![]() |
|||||
|
Araş.Gör
M. Özgür YANARDAĞ*
Araş.
Gör. Bora SÜSLÜ**
|
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
TÜRKİYE’DE
ÖZELLEŞTİRMENİN NEDENLERİ VE UYGULAMALARI
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
1-GİRİŞ Dünya ekonomisine yön veren kuruluşların ülke
ekonomilerinde aradıkları, ekonomideki her türlü fiyatın piyasada
belirlenmesini sağlamaktır. Fiyatların piyasada belirlenmesi arz ve talebin
bağımsız olmasına bağlıdır. Devlet gereğinde piyasada arzı belirleyen bir
unsur gereğinde ise talebi belirleyen bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu da fiyatların piyasadaki gösterge rolünün kaybolması anlamına gelmektedir.
Özelleştirme ile devlet küçülerek, ekonomide fiyat belirleyicisi rolünü
piyasaya devrederek ekonominin daha sağlıklı işlemsine yardımcı olur Özelleştirme olgusu günümüzde
birçok ülkenin gündeminde yer almaktadır. Türkiye’de 1980’lerden itibaren
başlayan özelleştirme rüzgarının esintisine kapılmıştır.Çalışmanın amacı
özelleştirme olgusunu irdeleyip,Türkiye’deki özelleştirme faaliyetlerini
incelemektir. Bu bağlamda çalışmada ilk önce
özelleştirme kavramı ele alınacaktır.
Daha sonra özelleştirmenin nedenleri ve Türkiye için geçerliliği
incelenecektir. Bunları takiben Türkiye’de 1984 yılından 2001 yılları arası
yapılan özelleştirme uygulamaları incelenecektir. çalışmanın son bölümünde
Türkiye’de özelleştirme konusundaki değerlendirme ve öneriler ele
alınacaktır. 2-TEMEL KAVRAMLAR Özelleştirme kavramı birçok bilim dalının alanına
girmesi nedeniyle özelleştirmenin kesin ve herkes tarafından kabul edilen bir
tanımı yapılmamıştır. Ancak tanım vermek gerekir ise, Özelleştirme; özel sektör tarafından yürütülecek
tüm faaliyet alanlarından kamu sektörünün çekilmesi, Devletin klasik
fonksiyonları ile ilgisi bulunmayan ekonomik işletmeleri özel sektöre
satması, devletin başarılı olarak işletemediği ekonomik birimleri özel
sektöre devretmesi şeklinde tanımlanabilir[1]. Tüm bu
tanımları dikkate alarak özelleştirme; dar kapsamlı ve geniş kapsamlı şeklinde ikiye ayrılabilir. Dar kapsamlı
özelleştirme; kamu mülkiyetindeki sanayi ve hizmet kuruluşlarının özel
mülkiyete devri olarak tanımlanmaktadır. Devredilecek sermaye payının %10
veya %20 gibi olması dar kapsamlı özelleştirme için yeterli olacağı görüşü
varsa da %51’in kıstas olarak alınması şeklindeki görüş genelde kabul
edilmektedir. Türkiye’de genelde dar kapsamlı özelleştirme uygulanmaktadır.[2]
Geniş Kapsamlı özelleştirme ise; devletin sahip
olduğu mal varlıklarının devlet mülkiyetinden ayrılması veya satış yolu ile
elden çıkarılması , piyasanın işleyişi üzerindeki devlet denetiminin veya
müdahalesinin azaltılması veya kaldırılması, rekabete yönelme ve bunlarla
birlikte daha önce sosyalist sistemdeki ülkelerin ( Örneğin Doğu Avrupa,
Rusya ) özel mülkiyete geçiş ve piyasanın
düzenlenmesi konularını kapsar.[3] 3-ÖZELLEŞTİRME NEDENLERİ VE TÜRKİYE İÇİN
GEÇERLİLİĞİ KİT’lerin özelleştirilmesinde öne
sürülen ekonomik gerekçeler, serbest piyasa mekanizması içinde özel
işletmelerin, kamu işletmelerinden daha etkin çalıştığı görüşüne
dayanmaktadır. Özellikle akademik çevrelerde, kamu kesiminin büyümesi ve bu
büyüme nedeniyle daha çok kaynak kullanılmasının etkinliği düşürdüğü görüşü
hakimdir. Özelleştirme ile kamu kesiminin payının küçültülmesi, dolayısıyla
serbest kalan kaynakların özel kesim tarafından üretilecek mal ve hizmetlere
tahsisi amaçlanmaktadır. Bu sayede ekonomide kaynakların daha etkin kullanılacağı,
üretim artışının sağlanacağı ve büyümenin hızlanacağı düşünülmektedir.[4]
Böylece hem tek tek işletmelerin, hem de tüm
ekonominin etkinliğinin sağlanacağı ve sonuç olarak ekonomide verimliliğin
artacağı kabul edilmektedir. Türkiye’de 1930’lu yıllardan bu
yana Kamu İktisadi Teşebbüsleri kurulurken temel amaç ülkedeki üretim
yetersizliğin giderilmesi olmuştur. KİT’ler ekonomik kalkınmayı sağlamak,
temel gereksinimleri bir an önce karşılamak, altyapıyı güçlendirmek, özel
sektörlere destek olmak gibi amaçlarla kurulmuştur. Devletçilik politikasının
izlendiği dönemlerde bile KİT’lerin işlevlerini tamamladıkça özel sektörlere
elverişli şartlarla devri daima gündemde olmuştur. Ekonomik gelişme
hızlandıkça ve özel girişimler eliyle yeterli miktarda ve uygun koşullarda
ürün arzı başlayınca, birçok KİT’lerin varoluş amacı ortadan kalkmaya
başlamıştır. Ekonominin bazı alanlarında teknik
ve teknolojik gelişmeler açısından geri durumda bulunduğu için yatırım ve
üretim yapmanın mümkün olmadığı durumlar vardır. Özel sektör kar maksimizasyonu amacıyla üretim yapacağı için bu alanlarda
harcama yapmaktan kaçınabilir. Buradaki boşluğu doldurmak amacı ile de KİT
kurulur. KİT’in öncülüğü ile önemli aşamalar yapıldıktan ve teknolojik
atılımlarla problemler çözüldükten sonra, KİT’lerin varlık nedenleri ortadan
kalkar. Japonya’da olduğu gibi. Türkiye’de de bazı sektörlerde, örneğin
tekstilde aynı durum söz konusudur. [5] KİT’ler faaliyetlerinin
gerektirdiği parasal kaynakları kendileri yaratmadıkları zaman devlet
bütçesine yük olmaktadırlar. Çünkü, KİT’lerin finansman açıkları genellikle
devlet tarafından karşılanmaktadır. KİT’lerin zararları ve finansman açıkları
iki ayrı kavramdır. Finansman açıkları, KİT’lerin faaliyetlerinden
kaynaklanabileceği gibi, işletme sermayesi ihtiyacından, yatırım
ihtiyaçlarından veya borç ödemelerinden de kaynaklanabilir. Finansman açığı
şayet KİT’lerin faaliyetlerinden kaynaklanıyorsa, bu olumsuz bir durumdur.
Buna karşın açıklar şayet yatırım ihtiyaçlarından kaynaklanıyorsa durum
olumsuz olmayabilir. Finansman açıklarını değerlendirmek için bu açıkların
nereden kaynaklandığını saptamak önemlidir. Eğer işletme faaliyetleri kaynak
yaratıyorsa , bu durum, diğer kaynakları karşılamada destek olur. Sermaye
piyasasının amacı, gerçek ve tüzel kişilerin ellerindeki tasarrufların,
menkul kıymetler aracılığı ile yatırım alanlarına kaydırılmasını sağlamaktır.
Gelişmekte olan bir sermaye piyasasının ihtiyaç duyduğu önemli husus, yeterli menkul kıymet arzıdır.
Özelleştirme, sermaye piyasasının ihtiyaç duyduğu hisse senetlerini sunmak
suretiyle piyasanın canlanmasına katkıda bulunacaktır. Sermaye piyasasının gelişmesi,
ülkedeki tasarrufların yatırımlara dönüşmesinde önemli bir faktördür. Hisse
senedi ihracı ile özelleştirme, sermaye piyasasının gelişmesini sağlayarak
tasarrufların yatırıma dönüşmesinde katkıda bulunacaktır.[6] Yaygın ve kapsamlı bir
özelleştirme programı, bazı teşvik tedbirleriyle de desteklenmesi halinde,
hisse senedinde yatırım yapma
alışkanlığını geliştirecektir. Özel yabancı sermaye, portföy yatırımları
suretiyle de yatırım yapabilir. Bu yatırımlar yabancı portföy sahiplerinin
bir faiz yada temettü geliri sağlamak için uluslar arası sermaye
piyasalarından menkul kıymet satın alarak yaptıkları yatırımlardır. New York,
Londra, Tokyo, borsaları bu uluslararası sermaye piyasalarının en
önemlileridir. KİT’lerin hisse senetlerinin bir kısmının bu tür piyasalarda
satılması ile ülkeye bir sermaye girişi sağlanacaktır. Bu şekilde, gerek
dolaysız, gerekse portföy yatırımlarının özelleştirme politikası ile ülkeye
çekilmesi ve ödemeler dengesinin bundan olumlu etkilenmesi sağlanabilir. Zaman içinde KİT’lerin giderek
büyümesi, gelişen teknolojiye ayak uyduramaması, fiyat ve tarife
ayarlarındaki gecikmeler, aşırı
istihdam gibi nedenlerle işletme açıkları
büyümüş ve üstlenilen yatırımlar için gerekli finansmanın borçlanma yoluyla
karşılanması bu kuruluşların bütçeleri üzerinde önemli yükler oluşmasına
neden olmuştur. KİT sübvansiyonları ve
borçlanmalar yönünden kamunun finansman yükünün artmasını önlemek için,
teşebbüslerin ekonomi içindeki paylarının daraltılması ve bunlara verilen
sübvansiyonların azaltılarak kendine yeten kuruluşlar haline gelmesi içinde
özelleştirme uygulamasına başlanmıştır. Böylece, özelleştirme KİT’lerin
hazine üzerindeki yükünü hafifletecek, hem de daha rasyonel bir işletme ve
üretim yapısı oluşturarak yüksek fiyat artışlarına gitme zorunluluğunu
azaltmak imkanı doğacaktır. Özelleştirme ile devlet,
KİT’lerin bir kısmını satarak, kiraya vererek vb. yöntemlerle gelir temin
edebilmektedir. Türkiye’de hazinenin özelleştirmeye gelir sağlamak açısından
bakması, özelleştirmenin gelecekte
elde edilecek gelir ve giderler göz önüne alınmadan yapılması tehlikesi
vardır. Böyle bir durumda, özelleştirmenin orta ve uzun dönem sakıncaları, kısa
dönem yararlarından daha büyük olabilir.
Sosyal gerekçelerin başında gelir
ve servetin yeniden dağılımını sağlamak gelmektedir. Gelişmiş ve gelişmekte
olan tüm ülkelerde farklı boyutlarda da olsa, gelir ve servetin dağılımında
dengesizlikler bulunmaktadır. Toplumda mevcut gelir ve servetin yeniden
dağılımının sağlanması için özelleştirme de bir politika aracıdır. Özellikle
karlılık oranı yüksek KİT’lerin hisse senetlerinin çalışanlara, yöneticilere
ve küçük tasarruf sahiplerine bazı avantajlarla satılması, bu kesimlere bir
gelir transferi sağlamış olur. Böylece daha geniş bir kesimin, kamu
işletmelerinin mülkiyetine ortak edilmesi ile hem gelir dağılımına olumlu
etkide bulunulmuş hem de mülkiyet ve emek faktörleri birleştirilerek iş
anlaşmazlıklarının azaltılması ve verimliliğin artması sağlanmış olur.[7] Gelir ve servetin geniş kitlelere
yayılması amacıyla uygulanacak özelleştirme politikasının başarılı olabilmesi
için, özelleştirmenin “hisse satışı”
yoluyla uygulanması, bu hisselerin daha düşük gelir ve servet
gruplarınca satın alınmasını sağlamak için gerekli tedbirlerin alınması
gerekir. Özelleştirme uygulamalarında ortaya çıkabilecek sorunlardan biri de
hisse senetlerinin birkaç kişi ve kuruluşun elinde toplanmasıdır. Bunu
engellemek için çeşitli tedbirler alınabilir. Öncelikle, özelleştirme
sırasında kişi ve kuruluşların satın alabileceği maksimum hisse senedi sayısı
belirlenebilir. İkinci olarak hisse senetlerinin yine belli bir kesim elinde
toplanmaması için, düşük gelir guruplarına özendirici bazı tedbirlerle hisse
senedi satılabilir. Bu anlamda, hisse senedi satışlarında tesiste çalışanlara
öncelik sağlanabilir. Hisse senedi düşük gelirli çalışanlara satılırken
indirim yapılabilir. Bunun dışında, yasal düzenlemeyle KİT’lerin hisse senedi
alımı için bir fon oluşturmaları sağlanabilir. Bu fondan çalışanlara hisse
senedi alımı için para ödenebilir ve daha sonra karşılığı taksitler halinde
geri alınabilir.[8] Özelleştirme kararlarının
alınması politik tercihleri yansıtmaktadır. Bu tercihi etkileyen pek çok
faktör vardır. Örneğin, hükümetlerin özelleştirme politikalarına
girişmelerinin önemli bir nedeni devletin ekonomideki rolünü azaltma
arzularıdır. 1970’li yıllardan başlayarak yaygınlaşan arz yönlü iktisat
görüşünde ekonomik yaşamda görülen istikrarsızlıkların nedeninin devletin
ekonomiye doğrudan veya dolaylı olarak yaptığı müdahaleler olduğu, serbest
piyasa ekonomisinin ise sosyal refahın artırılması için yeterli bulunduğu görüşü
savunulmuştur. Bu akımında etkisiyle Türkiye’de 1980’den başlayarak ortaya
konulan siyasal tercih, KİT’lerin özel sektöre satılmasının, toplumda özel
mülkiyetin yaygınlaşmasına imkan vereceği, böylece piyasa ekonomisinin
işlemesi için ortamın iyileşeceği yönündedir.[9] Kalkınma ile ilgili olarak
akademik düşünceler yanında, uluslar arası organizasyonların yaklaşımları da
önem taşımaktadır.. Dünya Bankası,Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi
kuruluşlar sistem olarak KİT’lere karşıdırlar. Bu kuruluşlar, KİT’lerin
ulusal kaynakları savurganlığa ittiği, bütçe açıklarına, enflasyona neden
olduğu ve büyümeyi yavaşlattığı inancıdadırlar. 1980’li yıllarda itibaren dış finans dar boğazı
içinde olup IMF ile anlaşmak ve stand-by sözleşmesi imzalamak durumunda olan ülkelerin tamamı,
KİT’lerini özelleştirme koşulunu kabul etmek zorunda kalmışlardır. Bu şartı
kabul ettikleri halde başarılı bir özelleştirme politikası izleyemeyen (
Türkiye ve Brezilya gibi ) ülkelere ise sözleşmeye rağmen kredi muslukları
açılmamıştır. 5 Nisan kararları
sonrası IMF ile stand-by
anlaşmasına rağmen Türkiye’de yeterince dış kredi sağlanamamasında
özelleştirme faaliyetlerinde anlamlı bir yol alınmamış olmasının payı
bulunmaktadır.[10] 4-TÜRKİYE’DE ÖZELLEŞTİRME
UYGULAMALARI 4-1- ÖZELLEŞTİRME KAPSAMINA ALINAN
KURULUŞLAR 1985 yılından itibaren 218
kuruluşa ait kamu payları ile kamuya ait 21 yarım kalmış tesis, 5 taşınmaz ve
4 elektrik santralı özelleştirme kapsamına alınmıştır. 19 kuruluştaki kamu
payları ile 4 elektrik santralı ve 4 taşınmaz daha sonra özelleştirme
kapsamından çıkarılmıştır. Bu kuruluşlar arasında yer alan, Denizcilik
Bankası, Halk Bank ile Türkiye Öğretmenler Bankası, Emlak Bank ile
birleştirilmiştir. Boğaziçi Hava Taşımacılığı AŞ. tasfiye edilmiştir. AKTAŞ
Elektrik, Sümerbank, Başak Sigorta, ETİTAŞ Elektrik İmal. Tesisat A.Ş, Güney sanayii, Kayseri Elektrik T.A.Ş, MİTAŞ Madeni İnşaat
İşleri A.Ş., NURTEK, Oyak Sigorta, SOYTEK Elektrik
Santral Tesis ve İşletmesi, ve Ticaret A.Ş. ve TGT Elektrik ait paylar ilgili
kamu kurumlarına iade edilmiş, Gübre Fabrikaları A.Ş., TÜLOMTAŞ ve TÜVASAŞ
ile 4 elektrik santralı ve 4 taşınmaz, herhangi bir özelleştirme işlemine
tabi tutulmaksızın kapsamdan çıkarılmıştır. Halen özelleştirme kapsamında 54
kuruluş ve 1 taşınmaz bulunmaktadır. Tablo:1-Özelleştirme İdaresi
Kapsamındaki Şirketler / Kuruluşlar(Portföydeki)
Kaynak: Özelleştirme
İdaresi Başkanlığı, ( www.oib.gov.tr),
23-10-2001. 4-2- 1984-2001 (OCAK) DÖNEMİ
İTİBARİYLE GERÇEKLEŞTİRİLEN UYGULAMALAR Özelleştirme çalışmaları, 1984
yılında kamuya ait yarım kalmış tesislerin tamamlanması veya yerine yeni bir
tesis kurulması amacı ile özel sektöre devri ile başlamıştır. 1986 yılından
itibaren hız kazanan ve tamamı kamuya ait veya kamu iştiraki olan
kuruluşlardaki kamu paylarının özelleştirme kapsamına alınması yoluyla
yürütülen program çerçevesinde, İdare tarafından bugüne kadar Kardemir'de dahil olmak üzere 16 kuruluşta hisse senedi veya varlık satış / devir işlemi yapılmış ve bu kuruluşlardan 143 tanesinde hiç kamu
payı
kalmamıştır. 143 kuruluş arasında yer alan ve üretim
birimleri ile varlıklarının tamamının özelleştirilmesi sonucu işletmecilik
faaliyeti kalmayan YEM
Sanayii ve Süt Endüstrisi A.Ş.
Kasım 1997'de, ÇİTOSAN ve TESTAŞ Temmuz
1999'da Et ve Balık Ürünleri A.Ş. ile, KÖYTEKS Yatırım Holding A.Ş. ise
Aralık 1998'de Sümer Holding A.Ş. ile birleştirilmek, ORÜS Orman Ürünleri
A.Ş.'de kalan 2 işletme SEKA'ya devredilmek suretiyle Mart 2000 tarihinde
tasfiye edilmiş ve bu kuruluşların tüzel kişiliği sona ermiştir. Blok
satış, yurtiçi ve yurtdışı piyasalarda hisse senedi arzı ve varlık satışı
biçiminde kısmen özelleştirme işlemi gerçekleştirilen diğer 17 kuruluşta ise halen
kamu payı bulunmaktadır.Yine bu çalışmalar doğrultusunda,
özelleştirme kapsamına alınan 18 yarım kalmış tesisin satış veya defter değeri
üzerinden devir işlemi gerçekleştirilmiştir.4046 sayılı Kanun
çerçevesinde ayrıca, özelleştirme kapsamında bulunan 14 kuruluşa ait bazı taşınmaz ve
varlıklar, çeşitli kamu kurumlarına bedelsiz olarak devredilmiştir.30 Mart 2001 tarihi
itibariyle gerçekleştirilen
özelleştirme
uygulamalarının toplam tutarı 2.1 katrilyon TL (7.4 milyar ABD $) düzeyindedir. Bir bölümü
vadeli ve döviz cinsinden gerçekleştirilen bu işlemlerden borç ödemeleri
oluşturmaktadır.
Kaynak:
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, ( www.oib.gov.tr),
23-10-2001. Tablo 2-1985 - Aralık
2000 YILI ÖZELLEŞTİRME İDARESİ 4-3- 2001 YILI ÖZELLEŞTİRME PROGRAMI
Kaynak:Özelleştirme
İdaresi Başkanlığı, (www.oib.gov.tr/2001Program.htm),
23-10-2001. 5- DEĞERLENDİRME VE
ÖNERİLER Ekonomide kıt kaynakların nasıl
tahsis edilmesi gerektiğine piyasa ve fiyat mekanizmasından daha iyi ve etkin
cevap veren bir sistem,henüz keşfedilmemiştir. Bu nedenle ister
gelişmiş,isterse gelişmekte olan bir ülke olsun her ekonomi piyasanın verdiği
sinyalleri dikkate almak zorundadır. Konu ile ilgili olarak yapılan tüm
ampirik araştırmalar ve dünya ülkeleri üzerinde yapılan gözlemler bu tespiti
doğrulamaktadır. G.W.Scully tarafından yapılan ve
tüm dünyada büyük ilgi uyandıran geniş kapsamlı bir ampirik araştırmaya göre,
sağlam bir hukuk sistemine sahip, özel mülkiyeti koruyan ve kaynak dağılımını
piyasa mekanizmasına dayandıran toplumlar, bu özgürlüklere sahip olmayan
toplumlara kıyasla ortalama üç kat daha hızlı büyümüşler, iki buçuk kat daha
yüksek bir verimlilik artışını gerçekleştirmişlerdir. Devlet
denetimi,ekonomik planlama,bireysel inisiyatiflerin reddedilmesi gibi
kavramlar moda fikirler olabilir,ancak orta ve uzun dönemde bunlar büyüme
hızını düşürür. Ekonomik ve siyasi özgürlük bir bütündür, birbirinden
ayrılamaz. Şayet ekonomik özgürlükler kısılırsa, ardından siyasi
özgürlük de yok olur. Dünyadaki tüm örnekler gösteriyor ki, bir ülkede
ekonomiye ne kadar çok kısıtlama getirilirse, ülke o kadar yoksullaşıyor ve
yolsuzluklar,usulsüzlükler o kadar kolay yürütülüyor demektir.[11] 1970’li yıllara kadar piyasa
mekanizmasının başarısızlığını düzeltmede ve istikrarı sağlamada, olumlu
dışsallıkları ile fonksiyonel olan KİT’ler özellikle 1970’li yıllarda olumsuz
içsel ve dışsal ekonomilerin, olumlu içsel ve dışsallıklara daha baskın
olması sonucu çıkar dağılımını ve kaynak planlamasını amaç fonksiyonlarının
tersine gerçekleştirmeye başlamıştır. Yani, ”popülist ve kesintili” demokrasi
sayesinde, rasyonel yönetim ve kaynak kullanımı terk edilmiştir. Bunun temel
nedeni, iktidarların günü birlik tasarruflarında KİT’leri, icraatları için
hareket yeteneği sağlayan (istihdam,yatırım,fiyatlandırma ve satış
politikaları ile) oy depoları olarak görmeleri ve etkinsizliğin kaynağını
oluşturan diğer yanlış tasarruflardır. Biz özelleştirmeyi tartışmaya
başladığımız dönemde henüz özelleştirme ile ilgilenmeyen birçok ülke,bugün
bizden daha öndedir.[12] Özelleştirme, günümüzde adeta
evrensel bir nitelik kazanmış ve hem gelişmiş hem de gelişmekte olan
ülkelerin iktisat politikalarının odak noktası haline gelmiştir. Bu bağlamda,
Türkiye’de de 24 Ocak kararlarıyla birlikte özelleştirme gündeme girmiştir.
Bu kararlar toplumun geneli tarafından benimsenmiş ve özelleştirme ile ilgili
1980’lerde yapılan tartışmalar da artık tamamen aşılmıştır. Günümüzde
özelleştirmeye karşı çıkan geniş bir kitle bulunmamaktadır. Bütün
tartışmalar, özelleştirmeni uygulama şekliyle,kapsamıyla,mevzuatıyla yada
etkin bir şekilde yapılmamasıyla ilgilidir. Maalesef,ülkemizde bugüne kadar
yapılan özelleştirme faaliyetlerinde yeterli bir başarı sağlanamamıştır.
Bunun birçok sebebi vardır,bu sebeplerin bir kısmı özelleştirme kavramının
içselleştirilememesinden,ne olursa olsun özelleştirilsin yani bir nevi “sat
kurtul” mantığından kaynaklanmakta;bir kısmı ise siyasilerin,çeşitli
örgütlerin,çıkar gruplarının,bürokratların etkisiyle bir türlü etkin bir
uygulamanın sağlanamamasından kaynaklanmaktadır. Özelleştirme politika ve
uygulamalarının ekonomik ve siyasal olmak üzere iki yönü vardır.
Özelleştirmenin ekonomik yönü,piyasa ekonomisinin ve dolayısı ile özel
sektörün gerekli koşullar sağlandığı taktirde üretimde ve üretilenin
dağıtımında, kaynak kullanımında, en rasyoneli bulacağı ve kamu kesimi ile
karşılaştırıldığında çok daha verimli çalışacağı konusuna ilişkindir. Rekabet
bu anlamda çok önemlidir,hatta belirleyici bir role sahiptir. Ancak,serbest
piyasa ekonomisinin ve tam rekabet koşullarının gerçekleşmesi oldukça güç hatta
imkansızdır. Serbest piyasa,rekabete dayalı işlevini yürütebilmek
için,olmazsa olmaz gerçekleştirilmesi gerekir. Bu sağlanmadığı zaman ortaya
“piyasa başarısızlığı” çıkmaktadır.Bu durumda devletin müdahale ederek durumu
düzeltici önlemler alması beklenmektedir. Devlet de mal ve hizmet üretiminde
pek çok sorunla karşılaşmakta ve bu nedenle de karşımıza çıkan piyasa
başarısızlığına benzer bir “kamu başarısızlığı”dır. Şu halde ne özel sektör
ne de kamu sektörü her koşulda iyi çalışmakta ve kaynakları verimli
kullanmaktadır. Hangi amaçlara yönelik olarak hangi sektörün işlevsel
olduğunun belirlenmesi çok ayrıntılı bir incelemeyi gerektirmektedir. Yani,
özel sektörün her koşulda verimli kamu sektörünün ise her koşulda verimsiz
çalıştığı (veya tersi durum) şeklindeki düşünceler gerçeği yansıtmamaktadır.
Bu ayrımların iyi saptanması gerekmektedir. Özelleştirmenin siyasal
yönü,özelleştirme ile varılmak istenen amaca ilişkindir. Devletin mal ve
hizmet üretimini sosyal amaçlarla bağdaştırarak yerine getirmesindeki “siyasal-sosyal”
nitelik ile verimlilik çelişkili olarak değerlendirilmekte verimlilik
doğrultusunda tercih belirtilmektedir. Sosyal-siyasal,amaç-verimlilik
bütünlüğü üzerinde durulmaktadır. Türkiye gibi gelişmekte olan gelir dağılımı
dengesizliklerinin belirgin olduğu ülkelerde özelleştirmenin endüstrileşmiş
toplumlarda karşılanamayan özel sorunları da beraberinde getirme potansiyeli
göz önünde tutulmamıştır. Türkiye’de özelleştirme politikalarının gündeme
geliş ve uygulanmasında gerekli tartışma ve toplumsal geri besleme
yollarından yararlanıldığını söylemek mümkün değildir.[13] Kamu kesiminin başarısız olduğu alanlar her ülke için
farklılık arz etmektedir. Çünkü her devletin koşulları ve başarısız olduğu
konular farklıdır. Her devlet için geçerli olabilecek bir reçete sunmakta
mümkün değildir. Örneğin, sosyal göstergelerinde belli bir standardı
sağlayamamış,sosyal güvenlik sistemlerini oturtamamış olan gelişmekte olan
ülkelerde sosyal harcamalarda kısıntı yaparak mümkün gözükmektedir. Önemli olan
kamu kesimi başarısızlıklarının nereden kaynaklandığını tespit etmek ve
öncelikleri belirleyip tedbirler almaktır. Bunun için de her şeyden önce
“niyet”in olması ve bu niyeti gerçekleştirecek bir “devlet ahlakı” mevcut
olmalıdır. Devlet yönetimindeki ahlaki altyapının varlığı ise büyük ölçüde o
ülkenin kültürel ve siyasal geleneklerine bağlı olarak oluşmaktadır. Bu durum
da gelişmekte olan ülkelerde kamu kesiminin etkinliğini sağlamak için
alınacak önlemleri gerçekleştirmekte önemli bir engel teşkil etmektedir.[14] Ülkemizde 1980’lerden itibaren gerçekleştirmeye
çalışılan yapısal dönüşüm maalesef birçok kişinin bu durumu fırsat bilerek
çıkar sağlamak için adeta yarışa girdiği bir süreci doğurmuştur, oysa süreç
başlamış ve toplumun geneli tarafından da kabul görmüştür. Fakat çıkar
gruplarını engelleyen,gerekli kararları hızla yürürlüğe koyan,yapısal
dönüşümü bütün kademelere yayarak toplumla birlikte hareket eden güçlü bir
devlet yerine,çeşitli çıkarlar peşinde koşan siyasiler,adeta ne yaptığını ve
ne yapacağını bilemeyen istikrarsız bir devlet yapısı karşımıza çıkmaktadır.
Toplumun her kademesinde görülen bu başı bozukluktan,bir türlü
gerçekleştirilemeyen uygulamalardan özelleştirme de nasibini almıştır. Hızlı değişim bunalım yaratır. Bunalım dönemleri, gelir dağılımı zaten
bozuk olan ülkelerde daha şiddetli hissedilir. Bunalım sırasında, hukuk,
eğitim, sağlık, ekonomi gibi sistemlerin büyük eksik ve yanlışları daha
abartılı olarak toplumun gözüne batar. Dolayısıyla,Türkiye’nin bir yandan
dünyadaki yeni oluşumlar,öte yandan bu oluşumların Türkiye’ye yansıyan
sonuçları açısından tam bir bunalım dönemini geçirdiğini zaten gözlemliyoruz.
Böyle zamanlarda politikacıların işleri daha da zorlaşır. Dünya ve toplum
hakkında doğru teşhislere ve dolayısıyla geçerli çözüm önerilerine sahip olan
iyi ve yetenekli politikacılar,böyle dönemleri,toplumu yeniden biçimlendirmek
ve yeni yaklaşım çerçevesinde ülkeyi yeniden yapılandırarak düze çıkarmak
için bir fırsat olarak değerlendirirler. Oysa ülkemizde olduğu gibi;esas
amaçları ceplerini doldurmak,yandaşlarına çıkar sağlamak,çağ gerisi
ideolojilerini geliştirmek ya da kişisel
kariyerlerini güçlendirmek olan kötü ve yeteneksiz politikacılar da,bunalım
dönemlerini,bu hedeflerini gerçekleştirmek için bir şans olarak görürler.
Türkiye’de bir süredir,politikacıların sorun çözmek yerine,bizzat
kendilerinin yeni sorunlar ürettiğine tanık oluyoruz.[15]
Türkiye’de uygulanan özelleştirme programı ile satılan
paylar,devlete kaynak sağlayan işletmeler arasından seçilmiştir. Bu
işletmelerin diğer bir özelliği de mülkiyetlerinin çoğunluğunun özel sektöre
ait olmasıdır. Yapılan özelleştirme ile,bu işletmelerin yönetimlerinde
herhangi bir yapısal değişiklik söz konusu olmamıştır. Devlet bu tür
işletmelerindeki paylarını satmak ile sağlayacağı kâr paylarından
vazgeçmiştir. Sağlanan fonlar ile de zarar eden işletmeleri,kâra geçirip
özelleştirmeye hazırlayacak çalışmalar yapılmamıştır.[16]
Özelleştirmede,dağıtım ihalelerine ve devirden sonra
ortaya çıkabilecek sorunlara baktığımızda ilk göze çarpan hazırlıksız ve
hangi tür problemlerle karşılaşılacağı önceden öngörülmeden sonuca ulaşılmaya
çalışıldığıdır. Örneğin,TEAŞ-TEDAŞ-Özel Şirket arasında köprü görevi bir
birim mevcut değildir. Elektrik sektöründe özelleştirme sonucu rekabetin ne
yönde olacağına ilişkin bir düzenleme yapılmamıştır. Görev verme süreleri
dünyadaki örneklerinden çok daha uzun süreli,devir bedelleri ise
düşüktür.Müşterilerin dağıtım şirketini seçme olanağı mevcut değildir. Bu da
hizmet kalitesinin bulunamayacağı anlamına gelmektedir. Tüketici haklarının
ne şekilde korunacağı da açıklanmamıştır.[17] Başarılı bir özelleştirmenin gerçekleştirilebilmesi
için her şeyden önce başarılı bir piyasa ekonomisini uygulayabilmek
gerekmektedir. Fakat Türkiye’de piyasa sisteminin yetersiz olduğu açıktır.
Özelleştirme,piyasa sisteminin derinliği ve etkinliği ile ilgilidir.
Türkiye’de özelleştirmeye bütçe açığını kapatmak amacıyla baş vurulmuştur. Bu
son derece yanlış bir uygulamadır. Özelleştirmenin mülkiyeti KİT’lere
yayabilmek ve piyasa sistemine dolayısıyla rekabete etkinlik ve yaygınlık
kazandırmak için yapılması gerekmektedir. Fakat Türkiye’de bu amaç gündeme
getirilmemektedir. Böylece özelleştirme doğru bir hedefe yönlenmemiş
olmaktadır. Hedef yanlış belirlenince yöntemde yanlış olmaktadır.
Özelleştirme ile rekabet ve piyasa sistemine işlerlik kazandırmanın
hedeflenmesi halinde,özelleştirilecek kurumları belli kişi ya da kurumlara satmayarak halka açmak gerekmektedir. Doğal tekellerde ise;günün gereksinimlerini
karşılayacak yapılanma yerine stratejik sektör,özel tekel gibi düşünce ve
politikalarda değişime karşı çıkmak Türkiye’nin global rekabet yarışında geri
kalmasına ve gelişmiş ülkelerle arasındaki uçurumun genişlemesine neden
olabilir. Hizmetin kim tarafından sunulduğundan daha stratejik olan konu,bu
hizmetlerin sosyal ve ekonomik yaşamın ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde
güçlenerek genişlemesi ve hizmetlerin dünya standardında en ekonomik şekilde
topluma sunulmasıdır. Tekelin,özel ya da kamuya ait
olması değil,onun tekel gücünü kullanıp kullanmadığı ve tekel gücünün
yarattığı ataletle hizmeti kaça mal edip,tüketiciye hangi fiyatla ulaştırdığı
önem taşımalıdır. Kamusal hizmetler rekabete açılabilecek alt bölümlere
ayrılarak rekabete açılmalı,rekabete açılmayacak olan alanlarda ise etkin bir
regülasyon sistemi kurulmalıdır. Rekabet amaç değil
araçtır. Günümüze kadar tekel olan faaliyetlerin bir anda rekabete geçmesi mümkün değildir. Bu nedenle rekabetin uygun
koşullarda oluşması sağlanmalıdır. Bu amaçla,bir geçiş
süreci ve bu sürece uygun politikalar belirlenmelidir. Entegre bir sistem
içinde tekel olan hizmetlerin rekabete açılabilecek olan alt kısımlarında
rekabetin oluşması;sektörün rekabete açılmayan kısmının (veya düopol politikasıyla sınırlı rekabet yaratılabilse dahi
bir firmanın hakim olduğu durumlarda) etkin bir regülasyon
çerçevesinde denetlenmesine bağlıdır. Aksi halde,sektörün genelinde olan tekel
gücü darboğaz oluşturan kısmında(örneğin enerji sektöründe iletim hizmetinde)
yeniden ortaya çıkacaktır. Bu nedenle,doğal tekelin ileri ve geri bağlantısı
olan kısımlarında rekabet için uygun koşulların oluşmasını sağlayan ve
sürekli olarak bunu denetleyen etkin bir regülasyon
sistemi kurulmalıdır. Piyasanın tekelci ve rekabetçi kısımlarının
ayrılması,tekel gücünün kötüye kullanılmasının engellenmesi,rekabetin eşit
şartlarla gerçekleşmesinin sağlanması,sosyal ve ekonomik politikalarının
uygulanmasının gözetilmesi,teknik standartların belirlenmesi ve uyumun
denetlenmesi için regülatör kuruma ihtiyaç vardır. Regülatör kurum,ekonomik
etkinliği sağlamaya dönük yapılandırılmalıdır. Ekonomik etkinliğin uzun
dönemde politika, regülasyon ve işletme
faaliyetlerini bir arada yürüten bir kurum tarafından sağlanması mümkün
olmamaktadır. Geçmişte KİT sisteminde yaşanan deneyimler bunu açıkça
göstermiştir. Bu nedenle özerk regülatör kurumlar oluşturulmalıdır.[18]
Federe
devletlerde,özellikle şehir yönetimleri düzeyinde özelleştirme hareketi çok
eski tarihlere dayanmaktadır. Bu konuda en canlı örnek olarak 1932 yılından
itibaren çöp toplama işin özel şirketlere bırakan San Francisco
gösterilmektedir. 1979 yılında yapılan bir araştırma ile o tarihte San
Francisco’da oturan bir kişi çöplerin toplanması için 40 dolar verirken, New
York’ta belediye tekelinde yürütülen bu hizmet için,orada oturan bir kişi
belediyeye 297 dolar verdiğini tespit etmektedir. Bununla beraber artık
mahalli kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi tamamen başka bir boyut
kazanmıştır. Halen şehirler ve federe devletler düzeyinde;su
dağıtımı,temizlik genel park ve bahçelerin bakımı,şehir içi taşımacılık
hizmetleri,yangınla mücadele,sokakların bakımı ve hatta hapishanelerin
yönetimi geniş çapta özelleştirilmiştir.[19]
Doğal tekeller konusunda örnekler çoğaltılabilir. Önemli olan hizmetin
en etkin ve yeterli düzeyde,maliyeti düşürülerek gerçekleştirilmesidir. Bir
diğer konuda,”şu kamu hizmeti çok gerekli buna ağırlık verilsin, diğerinden
kısılsın” gibi yaklaşım çok yanlıştır. Eğer benim evim yanıyorsa,benim için o
anda en gerekli olan hizmet itfaiye hizmetidir,eğer bir trafik kazası
geçirmişsem benim için en önemli hizmet ilk yardımdır. hizmetin etkinliliği
ve sürekliliği önemlidir. Bu konuda maalesef yerel yönetimlerin başarılı
olduğu söylenemez,her zaman bazı hizmetler geri plana atılmaktadır ve mağdur
olan yine vatandaşlar olmaktadır. KİT’lerin özelleştirilmesine şüpheyle bakılmasına neden
hususlarda birisi de şudur;”Türkiye’de büyük bir bölgesel dengesizlik vardır.
Doğu ve Güneydoğu Bölgelerimizde özel sektör tarafından yatırım
yapılmamaktadır. Bölge halkı gittikçe fakirleşmektedir,doğudan batıdaki
kentlerimize büyük bir göç yaşanmaktadır. Dolayısıyla devlet, KİT’ler
aracılığı ile orada yatırım yaparak hem bölgesel dengesizlikleri azaltır hem
de göçü durdurur. Böylece KİT’ler bölgesel dengesizlikleri gidermede bir araç
olarak kullanılmış olur.” İlk bakışta mantıklı gibi görünen bu yöntemle,bir
problemi çözerken veya çözer gibi görünürken,bundan daha büyük bir problem
yaratılmış olur. O nedenle doğudaki ekonomik sorunlara,oralara yeni KİT’ler
kurarak değil,yerel sermayeyi harekete geçirmek suretiyle çözüm aranmalıdır.
Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından 1987-1994 yılları arasında iller
itibariyle açıklanan GSYİH sonuçları çok[20]ilginçtir.
Buna göre Şanlıurfa ,Artvin, Muş, Ordu, Tokat, Çorum, Adıyaman,
Malatya,Diyarbakır ve Van illerimizde büyük yatırım hamleleri başlatılmıştır.
İşin ilginç yanı, bu işlerin devlet tarafından değil,müteşebbis insanlar
tarafından yapılmış olmasıdır. Bu insanlar kendilerine güveniyor ve
güvendikçe de başarısı artıyor. Bu itibarla hükümetler il ve bölge bazındaki
bu yatırımları desteklemelidir. Böyle bir destekleme parasal teşvik şeklinde
değil bu insanların önünü açma,bürokratik formaliteleri azaltma, pazar
araştırmalarında yardımcı olma,girdi bazında kolaylıklar sağlama ve özellikle
enerji kullanımında düşük tarifeler uygulama şeklinde olmalıdır. özellikle
ihracat olgusundan bir örnek vermek gerekirse;Türkiye’de bir ihracatçı malını
yurtdışına çıkarabilmesi için 113(ortalama) imza alması gerekmektedir; bu
oranlar Fransa’da 12-15 imza,Almanya’da 13-17 imza gibidir. Yani siz
Türkiye’den Avrupa’ya domates ihraç edene kadar;Fransa,Cezayir’den 10 kez
domates getirip Avrupa’ya ihraç edebilir. Şubat 2001 sonrası ekonomiden sorumlu bakan olarak
Sayın Kemal Derviş atanmış ve 13 Mart 2001 tarihinde bir “acil önlemler
paketi”ni kamuoyuna sunmuştur. Bu “acil önlemler” çerçevesinde;Türk Telekom’un %51’nin blok olarak satışı,%49’luk hissenin
ise çalışanlarına öncelik tanınması suretiyle halka arz yöntemi ile
özelleştirilmesine olanak sağlayacak yasal değişiklikler hızla yapılacak.
Ayrıca katma değerli hizmetlerinin lisans devirlerine ilişkin deregülasyon çalışmaları hızlandırılacak. Türk Telekom Yönetim Kurulu’nun en öncelikli görevi şirketi
özelleştirmeye hazırlamak olup Yönetim Kurulu bu kapsamda ihale komisyonu ile
yakın işbirliği içinde olacaktır. Aynı zamanda,üçüncü nesil mobil (UMTS)
lisansının satışına ilişkin hazırlık çalışmaları yapılacak. UMTS’nin satışı konusunda Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz
tarafından yapılan açıklama şöyledir; UMTS’nin
devreye sokulabilmesi konusunda 2002 yılında hazırız. Elimizde bir 1800 GSM
kanalı var ihale edilebilecek,ikincisi de UMTS sistemine geçiş.
İkisi için de çalışmalar 2002 yılında hazır olacaktır. Ayrıca,”acil önlemler” paketi çerçevesinde; THY,Tekel
ve Şeker Fabrikaları başta olmak üzere,Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın
mevcut portföyünde bulunan kuruluşların özelleştirilmesi hızla tamamlanacak.
Özelleştirme portföyüne alınacak yeni kuruluşların özelleştirmeye hazırlık
çalışmaları Hazine Müsteşarlığı ve Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından
müştereken yürütülecek. Şubat krizi sonrası kamu bankalarında ortaya çıkan
tablo gerçekten hazindir fakat beklenmedik bir olayda değildir. Üç kamu
bankasının (Emlakbank-Halkbank-Ziraat
Bankası) birleştirilerek,yönetiminin bir üst kurula devri gerçekleşecektir.
Üst kurulun yönetimine profesyonel yöneticiler atanacak ve siyasi hiçbir
baskı olmadan çalışacak. Bu bankalar için acil olarak gerekli olan para
miktarı ise 17 katrilyondur. Kamu bankalarının durumları yıllardır
bilinmektedir,çarpıklıklar ve zararlarla ilgili gerek akademik çevrelerden
gerekse çeşitli kuruluşlardan birçok eleştiri getirilmiştir fakat hiçbir
eleştirinin dikkate alınmadığı görülmektedir. Kamu bankaları ve Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonu kapsamındaki diğer bankalar yapılandırılarak satışa
çıkarılacak,eğer alıcı çıkmazsa tasfiye edilecekler. Politikacılar tarafından yönlendirilen kamu bankaları
ve KİT’ler toplumsal yozlaşmanın altyapısıdır. Bir piyasa ekonomisinde
politikacıların ekonomiye müdahalelerine yer yoktur. Pazar ekonomisinde
devletin en önemli görevi denetim,gözetim ve düzenlemedir. Devleti,her yere
koşan ve sonuçta hiçbir yere varamayan konumdan kurtarmak gerekmektedir. Bu
anlamda devleti küçültmek,devleti küçük düşürmemek için gereklidir.[21]
Özelleştirme sürecinde;hükümetin genel ekonomik
programını yönlendiren temel nitelikteki politika hedeflerinin daha önce
gelmesi şarttır. O zaman,özelleştirme stratejisi,genel reform programının
hedeflerine bağlı bir alt strateji haline gelir. Rekabetin korunması daha
genel anlamda,piyasada adil bir ortamın yaratılması ve sürdürülmesi
gereklidir. Özel sektör ile kamu sektörü arasında herhangi bir ayırım
yapılmaması rekabet politikasının temel unsurlarından biridir ve
özelleştirmenin başarısı açısından son derece önemlidir. Türkiye ekonomisinde
ve toplumsal yaşamında,istikrarlı ve sağlıklı bir gelişme için köklü ve
kapsamlı bir yeni toplum projesine ve yeni bir düzen anlayışına ihtiyaç
bulunmaktadır. Bu yeni anlayış bir zihniyet değişikliğidir. Artık,siyasetle
iç içe olan rant,spekülasyon ve haksız kazanç ekonomisi
yerine,dinamizmi,rekabeti ve girişimciliği ön plana çıkaran yenilikçi bir piyasa
ekonomisine geçiş vardır. Bu nedenle,eskimiş rant
ekonomisi taraftarları,karar alma gücünü ve yeteneğini geliştiren,rekabeti ve
dinamizmi arttıran yeni bir piyasa düzenine geçişe
karşı çıkmaktadırlar. Bu sebeple, eğitim ve insan yetiştirme programlarının
içeriğini yeni baştan düzenleyerek, ülkeyi bilgi toplumuna hazırlayacak bir
eğitim ve zihniyet reformuna ihtiyaç vardır.[22]
Türkiye, özgürlükçü, çoğulcu demokrasiyi ve piyasa
ekonomisini seçmekle kalkınma yolunda genel stratejiyi doğru koymuş ve
seçimini doğru yapmıştır. Ayrıca Türkiye başından beri Batı Grubu içinde yer
almış ve sonunda Avrupa Birliği’ne aday ülke olarak kabul edilmiştir. Ancak
bazı dönemlerde Türkiye (NATO üyeliğine rağmen) Bağlantısızlar Grubu’na veya
Doğu Bloku’na çekilmek istenmiştir. Türk toplumunun
büyük çoğunluğu bunları benimsememiştir. Olaylar ve tarih bu olumsuz
görüşlere karşı çıkanlara hak vermiştir. Diğer taraftan Türkiye’de 1980’den
beri izlenen iktisat politikasının genel hatları,rotası ve teorik çatısı doğrudur.
Ancak izlenen politikalarda genel iktisadi felsefeye ters düşen davranışlar
sergilenmektedir. Bunların mutlaka düzeltilmesi gerekir. Netice itibariyle
Türkiye doğru yoldadır. Ancak Türkiye bu doğru yolda maalesef yavaş ilerlemektedir. 6-SONUÇ Özelleştirmenin ana amacı,
devletin asli fonksiyonlarına yönelmesi, ekonominin ise pazar mekanizmaları
tarafından yönlendirilmesidir. Her ne kadar özelleştirmenin değişik metotları
olsa da, ana amaç devletin elinde olan hantal kuruluşların özel
sektöre bırakılıp verimli bir şekilde işletilmesinin sağlanması yanında
devlete de ek bir kaynak yaratmaktır. 1929 ekonomik krizinden sonra, Keynesyen ekonominin de etkisiyle özellikle İkinci Dünya
Savaşı sonrası gelişmiş ülkelerde hızla yayılan KİT’lerin varlığı,
1980’lerden başlayarak oldukça tartışılır duruma gelmiştir. Bunda KİT’lerin
çoğu ülkede verimsiz, hantal işletmeler durumuna düşmesi büyük unsur olmuştur.
Özellikle 1980 yılından sonra başlayan özelleştirme faaliyetlerinde Arjantin, İtalya, İngiltere, Meksika gibi
ülkeler oldukça başarılı olmuşlardır. Türkiye, 1980’lere doğru dünyada esmeye başlayan
Liberalizm rüzgarının sonucu meydana gelen ekonomik gelişmelerin dışında
kalmamıştır. 24 Ocak 1980 tarihinde alınan bir dizi kararla serbest piyasa
ekonomisine geçiş yolunda önemli bir adım
atılmıştır. Böylece ülkemizde yeni bir ekonomik anlayış benimsenerek,
ekonomik alanda yeni bir dönem başlamıştır. Bunun sonucu olarak, devlet
müdahaleciliğini azaltacak tedbirlerin yanında kamu sektörünün küçültülmesi
amacıyla, özelleştirme konusu ülke gündeminde yer almıştır. Ülkemizde gerçekleştirilen
özelleştirme çalışmalarının bugüne kadar istenilen başarıyı yakaladığı
söylenemez. Özelleştirme çalışmaları sürmesine rağmen bu hedeflerin çok
altında kalmıştır. Organizasyonun süratli bir şekilde gerçekleştirildikten
sonra, özelleştirme yeni bir plan ve programa bağlanmalıdır. Özelleştirme çalışmalarının yetersiz
kalışının bir nedeni konunun kamu
oyunda yeterli kadar aydınlatılmaması
ve amaçların net olarak ortaya konulmamasıdır. Bu bağlamda Hükümetlere düşen
görev özelleştirme konusuna cesaretle sarılmaktır. Bir taraftan serbest
piyasa ekonomisi için gerekli şartlar hazırlanırken diğer taraftan KİT’lerin reorganizasyonu süratli bir biçimde gerçekleştirilmelidir.
Ekonominin gereklerine uygun olarak, özelleştirme çalışmaları belli bir sistem çerçevesinde
süratlendirilmelidir. Bütün bunlar konunun sosyal yönü ihmal edilmeden, kamu
oyunu aydınlatarak ve ikna ederek yapılmalıdır. Kaynakça
-------------, TOBB Özelleştirme Özel İhtisas Komisyonu Raporu
AFŞAR Muarrem , Türkiye’de Kamu İktiasadi
Teşebbüslerinde Özelleştirme Verimlilik İlişkisi, Eskişehir, 1999. AKTAN Coşkun Can , Kamu İktisadi Teşebbüslerinde
Özelleştirme, Boyut Yayıncılık, İzmir, 1993. ALTINTAŞ M.Berra, Kamu
İktisadi Teşebbüslerinin Özelleştirilmesi ve Özelleştirmenin Sermaye
Piyasalarına Etkileri, SPK Yayınları, Yayın No.8, Ankara 1988. AŞIKOĞLU Rıza, ”Türkiye’de Özelleştirme”, Anadolu
Üniversitesi İ.İ.B.F Dergisi, Eskişehir, 1992, Cilt:10, Sayı:1-2. ATASOY Veysel, Türkiye’de Kamu İktisadi
Teşebbüsleri ve Özelleştirme Sorunu, Ankara, Ağustos 1993. CİNGİ Selçuk, ”Devleti Küçültmek ya da Küçük Düşürmek”, ATO Dergisi, Ankara,
Eylül-Ekim 1993, Sayı:52. ÇAKAL Recep, Doğal Tekellerde Özelleştirme ve Regülasyon, (Uzmanlık Tezi), DPT Uzmanlık Tezleri,
Temmuz 1996. ÇELEBİ Işın, Yeni Bir Düzen Anlayışı
Özelleştirme, Milliyet Yayınları, Nisan 1995. DEMİR Abidin Lütfi, ”Türkiye’de ve Dünyada Özelleştirme”, İktisat
İşletme ve Finans Dergisi, Nisan 2000. EREN
Aslan, Türkiye’nin Ekonomik Yapısı ve Güncel
Sorunlar, Muğla Üniversitesi Yayını, Muğla, 2000. ERGÜN
İsmet, ”Devlet ve Ekonomi”, Hacettepe Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt
18, Sayı 1, Yıl:2000. GÜNER
Ayşe, ”Başarısız Devlet ve Çözüm Önerileri”, Marmara Üniversitesi İİBF
Dergisi, İstanbul, 1998, Cilt:14, Sayı:1. KONGAR
Emre, 28 Şubat ve Demokrasi, Remzi Kitabevi,
İstanbul, 1998. KÖK
Recep, Özelleştirme ve KİT’ler, Dergah Yayınları, İstanbul, 1995. HARLEY
Keith, David Parker, Privatization
and Economıc Efficiency, Çeviri: TOBB Özelleştirme Özel İhtisas
Komisyonu Raporu, Ağustos 1993. ÖNCEL
Türkan , “Kamu İktisadi
Teşebbüslerinin Türkiye Ekonomisindeki Yeri ve Amaçları Açısından
Özelleştirme Sorunu”, Maliye Araştırma Merkezleri Konferansları, 31.
Seri, 1988. ÖZMEN
Selahattin, Türkiye’de ve Dünyada KİT’lerin
Özelleştirilmesi, İstanbul, 1987. POLATOĞLU
Aykut, Özelleştirme Tartışmaları, İstanbul, 1994. YARALIOĞLU
Kaan, Dokuz Eylül İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Dergisi, cilt:5, Sayı:1-2, Yıl:1990. YARARLANILAN İNTERNET KAYNAKLARI: Özelleştirme
İdaresi Başkanlığı (www.oib.gov.tr),
23-10-2001. Özelleştirme
İdaresi Başkanlığı (www.oib.gov.tr/2001.Program.htm),
23-10-2001.
|
* Araş.Gör. Muğla Üniversitesi İ.İ.B.F. İktisat Bölümü. (ozgur@mu.edu.tr )
** Araş. Gör. Muğla Üniversitesi İ.İ.B.F. İktisat Bölümü. (sbora@mu.edu.tr )
[1] Muarrem AFŞAR, Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüslerinde
Özelleştirme Verimlilik İlişkisi, Eskişehir, 1999, s. 182.
[2] Kaan YARALIOĞLU, Dokuz Eylül İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi , Cilt: 5, Sayı: 1-2, Yıl.1990, s.452.
[3] Keith HARLEY and David PARKER, Privatization and Economic Efficiency, Çeviri: TOBB Özelleştirme Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ağustos 1993, s.9.
[4] Türkan ÖNCEL, “Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Türkiye Ekonomisindeki Yeri ve Amaçları Açısından Özelleştirme Sorunu”, Maliye Araştırma Merkezleri Konferansları, 31. Seri , 1988, s.83.
[5] Selahattin ÖZMEN, Türkiye’de ve Dünyada KİT’lerin Özelleştirilmesi, İstanbul, 1987, s.14.
[6] M.Berra ALTINTAŞ, Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Özelleştirilmesi ve Özelleştirmenin Sermaye Piyasalarına Etkileri, SPK Yayınları Yayın No:8, Ankara, 1988, s.55.
[7] M. Berra ALTINTAŞ, a.g.e. , s.56.
[8] Coşkun Can AKTAN, Kamu İktisadi Teşebbüsleri Özelleştirme, Boyut Yayıncılık, İzmir, 1993, ss. 141-142.
[9] TOBB Özelleştirme Özel İhtisas Komisyonu Raporu, s.117.
[10] Aslan EREN, Türkiye’nin Ekonomik Yapısı ve Güncel Sorunlar, Muğla Üniversitesi Yayını, Muğla, 2000, ss.146-147.
[11] İsmet ERGÜN, ”Devlet ve Ekonomi”, Hacettepe üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt 18, Sayı 1, Yıl:2000, s.19.
[12] Recep KÖK, Özelleştirme ve KİT’ler, Dergah Yayınları, İstanbul, 1995, s.202.
[13] Aykut POLATOĞLU, ”Özelleştirme Tartışmaları”, İstanbul 1994, ss.121,122.
[14] Ayşe GÜNER, ”Başarısız Devlet ve Çözüm Önerileri”, Marmara Üniversitesi İİBF Dergisi, İstanbul 1998, Cilt:14, Sayı:1, s.199.
[15] Emre KONGAR, ”28 Şubat ve Demokrasi”, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1998, s.195.
[16] Rıza AŞIKOĞLU, ”Türkiye’de Özelleştirme”, Anadolu Üniversitesi İ.İ.B.F Dergisi, Eskişehir, 1992, Cilt:10, Sayı:1-2, s.279.
[17] Abidin Lütfi DEMİR, ”Türkiye’de ve Dünyada Özelleştirme”, İşletme ve Finans Dergisi, Nisan 2000, s.94.
[18] Recep ÇAKAL, ”Doğal Tekellerde Özelleştirme ve Regülasyon”, (Uzmanlık Tezi), DPT Uzmanlık Tezleri, Temmuz 1996, ss.154,156.
[19] Veysel ATASOY, ”Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve Özelleştirme Sorunu”, Ankara, Ağustos 1993, s.221.
[20] İsmet ERGÜN, a.g.e. , ss. 22,23.
[21] Selçuk CİNGİ, ”Devleti Küçültmek ya da Küçük Düşürmek”, ATO Dergisi, Ankara, Eylül-Ekim 1993, Sayı:52, ss.3,4.
[22] Işın ÇELEBİ, ”Yeni Bir Düzen Anlayışı Özelleştirme”, Milliyet Yayınları, Nisan 1995, ss.318,319.