi, Anadolu Matbaacılık, Birinci Baskı, İzmir, 1999, ss.122-126.

[12] Koray Başol, a.g.e., s. 50.

[13] Ercan Dülgerlioğlu, a.g.e., ss.9-10.

[14] Şemsettin Bağırkan, Uygulamalı Demografi, İstanbul: M.Ü. İstatistik ve Ekonometri Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları, 1990, s. 17.

[15]Ali Özgüven, İktisadi Büyüme İktisadi Kalkınma Sosyal Kalkınma Planlama ve Japon Kalkınması, İstanbul: Filiz Kitabevi, 1988, s.57.

 

[16] Vural Savaş, Kalkınma Ekonomisi, 2. Baskı. İstanbul: Met-Er Matbaası, 1979, s.265.

[17] Ercan Dülgerlioğlu, a.g.e., ss.16-18.

[18] Akın İlkin, Kalkınma ve Sanayi Ekonomisi, 5. Baskı. İstanbul: İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Yayınları, 1988, s. 172.

[19] Tülay Ceylan, Gelişme İktisadı (Kuram-Eleştiri-Yorum), Beta Basım Yayım Dağıtım, İstanbul: 1995, 1. Baskı, s. 213.

[20] Gürcan Yumuşak, Abdurrahman Kar, “Nüfus Artış Hızının Düşürülmesi İktisadi Kalkınmayı Arttırır mı?”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:2000, Sayı:1, s.78.

[21] Ömer F. Batırel, “Sağlık Hizmetleri ve Devlet Politikası”, Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt III, Sayı: 3,  1986, ss. 171-180.

[22] Ruşen Keleş, Kentleşme Politikası, Üçüncü Baskı, Ankara: İmge Kitabevi, 1996, s.104.

[23] Mihajlo Mesaroviç, Eduart Pestel, Dönüm Noktasındaki İnsanlık, Çev. Beyza Oba, Eser Uzun, İstanbul: İşletme İktisadı  Enstitüsü Yayınları, 1989, s.89.

[24] Koray Başol, a.g.e., s. 183.

[25] Ali Özgüven, a.g.e., s. 105.

[26] Ahmet Şahinöz, “Yeşil Devrim ve Açlık Sorunu”, Hacettepe Üniversitesi İ.İ.B.F Dergisi Cilt:8, Sayı:1, 1990, s.39.

[27] Koray Başol, a.g.e., s.188.

[28] Ömer Gürkan, Ekonomik Büyüme ve Kalkınma, Trabzon: Derya Kitabevi, 1989, s.51.

[29] Ruşen Keleş, a.g.e., s.106-107.

[30] Gürcan Yumuşak, Abdurrahman Kar, a.g.e., s.80.

[31] Dünya’nın nüfusunun 2000 yılı ortasında 6.054 milyon kişi olduğu tahmin edilmektedir.   Bknz. World Bank World Development Report 2002,  s.233.

[32] Aslan Eren, Türkiye’nin Ekonomik Yapısı ve Güncel Sorunlar, 5.Baskı, Muğla: Muğla Üniversitesi Yayını, 2002, s.1.

[33] World Bank, 2002 World Development Indicators, s.50.

[34] Aslan Eren, a.g.e., s.1.

[35] Aslan Eren, a.g.e., s.2.

[36] Aslan Eren, a.g.e., s.6.

[37] Aslan Eren, a.g.e., s.7.

[38] Aslan Eren, a.g.e., s.9.

[39] Aslan Eren, a.g.e., s.9.