![]() |
|||||
|
GİRİŞVergiler ekonomi için en sağlıklı gelir kaynağı olarak kabul edilir. Ancak ülkemizin vergi gelirleri açısından yetersiz olduğu bir gerçektir. Yetersiz olan vergi gelirlerinin artırılması ve böylece bir kısır döngü haline gelen borç yükünün ve beraberindeki faiz yükünün azaltılması, kamusal kaynakların sağlıklı hale getirilmesinin sağlanması bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Bütçe ise Türkiye'de Cumhuriyet tarihi boyunca çoğu zaman yüksek açıklarla birlikte anılır olmuştur. Bu trend son yıllarda daha da belirginleşmiştir. Sadece vergi gelirlerini artırmakla değil, özellikle kamu harcaması indirimleri ile bütçe açıklarının kabul edilebilir bir seviyeye inebileceği düşünülmektedir. Gelir vergisinde önemli değişiklikler yapan 4369 sayılı yasada yer alan bazı önemli düzenlemeler 1999’da çıkarılan başka bir yasa ile (4444) dört yıl süre ile ertelenmişti. Bir başka deyişle yaklaşık bir yıl uygulanan 4369 sayılı yasa, ülkemiz ekonomisinde meydana gelen bazı olumsuzluklar yüzünden 2003 yılı başına kadar askıya alınmıştır. Bu yasa ile diğer bazı düzenlemeler ise tamamen iptal edilmiştir. 2003 yılına yaklaştığımız bugünlerde yasayı tekrar hatırlamakta, gene ertelenmezse, muhtemel uygulama sonuçlarını analiz etmekte fayda vardır. A-4369 Sayılı Yasanın KapsamıZaman içerisinde pek çok değişime uğrayan Türk vergi sisteminde, 22.7.1998 tarihinde kabul edilen ve 29 Temmuz 1998 gün ve 23417 sayılı Mükerrer Resmi Gazetede yayımlanan 4369 sayılı yasayla önemli değişiklikler yapmıştır. Revizyon olarak yorumlanabilecek bu yasa, son yıllarda yapılan en kapsamlı düzenlemedir ve yer yer vergi hukukunda bazı temel değişiklikler yapmıştır. Örneğin gelir vergisinde gelirin tanımını, daha teknik bir anlatımla verginin konusunu, değiştirmiştir. 4369 sayılı kanunda temel değişiklikler, gelir vergisi kanununun 1, 2, 80, 81 82 ve 103.’üncü maddelerinde yapılmıştır. Bu maddelerde yapılan değişiklikler gelirin kavranması açısından önem taşımaktadır. Çünkü bu değişiklikle 1. maddede gelirin tanımı değiştirilmiş ve dünyanın genel olarak kabul ettiği net artış teorisine geçiş yapılmıştır. Bu çerçevede sadece üretim faktörlerinden elde edilenler değil, tasarruf veya harcamaya kaynaklık teşkil eden her türlü kazanç ve iratlar gelir olarak nitelendirilmiştir. Bu tanımlama GVK 2’nin yedinci gelir unsurunda yer alan “kaynağı ne olursa olsun diğer her türlü kazanç ve iratlar” ifadesi ile birlikte düşünüldüğünde diğer altı gelir unsuru içerisinde açıkça yer almayan her türlü kazanç ve iratların artık gelir olarak nitelendirilebileceği, dolayısıyla vergilendirilebileceği sonucu ortaya çıkar. Bu uygulama vergi tabanının genişlemesi anlamına gelir. Bir önceki düzenlemede “sair kazanç ve iratlar” olarak geçen yedinci gelir unsuru sadece değer artışı kazançları ve arızi kazançlar gelir olarak değerlendiriliyordu. Ayrıca nelerin değer artışı kazancı, nelerin de arızi kazanç olduğu da tek tek sayılıyordu. Bu sayılanlar dışındaki hiç bir kazanç ve irat, sair kazanç ve iratlar çerçevesinde gelir olarak nitelendirilemiyordu. 4369 sayılı kanun bu sınırlandırmayı kaldırmış ve 80, 81 ve 83. maddelerde yaptığı değişikliklerle ilk altı gelir unsuru içerisinde yer almayan her türlü kazanç ve iratları gelir olarak nitelendirmiş ve vergiye tabi kılmıştır. 103. maddede yapılan değişikliklerle kayıt dışı ekonomi ile mücadele, vergi tabanının genişletilmesi, mevcut vergi mükelleflerine yeni yükümlülükler getirmemek ve vergi gelirlerini artırmak gibi amaçlar güdülmüştür. Bu değişiklikle vergi oranları % 25-55’ten % 15-40’a indirilmiştir. Bunların dışında basit usule geçilmiş, vergi kimlik numarası yaygınlaştırılmış, mali milat uygulaması getirilmiş, istisna ve muafiyetler azaltılmış ve götürülük ile hayat standardı esası kaldırılarak verginin tabanı genişletilmek istenmiştir. 1-Ana Çizgileri ve Amaçları4369 sayılı yasa dönemin hükümet programında da yer aldığı üzere kayıt dışı ekonomi ile mücadele, vergi tabanının genişletilmesi, iyi niyetli mükelleflerin korunması gibi amaçları taşıyordu. Nitekim bu yasanın genel gerekçesinde; “gelirin tanımı genişletilerek, her türlü gelir vergilendirilebilir hale gelmiştir. Kişilerin servet ve harcamalarındaki artışları beyan ettikleri kayıtlı gelirleri ve diğer yasal kaynaklarla açıklayamamaları durumunda idarenin ekstra gelirin kaynağını ispatlama yükümlülüğü olmaksızın vergileme yetkisi oluşmaktadır. Böylece eroin, esrar, silah kaçakçılığı gibi yöntemlerle gelir elde edenler polis tarafından yakalanamadıkları halde servet ve harcamalarındaki artışları açıklayamayacakları için, gelirlerinden vergi ödemek zorunda kalacaklardır” ifadeleri yer almaktadır. Bu gerekçe Türkiye’deki vergi tabanı sorununun çözümünde önemli bir aşamadır. Çünkü böylelikle vergilenemeyen bazı gelirler vergilendirilebilecek ve vergi tabanı genişleyecektir. Bu yasanın ana çizgileri ve amaçlarını aşağıdaki gibi sıralayabiliriz: *Vergi tabanının genişletilmesi; böylece gelir tanımının genişletilerek tüm gelirin kavranması amaçlanmaktadır. *Vergi oranlarının indirilmesi; gelir vergisi, kurumlar vergisi, veraset ve intikal vergisi, tapu harçları oranlarında köklü indirimler öngörülmektedir. *Kayıt dışı ekonominin kayda alınması; herkesin belge düzenine girmesi amaçlanmaktadır. *Sistemin basit ve açık hale getirilmesi; kurumların dağıtılmayan kazançları üzerindeki gelir vergisi stopajı kaldırılarak kurumlar vergisi basitleştirilmekte, vergi sonrası kazançlar da sadece dağıtım halinde stopaja tabi tutulmaktadır. *Vergisini düzenli ödeyenlerin vergi yükünü artırmadan vergi gelirlerini artırmak. *Rekabeti bozan vergi kurumlarının düzeltilmesi; sermaye piyasası yatırım araçlarının vergilendirilmesinde mümkün olduğunca tarafsızlık ilkesi tesisi ve herkesin belge düzenine alınması öngörülmektedir.[1] Gerek kamu finansmanı darboğazı nedeniyle daha fazla vergiye ihtiyaç duyulması gerekse vergi sistemindeki adaletsizlikler ciddi vergi değişikliklerini gerekli kılmıştır. Özetlemek gerekirse bu düzenlemede öncelikli amaç, vergi tabanının genişletilmesi, kayıt dışı ekonominin kayda alınması, sistemin basit ve açık hale getirilmesi ve halen vergilerini düzenli olarak ödeyen mükelleflerin vergi yükünü artırmadan toplam vergi yükünü artırmak olarak ifade edilebilir.[2] 2-Vergilendirmede Gelir Kavramının Yeni BoyutuGelir vergisi gerçek kişilerin gelirlerini konu almaktadır ve gelir basit olarak kişilerin alım gücünde meydana gelen artış olarak tanımlanabilir. Gelir üretim faktörlerinin bir getirisi olabileceği gibi, kişilerin servet unsurlarında meydana gelebilecek değer artışları veya çeşitli transferler yoluyla da olabilir.[3] 4369 sayılı yeni kanunla gelirin tanımını değiştirilmiş ve kaynak teorisi yerine net artış teorisi kabul edilerek* gelirin tümünün kavranması esası getirilmiştir. Gelirin tanımlanmasında, kaynak kuramı bir üretim faktörü ve bunun sürekliliğini ifade ederken, net artış kuramı bunlar dışında doğan gelirleri kapsamak için kullanılmıştır. Net artış kuramına göre gelire daha bir açıklık kazandırabilmek için, gelirin “tasarruf ve harcamalara kaynaklık teşkil etmesi” ilkesi getirilmiştir.[4] Buna göre; 4369 sayılı yasanın 24’üncü maddesi 01/01/1999’dan itibaren geçerli olmak üzere 193 sayılı Gelir Vergisi Yasasının 1. maddesindeki “Gelir” tanımı şöyle değiştirilmiştir: "Gelir, bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği, tasarruf veya harcamasına kaynak teşkil eden her türlü kazanç ve iratların safi tutarıdır". Gelire giren kazanç ve iratlar da sayılarak "sair kazanç ve iratlar" olarak belirlenen son fıkra "kaynağı ne olursa olsun diğer her türlü kazanç ve iratlar" şeklinde değiştirilerek net artış teorisine yaklaşılmıştır. Oysa 193 sayılı Gelir Vergisi Yasası, 4369 sayılı yasaya kadar geliri birinci maddesinde şöyle tanımlıyordu: “Gelir bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarıdır.” Görüleceği üzere yasama erkini oluşturan kanun yapıcı, öteden beri vergi kaçağının üretim tarlası olan kayıt dışı ekonomiyi, kayıt içine alma amacıyla gelirin tanımı öylesine genişletilmiş ki adeta sınırsız bir niteliğe büründürmüş, tasarruf veya harcamaya kaynak teşkil eden ve altı bentte tanımlanan kazanç ve iratlar dışında kalan ”kaynağı ne olursa olsun” diğer her türlü kazanç ve iradı gelir kapsamına, dolayısıyla vergilendirme sınırı içine almıştır. 4369 Sayılı kanunda gelirin tanımının değiştirilmesi ile birlikte gelir unsurunun kanunda açık bir şekilde belirtilmesi anlayışı terk edilerek, bunun yerine bir gelir unsurunun vergilendirilmemesi için, açıkça vergiden istisna edildiğine ilişkin bir hükmün bulunması gerektiği ilkesine geçilmiştir.[5] Bir başka deyişle istisnalar içinde yer almıyor veya veraset ve intikal vergisi kapsamında değerlendirilmiyorsa, vergiye tabi diğer kazanç ve iratlar olarak vergilendirilecektir. Böylece kaynağına bakılmaksızın kişinin satın alma gücünü artıran her türlü değer akımı gelir olarak addedilecektir.[6] Gelirin tanımının değiştirilmesi sırasında ilk altı gelirin tanımı değiştirilmemiştir. Bu gelirlerin beyan edilme zorunluluğu ise GVK 103. maddede yer alan tarifeden hareketle birinci ve ikinci diliminin yarısını aşması şartı getirilmiştir.[7] 3-Vergi Oranlarında İndirim4369 Sayılı yasa ile sadece gelir vergisinin değil, başta gelir üzerinden alınan kurumlar vergisi olmak üzere diğer bazı vergilerin oranlarında da değişiklikler yapılmıştır. Bu çerçevede gelir vergisinde en düşük oran % 25’ten % 15’e, en yüksek oran % 55’ten % 40’a düşürülmüş ve dilim sayısı yediden altıya indirilmiştir. Ayrıca ilk dilim % 166 ve son dilim de % 108 artırılmıştır. Bu düzenleme alt gelir gruplarını koruyan bir özellik taşır. Kurumlar vergisinde oran % 25’ten % 30’a çıkarılmıştır. Eski uygulamada stopajla birlikte (fon dahil) vergi yükü % 44’e ulaşmakta idi. Yeni düzenlemede kar dağıtılmadığı taktirde bu yük % 33, kar dağıtırsa % 48.4 olmaktadır. Veraset ve İntikal vergisinde de tarifedeki dilimler yirmi kat artırılmış ve vergi oranları 4-25 yerine 1-10 olarak yeniden belirlenmiştir. Emlak vergisinde oranlar meskenlerde % 0.4’ten % 0.1’e arsalarda % 0.6’dan % 0.3’e düşürülmüştür. Tapu harçlarında ivaz karşılığı devirlerde devir eden ve devir alan için oran % 48’den % 10’a indirilmiştir.[8] 4-Mali Milat Uygulaması4369 sayılı yasada önemli bir düzenleme de mali milat uygulamasıdır. Bu uygulama bir tür vergi affı idi. Çünkü, değeri 3.5 milyar lirayı aşan nakit para, döviz, hamiline yazılı menkul kıymetler ve kambiyo senetlerinden çek, bankalarda en az bir gün süreyle tutulup kayıtlara intikal ettirildiği taktirde, bundan sonraki dönemlerde vergi yasalarına ve diğer kanunlara dayalı olarak yapılacak soruşturmalarda servetlerin kaynağına ilişkin, blokaj tutarı meşru kabul edilecektir. Bu bağlamda 30 Eylül 1998 tarihinde yaklaşık 1.6 katrilyon TL tutarındaki bir değer bankalara bloke edilmiştir. Bu miktar o günkü döviz kuru hesabından yaklaşık 6.1 milyar $ yapmaktadır. Bir başka deyişle 6.1 milyar $ kadar bir miktar kayıt altına alınmıştır. Ancak yatırılan paranın büyük bir kısmı sonradan geri çekilmiştir.[9] Konuya farklı yaklaşıp bu rakamın çok daha yüksek olduğunu düşünenler de vardır. Bu hesaplamada sadece bankalara bloke edilenler değil, değişik şekilde kayıt altına alınan miktarlar dikkate alınmaktadır. Buna göre mali milatla birlikte 20.5 milyar $’lık bir para kayda alınmıştır. Bu amaçla 8.400 yeni şirket kurulmuş, 27.500 şirket sermaye artırımında bulunmuş ve bu yöntemle 12.7 milyar $’lık bir miktar kayıt altına alınmıştır. Bunun dışında 4 milyar $’lık döviz bildirimi, 2 milyar $’lık nakit bildirimi, 31 ton altın borsası işlemi karşılığında 300 milyon $’lık altın bildirimi, 1.5 milyar $’lık envanter bildirimi yoluyla toplan 20’5 milyar $’lık bir miktar Türk ekonomisine 30 Eylül Mali Milat dolayısıyla katılmıştır.[10] 5-Revizyon (Erteleme)22-7-1998 tarihinde çıkarılmış olan 4369 sayılı yasanın bazı maddeleri 14-08-1999 tarihinde 4444 sayılı bir başka yasayla 2003 yılı başına kadar ertelenmiştir. Bu ertelemede 1998 yılında başlayan ekonomik daralmanın 1999 yılında da devam etmesi gerekçe gösterilmiştir. 4444 sayılı kanunla aralarında geniş anlamda gelir tanımı da dahil olmak üzere bazı önemli düzenlemelerde 4369 sayılı kanun öncesine dönülmüş, diğer bazıları ise tamamen kaldırılmıştır. [11] 4369 sayılı yasa, yukarıda görüldüğü gibi; kayıt dışı ekonomi, verginin tabana yayılması, vergi gelirlerinin artırılması gibi bazı düzenlemeleri içerir. Nitekim bu yasa mali milat uygulaması ile kayıt dışındaki ekonomik faaliyetleri kayıt altına almayı amaçlamıştır. Bunun dışında bu yasanın amacı, vergi oranlarını düşürüp vergiyi tabana yaymak ve aynı zamanda etkin denetim, verginin tanımını kaynak teorisinden net artış teorisine kaydırarak geliri daha kavrayıcı hale getiren gibi uygulamalara yer veriyordu. Ancak bir yıl bile uygulanmadan, özellikle vergi hasılatı açısından, olumsuz sonuçları beraberinde getirmiş ve ertelenme ihtiyacı doğmuştur. Bu durum aşağıdaki tabloda gösterilmektedir. Konsolide Bütçe Gelirleri Yıllık Artış Yüzdeleri
Kaynak: Maliye Bakanlığı 2001 Yılı Bütçe Gerekçesi, s. 65 Tabloda görüldüğü gibi 1999 yılında kurumlar vergisi hariç bütün kalemlerde ciddi düşüşler yaşanmıştır. Aynı yıl toptan eşya fiyat endeksinin % 62.9 olduğu dikkate alınırsa vergi gelirlerindeki artışın fiyat artışlarını takip edemediği ortaya çıkar.[12] Bu yıllarda gelir vergisinin toplam vergi gelirleri içerisindeki payının da azaldığı görülür. 1990 ve 1994 yıllarında yaklaşık % 40, 1991-1992 yıllarında % 42 olan bu pay 1996, 97 ve 98 yıllarında % 30’lara düşmüşken, 1998’de % 37 ve 1999’da % 33 olarak gerçekleşmiştir. Bu düşüşün en büyük nedeni 4369 sayılı yasa ile getirilen yeni düzenlemelerdir. Buna karşın kurumlar vergisinde % 106.8 gibi bir artış ve vergi gelirleri içerisindeki payı itibariyle (%10.5) 1990 yılından sonra en yüksek oran yaşanmıştır. Bunun nedeni ise kurumlar vergisinde oranın yükseltilmesi yanında bir kısım istisnaların yürürlükten kaldırılmasıdır.[13] Burada şunu da belirtmek gerekir ki ekonomide arza dayalı çözümler esasen uzun dönemli politikaları önerir ve özellikle ilk yıllarda vergi hasılatında bir artışın değil, azalışın yaşanması doğaldır. Ayrıca vergi yasasının olumsuz sonuçlarının sadece bu yasa ile ilgili olduğunu düşünmek yanlıştır. Nitekim bu dönemde dünyada Uzakdoğu’dan (Tayland) başlayıp bazı ülkelerde ciddi iflaslara (Güney Kore gibi), diğer bazı ülkelerde sosyal ve siyasal çalkantılara (Endonezya gibi) neden olan ve Türkiye’yi de etkileyen 1998 Asya Krizini de dikkate almak gerekmektedir. Bununla birlikte 4369 sayılı yasada kamu harcamaları indiriminin öngörülmemesi ve kayıt dışı ekonominin yanında kayıt dışı devlet sektörünün de dikkate alınmaması yüzünden hazırlanan bu yasanın sonraki dönemlerde de başarılı olacağı kuşkuludur. Bunların dışında kayıt dışı ekonomiyi önleme konusunda 4369 sayılı kanunla getirilen düzenlemelerin bir yıl sonra geri çekilmesi vergilendirmede kesinlik ilkesine tamamen zıt bir durumdur. İstikrarlı, uzun dönemli politikalar uygulamak gerekirken, günlük kaygılarla değişikliklere gitmek vatandaşların ve yabancı yatırımcıların güvenini sarsmaktadır.[14] B-4369 Sayılı Kanunun DeğerlendirilmesiBu yasanın gerekçelerinde yer alan vergi politikası açısından önem taşıyan yönleri şunlardır: *Yasal vergi oranları aşırı derecede yüksektir ve gerçek matrahların beyanı halinde mükellefler aşırı bir vergi yüküne maruz kalmaktadırlar. Gelir vergisinde yüksek marjinal oranlar hem düşük hem de yüksek gelirli grupları sistemden uzaklaştırmakta veya mükellefleri gerçek değeri gizlemeye itmektedir (vergi indirimi). * Sistemde kazanılmayan gelirler hayat standardı, geçici vergi, götürü vergi gibi tahmini yöntemlerle vergilendirilmekte, buna mukabil kazanılan gelirlerin bir kısmı kanunlardaki gelir tanımının yetersiz kalması nedeniyle vergilenememektedir (verginin tabana yayılması ve kayıt dışı ekonomi). * Vergi sistemimiz iktisadi faaliyetler karşısında tarafsızlığını yitirmiştir. İktisadi tercihler karşısında tarafsız olmaması nedeniyle vergi sistemi tam rekabeti engeller hale gelmiş, buna bağlı olarak da ülkemizin zaten sınırlı olan kaynaklarının yanlış ve verimsiz alanlara tahsisi gibi vahim sonuçlar ortaya çıkmaya başlamıştır (piyasa ekonomisinin işlerliği). * Vergi sistemi yapılan bölük pörçük düzenlemelerle gittikçe karmaşıklaşmış, uzmanlar bile sistemi anlamakta zorlanır hale gelmiş, buna bağlı olarak da mükelleflerin uyum maliyetleri aşırı derecede artmaya başlamıştır (basitlik).[15] * Basit usule geçilmesi, vergi kimlik numarasının yaygınlaştırılması, mali milat uygulaması, istisna ve muafiyetler azaltılması, verginin tanımı değiştirilmesi ve götürülük ile hayat standardı esası kaldırılması suretiyle verginin tabanı genişletilmiştir. (verginin tabana yayılması) * Ceza sistemi ağırlaştırılarak denetim etkinleştirilmektedir. Hem ekonomik cezalar ağırlaştırılmakta hem de teşhir, hürriyeti bağlayıcı cezalar gibi yeni cezalar getirilmektedir (vergi denetimi). 4369 Sayılı kanun o dönemde yaşanan dünya krizi nedeniyle başarısız olmuştur. Ancak bu sonuç şaşırtıcı değildir. Çünkü vergi oranlarının indirilmesiyle birlikte özellikle ilk iki yılda vergi hasılatında bir azalmanın yaşanacağı, artışın daha sonraki yıllarda olacağı bir gerçektir. Vergi indirimleriyle birlikte piyasaların güçlenmesi ve üretim artışı zaman gerektiren bir olgudur. Nitekim gerçekten de Amerika’da ve hatta İngiltere’de 1980’li yıllarda uygulanan vergi indirimleri politikasın ile bu sonuçlar yaşanmıştır. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki bu ülkelerin ekonomileri Türkiye’den çok daha güçlüdür ve ilk yıllarda yaşanan azalmalar ekonomiyi alt-üst etmemiştir. Türkiye gibi kamu gelirleri son derece düşük bir ülkede, üstelik şanssız bir krizle birlikte bu yasanın çıkması o dönemde yaşanan olumsuz sonuçları doğurmuştur. 22-7-1998 yılında çıkarılan 4369 sayılı yasa, geliri kaynak esasına göre tanımlayarak tüm gelirlerin vergilendirilmesini amaçlamıştır. Ayrıca vergi oranlarını da düşürerek daha fazla kesimlerin kayıt altına alınmasına zemin hazırlamıştır. Ancak bütçe harcamalarının kısılmasına yönelik her hangi bir yasal düzenleme söz konusu değildir. Başarısız olmasındaki en önemli etkenlerden birisi de budur. Dünyada hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde devlete yüklenen fonksiyonlara paralel olarak vergi yükleri değişmektedir. Artan kamusal ihtiyaçlar daima vergi oranlarını yükselterek veya yeni vergiler ihdas edilerek karşılanamaz hale gelmiştir. Bu durumda vergi oranlarını daha da artırmadan, hatta azaltarak, yeni kaynaklara ulaşmak amacıyla vergi tabanını genişletmek bir alternatif olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun amacı verginin tabana yayılması yanında ekonomik büyümeyi sağlamak, dolayısıyla vergi hasılatını optimal bir vergi oranı ile arttırmaktır. Türk vergi sisteminde vergi kaybına üç temel özellik neden olmaktadır: Bunlardan birincisi, istisna ve muafiyetlerin fazlalığı, ikincisi bir gelir doğmasına rağmen o gelirin verginin konusuna girmemesi nedeniyle vergilendirilememesi, üçüncüsü beyan edilmesi gereken kazançların kısmen ya da tamamen beyan dışında tutulmasıdır. Türkiye’de bu temel sorunların yanında mevcut vergilerin toplanamaması, vergi bilincinin gelişmemiş olması, vergi düzenlemelerinin konunun uzmanlarınca bile zor anlaşılır ve farklı yoruma açık olması, yeterli ve etkin denetimin yapılamaması, cezaların caydırıcı olmaması ve denetimim kayıt dışı ekonomi üzerinde değil, kayıtlı ekonomi üzerinde yapılması ve hepsinden de önemlisi vergi yükünün az bir kesim üzerinde yoğunlaşması bir başka deyişle verginin tabana yayılmamış olması gibi sorunlar vardır. Gelir ve kurumlar vergisi açısından konuya bakıldığında çözüm; kayıt dışı ekonomiyi önleme yönünden alınabilecek ilk önlemler ve yasal düzenlemeler, istisna ve muafiyetlerin önemli bir kısmını yürürlükten kaldırmak, daha önce hiç ya da yeterince vergilendirilmeyen vergi konularını vergilendirme kapsamına almak ve vergi kayıp ve kaçakçılığını önlemek için bir dizi düzenlemelerin yapılması olarak göze çarpmaktadır. 1998 yılında çıkartılan ve bu çalışmada da inceleme konusu yapılan 4369 sayılı yasa bu sorunların bir kısmını gidermiştir. Bu kanun istisna ve muafiyetleri azaltarak, verginin tanımını değiştirip konusunu genişletmiş, VUK’ta yaptığı düzenlemelerle yeni ve daha caydırıcı cezalar getirmiştir. Bunun yanında vergi oranlarını indirmek, vergi kimlik numarası uygulamasını etkinleştirmek, mali milat gibi uygulamalarla vergi tabanını genişletme politikası izlemiştir. Yine 4369 sayılı yasa, hassas dengelere sahip olan Türk ekonomisinin esasen uzun dönemde sonuçları ortaya çıkan arz yönlü etkilere tahammül gücünün olmadığını da ortaya koymuştur. Bir başka deyişle ekonominin arz cephesi uzun vadeli çözümler önerir ve özellikle ilk yıllarda vergi indirimlerinin etkisi vergi gelirlerinin azalması yönünde olur. Fakat Türk ekonomisinin beklemeye tahammülü yoktur. Zira halen sık sık büyüklü küçüklü (ekonomik ve siyasi) krizlere maruz kalan Türk ekonomisinin en önemli gelir kaynağı olan vergilerin, indirimlerle azalmasını hükümetler kolay kolay göze alamazlar. Bununla birlikte istisna ve muafiyetler son derece azaltılıp, vergi mükellefi-seçmen sayısı arasında bir korelasyon sağlayarak (vergi mükellefi sayısını artırarak) ve vergi indirimleri politikasını siyasi kaygılardan uzak bir takvime bağlı olarak indirilmesi istenen olumlu gelişmeleri (vergi gelirlerinin artması, verginin tabana yayılması, kamu kesimi borçlanma gereğinin azalması, bütçe açıklarının kapatılması, ekonomiye rekabet gücü kazandırma, büyüme, piyasa ekonomisinin etkinliği... gibi) sağlayacaktır. Türkiye’de köklü vergisel düzenlemelerin yapılabilmesi için öncelikle kamuoyu desteğine sahip, siyasi kaygılardan uzak, istikrarlı ve güçlü bir hükümetin olması gerekir. Ayrıca bu siyasi iktidarın önünü görebilmesi, yani politikalarının sonucunu alabilecek kadar bir süre iktidarda kalabilmesi şarttır. Ancak şu anda ve kısa vadede bu ihtimal gözükmemektedir. Dolayısıyla şartlarının oluşturulması gerekmektedir. KAYNAKÇAAKBULUT Ali Rıza, “Verginin Mali Amacı ve Türkiye’deki Sonuçlar”, Vergi Dünyası Dergisi, Kasım 2000. ARSLAN Cenk Murat, “4444 Sayılı Kanun Hükümleri Çerçevesinde 1999-2002 Tarihleri Arasında Uygulanacak Arızi Kazançlara İlişkin Düzenlemeler”, Vergi Dünyası Dergisi, Eylül 1999. BAYRAKLI H. Hüseyin, “Gelir Vergisi Kanunu’nda Gelir Kavramı ve Sapmalar”, Afyon Ekonomi, Yıl: 1, Sayı: 3, Ekim 1998. BIYIK Recep, “4369 ve 4444 Sayılı Kanunlar Çerçevesinde Gelir Tanımı, Harcama ve Tasarruftan Hareketle Gelirin Tespiti ve Mali Milat Uygulaması”, “Vergi Dünyası Dergisi” Eylül 1999. GÜNEŞ Gülsen, “4369 Sayılı Yasa İle Getirilen Değişikliklerin Verginin Anayasal İlkeleri Açısından İrdelenmesi” Prof. Dr. Adnan TEZEL’e Armağan, İstanbul: 2000. KILDİŞ, Yusuf “Kayıt Dışı Ekonominin Ulusal-Uluslararası Boyutu ve Çözüm Önerileri”, Maliye Yazıları, Ocak-Mart 2000. KILIÇDAROĞLU Kemal, “4444 Sayılı Yasa ve Kayıt Dışı Ekonominin Gücü”, Vergi Dünyası Dergisi, Eylül 1999. KOYUNCU Mesut, “Vergi Reformu”, Vergi Dünyası Dergisi, Ekim 1999. Yeni Vergi Sisteminin Değerlendirilmesi, İstanbul Ticaret Odası Dergisi, Ağustos 2000. YETİM, Sedat “Türkiye’de ve Dünyada Kara Paranın Aklanması”, Asomedya, Mart 2000. |
[1] Gülsen GÜNEŞ, “4369 Sayılı Yasa İle Getirilen Değişikliklerin Verginin Anayasal İlkeleri Açısından İrdelenmesi” Prof. Dr. Adnan TEZEL’e Armağan, İstanbul: 2000, s. 261-262.
[2] Cenk Murat ARSLAN, “4444 Sayılı Kanun Hükümleri Çerçevesinde 1999-2002 Tarihleri Arasında Uygulanacak Arızi Kazançlara İlişkin Düzenlemeler”, Vergi Dünyası Dergisi, Eylül 1999, s. 72-73.
[3] Recep BIYIK, “4369 ve 4444 Sayılı Kanunlar Çerçevesinde Gelir Tanımı, Harcama ve Tasarruftan Hareketle Gelirin Tespiti ve Mali Milat Uygulaması”, “Vergi Dünyası Dergisi” Eylül 1999, s. 23.
* Bu konuda farklı görüş ileri sürenler de yok değildir. Örneğin Dr. Funda Başaran gelirin tanımında net artış teorisine geçildiği kanaatinde değildir. Geniş bilgi için Vergi Dünyası Dergisi Mart 2000, s. 114-125’e bkz.
[4] H. Hüseyin BAYRAKLI, “Gelir Vergisi Kanunu’nda Gelir Kavramı ve Sapmalar”, Afyon Ekonomi, Yıl: 1, Sayı: 3, Ekim 1998, s. 12-18
[5] Mesut KOYUNCU, “Vergi Reformu”, Vergi Dünyası Dergisi, Ekim 1999, s. 48.
[6] “Yeni Vergi Sisteminin Değerlendirilmesi”, İstanbul Ticaret Odası Dergisi, Ağustos 2000, s. 36.
[7] BIYIK, a.g.e., s. 30.
[8] İTO, a.g.e. s. 36.
[9] Sedat YETİM, “Türkiye’de ve Dünyada Kara Paranın Aklanması”, Asomedya, Mart 2000, s. 45.
[10] Kemal KILIÇDAROĞLU, “4444 Sayılı Yasa ve Kayıt Dışı Ekonominin Gücü”, Vergi Dünyası Dergisi, Eylül 1999, s. 18.
[11] ARSLAN, a.g.e., s. 74.
[12] İTO, a.g.e. s. 39.
[13] Ali Rıza AKBULUT, “Verginin Mali Amacı ve Türkiye’deki Sonuçlar”, Vergi Dünyası Dergisi, Kasım 2000, s. 123.
[14] Yusuf KILDİŞ, “Kayıt Dışı Ekonominin Ulusal-Uluslararası Boyutu ve Çözüm Önerileri”, Maliye Yazıları, Ocak-Mart 2000, s. 129.
[15] KOYUNCU, a.g.e., s. 43-44.