YEREL MAL ve HİZMETLERİN KAPSAMINDAKİ DEĞİŞMENİN
İKTİSADİ AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
ÖZET
Kamusal mal ve hizmetler ile
yerel kamusal mal ve hizmetlerin tanımı, anlamı ve içeriği; liberal iktisadın
kendi içinde yaşamış olduğu kırılma, kriz ve çözümlemelere göre sürekli bir
değişim ve dönüşüm yaşamıştır. Bu makalede liberal iktisadın kendi içerisinde
yaşamış olduğu kırılma, kriz ve çözümlemelerin kamusal mal ve hizmetler ile
yerel kamusal mal ve hizmetlerin uhdesini nasıl değişime uğrattığı ele
alınacaktır. Bu kapsamda ilk olarak yerel yönetimler irdelenecek ve sonra
liberal iktisadın kendi içerisinde yaşadığı krizlerin kamusal mal ve hizmeti
dolayısı ile yerel kamusal mal ve hizmeti içerik olarak tabi tuttuğu değişim,
tarihsel süreçler içerisinde değerlendirilip, sosyal faydası yüksek olan
yerel kamusal mal ve hizmetlerin nasıl ve kim tarafından üretilmesi gerektiği
tartışılarak çalışma tamamlanacaktır.
Anahtar Kelimeler: Yerel
Yönetim, Kamusal Mal ve Hizmet, Yerel Mal ve Hizmet.
THE
EVALUATION OF CHANGE IN LOCAL GOODS AND SERVICES IN TERMS OF ECONOMICS
ABSTRACT
The
definition, meaning and content of public goods and services and local public
goods and services expose to constant change and transformation according to
the breakings, crisis and analytics experienced by liberal economy. In this
study, it is analyzed how the breakings, crises and analytics experienced by
liberal economy change the extent of the public goods and services and the
local public goods and services. In this context, local governments will be
examined first, and then the effect of crises experienced by liberal economy
on both public goods and services and local public goods and services is
evaluated in historical process. Finally, it is discussed how and by whom the
production of local public goods and services which have high social benefit
should be realized.
Keywords: Local Government, Public Goods and Services, Local Goods and
Services
1. GİRİŞ
İnsanoğlu, dünya üzerinde
sürekli mutlu bir şekilde yaşayabilme çabası içinde olmuştur. İnsanlığın
mutluluğu ise ihtiyaçlarının karşılanması ölçüsünde mümkün olabilmiştir.
İnsanların en önemli ihtiyaçlarından birisi de birlikte yaşama isteğidir.
Birlikte yaşama isteği, zaman içinde modern devlet yapılarının ve modern
şehirlerin doğmasına kadar birçok evreden geçmiştir. Fakat, insanlık için
değişmeyen bir şey vardır ki o da, ister şehirde yaşasın, ister kırsalda;
ister modern zamanda, ister en eski çağlarda; birlikte yaşamaktan doğan ortak
mal ve ihtiyaçlara gereksinme duymasıdır. Bu gereksinmeleri karşılayan mal ve
hizmetler, literatürde “kamusal mal ve hizmetler”, “sosyal mal ve hizmetler”,
“kolektif mal ve hizmetler” gibi isimlerle anılmıştır. Bu malları ve
hizmetleri üreten organizasyonlar içinde, insanlığın geliştirdiği
kuruluşlardan biri de yerinden yönetim kuruluşlarıdır.
Üretim bölüşüm ilişkilerini
ifade eden ekonomik sistemin geleneksel yaklaşımlardan kurtulup modern bir
çehre kazanması, yaklaşık iki yüz elli yıllık bir geçmişe sahiptir. Ortak mal
ve hizmetlerin neler olduğu, ortak olmayan mal ve hizmetlerin neler olduğu,
bu mal ve hizmetlerin nasıl ve kimler tarafından hangi üretim araçları
kullanılarak meydana getirileceği gibi soruların cevapları zaman içinde
sürekli değişik şekillerde cevaplanmıştır. Biz bu makalede insanların
birlikte yaşamaktan kaynaklanan ihtiyaçlarını karşılayabilmek için oluşturulmuş
organizasyonlardan biri olan yerel yönetimleri tanımladıktan sonra, yerel
yönetimlerin ürettikleri mal ve hizmetlerin kapsamında iktisadi ve siyasi
değişimlere göre nasıl bir dönüşüm yaşandığı üzerinde duracağız.
2. YEREL YÖNETİMLER
Bugünkü hukuki niteliklerine
ve etkinliklerine sahip olmasalar da, yerel yönetimler ilk kez merkezi
otoritenin yetkilerinden bir kısmının bazı yerel otoritelere devredilmesinin
bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Yerel yönetim anlayışını Antik Site’ye ve
Roma Municipesi’ne kadar götürmek mümkündür (Nadaroğlu,1994: 17). Antik
çağda, kendi kendini yöneten, belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan
insanların oluşturduğu en küçük demoratik yönetsel birim kabul edilen “site”
Roma İmparatorluğu döneminde yönetsel özerklikten yararlanan “municipe” ve
Antik Yunan’da toplumsal yaşamın en gelişmiş örgütlenme biçimi olarak kabul
edilen polis günümüzdeki anlamı ile mahalli idarelerin ortaya çıktıkları
örnekler olarak kabul edilmektedir (Tortop ve Diğerleri, 2006: 2).
Bilim adamları, merkezi
yönetimin yanı sıra yerel yönetimlerin kurulmasına da ihtiyaç duyulmasının
nedenlerini değişik şekillerde açıklamışlardır. Örneğin, Soysal tarafından
ileri sürülen bir görüşe göre, “bir yerel yönetim birimi meydana getirmek,
ille de rasyonel bir birim meydana getirmek anlamına gelmez. Yerel
yönetimlerin gerisinde ya gelenek ya da bir inanç yatar. Bir yerel yönetim ya
eskiden var olduğu için vardır; ya da demokrasi inancı bakımından bir işlevi,
bir görevi olduğu için ayaktadır”. Bu yöndeki benzer bir görüş de, Şenatalar
tarafından “yerel yönetimlerin yapısı teknik ekonomik bir analize göre değil,
tarihsel politik gelenekler ve koşullar sonucu şekillenmektedir” biçiminde
ifade edilmektedir. Aynı konuda İngiliz yazarı Dilys M. Hill şu görüşleri
ileri sürmektedir: Yerel yönetim deyimi ile belirli sınırları olan yerel
birimler, tüzel kişilik, kurumsal bir yapı, genel ve özel statülerle konulmuş
bir etki, görevler, mali ve idari özerklik anlatılmak istenir (Nadaroğlu,
1994: 17).
Yerel yönetimleri
tanımlayabilmek için yerinden yönetim kavramının iyi anlaşılması
gerekmektedir. Yerinden yönetim kısaca, yerel nitelikteki kamusal hizmetlerin
devletin tüzel kişiliği dışındaki kamu tüzel kişilerince gerçekleştirilmesi
için kamu yönetimiyle ilgili kararların, devlet tüzel kişiliğinin dışında,
ayrı bir tüzel kişiliğe sahip bu kuruluşların idarecileri tarafından
alınabilmesi sistemine denir. (Türkoğlu, 2007: 10) Yönetsel yerinden yönetim,
yerel ortak hizmetlerin, gerekli yasal, mali, yönetsel ve siyasal yetkilerle
donatılmış, merkezden özerk yerel yönetim kuruluşları eliyle ya da diğer
yöntemlerle görülmesidir (Gül, 2008: 96).
Yerel yönetimler devlet
sınırları içinde yerleşmiş irili ufaklı insan topluluklarının (köy, kasaba,
kent vb.) ortak ve yerel nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak maksadıyla,
belli bir hukuk düzeni içinde oluşturulmuş anayasal özerk kuruluşlardır.
(Nadaroğlu,1994: 3) Bu kurumları daha derinlemesine ele alacak olursak yerel
yönetim, belirli bir coğrafi alanda (kent, köy, il, vb.) yaşayan yerel
topluluğun bireylerine, bir arada yaşamak nedeniyle kendilerini en çok
ilgilendiren konularda hizmet üretmek amacı ile kurulan, karar organları
(kimi durumlarda yürütme organları) yerel toplulukça seçilerek göreve
getirilen, yasalarla belirlenmiş görevlere, yetkilere, özel gelirlere,
bütçeye ve personele sahip, merkezî yönetimle olan ilişkilerinde idarî
özerklikten yararlanan kamu tüzel kişisidir (TODAİE, 1992: 1-2). Dünyada
çeşitli uygulamalarıyla birlikte eyalet, kanton, bölge, köy, belediye ve il
özel idareleri gibi yerel yönetimler mahalli nitelikteki birçok hizmetlerin
görülmesini sağlayan ve demokratik hayatın gelişmesinde önemli rolü olan
yönetim birimleridir. Bu yönetimler, belirli bir coğrafi alanda oturan halka,
komşuca yaşamalarından doğan çeşitli konularda, merkezi yönetimin etkisinden
uzak kararlar almak ve bunları uygulamak hususunda tanınan özerklik sonucu
doğmuşlardır (Türkoğlu, 2007: 7).
3. KAMUSAL MAL ve HİZMET KAVRAMI
Toplumsal
yaşamın zorunlu gereksinimlerini karşılayan hizmetler, nitelikleri gereği
kamu hizmeti olarak görülmüştür (Yücel, 2005: 73). Kamusal mal ve hizmet,
devlet veya diğer kamu tüzel kişileri tarafından veya bunların gözetimi ve
denetimi altında genel, kolektif ihtiyaçları karşılamak, kamu yararını sağlamak
için kamuya sunulmuş olan devamlı ve muntazam faaliyetlerdir (Canpolat, 1998:
6). Fakat ekonomik, teknolojik, siyasal ve sosyal süreçler kamusal mal ve
hizmet kavramının kapsamını sürekli bir değişime tabi tutmuştur.
3.1. Tam Kamusal Mal ve Hizmetler
Özel ekonomi ile kamu
ekonomisini birbirinden ayırt eden özelliğin, bu iki ekonomiden her birinin
tüketicilere temin ettikleri mal ve hizmetler tarafından belirlendiği
söylenebilir (Nadaroğlu, 1981:23-24). Kamusal mallar kavramı ilk kez çağdaş
anlamda Samuelson tarafından tanımlanmıştır. Samuelson’un tanımına göre
kamusal mal ve hizmetler, toplumda bireylerden herhangi birisinin tüketimi
nedeniyle, diğerlerinin aynı malı tüketme olanağında, herhangi bir azalışın
olmadığı; birlikte ve eşit olarak tüketilen mal ve hizmetlerdir. Samuelson’un
bu tanımı, savunma hizmetleri ve deniz feneri gibi mal ve hizmetlere tam
olarak uymaktadır (Şener, 1996: 48).
Bazı mal ve hizmetler sahip
oldukları bazı özellikler gereği bölünebilirler; diğer bazıları ise
bölünemezler. Bölünebilme ve bölünememe, özellikleri mal ve hizmetlerin
sınıflandırılmasında kullanılan temel özelliklerden bir tanesidir. Burada
bölünebilme ve bölünememe kavramlarından anlaşılması gereken söz konusu mal
ve hizmetin faydasının o mal ve hizmetten yararlananlar arasında bölünüp
bölünememesidir. Fiyatlama mekanizması sayesinde bazı mal ve hizmetlerin
faydaları bireyler arasında bölünebilmektedir. Bölünebilen, yani sağladığı
fayda bireylere ayrı ayrı dağıtılabilen mallar (özel mal) özel ekonomi
tarafından üretilir. Bunun tipik örneği ekmektir. Oysa, bazı mal ve
hizmetlerin sağladıkları faydanın bireylere dağıtılması mümkün değildir.
Bunlar, bireylerin değil, ancak toplumun kullanımına sunulabilir. Bu tür mal
ve hizmetler de kamu ekonomisi tarafından üretilir. Milli savunma hizmetleri
buna örnek olarak verilebilir. Literatürde pür kamu malları adı da verilen bu
tür malları, R. Musgrave sosyal mal olarak isimlendirmektedir (Nadaroğlu,
1981: 24; Vural, 2007: 7). Ortak mal ve hizmet, kamusal mal, toplumsal mal,
kolektif mal ve benzeri deyimlerin kimi zaman eş anlamlı olarak kullanıldığı
kimi zaman da ayrıma başvurulduğu gözlenmektedir (Sönmez, 1987: 107;
Bulutoğlu, 1997: 7).
3.2. Tam Kamusal Mal ve
Hizmetlerin Özellikleri
Tam kamusal mal ve
hizmetlerin özellikleri şöyle özetlenebilir:
1.
Faydanın Pazarlanamaması: Bazı mal ve hizmetlerin kural olarak
pazarlanmaları mümkün olamamaktadır. Bu özellik, sözü geçen mal ve
hizmetlerden sağlanan faydanın bireyler arasında bölünemez nitelikte
olmasının bir sonucudur. Faydanın bölünemediği mal ve hizmetlerin
fiyatlandırılması, dolayısı ile piyasa şartları altında pazarlanabilmeleri
mümkün değildir. Buna karşın faydası bölünebilir nitelikteki mal ve hizmetler
fiyatlandırılabildikleri için piyasa şartlarında pazarlanmaları da mümkün
olmaktadır (Vural, 2007: 10-11).
2.
Ortak tüketim: Ortak tüketim, tek bir ürünün aynı zamanda
birden fazla tüketici tarafından kullanılmasıdır. Bu durumda ürün tektir;
tüketim toplucadır. Çevre sağlığı bu duruma örnek olarak verilebilir
(Bulutoğlu, 1997: 55).
3.
Kamusal mal ve hizmetlerin bir diğer özelliği de bunların üretim
hacimlerinin piyasa tarafından karşılanmasına imkân vermeyecek derecede büyük
olmasıdır: Toplumsal mal ve hizmetlerin, örneğin savaş ve benzeri
dönemlerde, milli savunma hizmetlerinin fevkalade büyük hacimlerde
gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Normal dönemlerde ve jeo-politik koşullar
gereği, bu tür hizmetlere olan ihtiyacın asgari seviyede olduğu ülkelerde
bile, sözü geçen hizmetin hacmi yine de piyasanın yeterli olamayacağı
derecede büyüktür (Nadaroğlu, 1981: 28).
4.
Hizmetten yararlananların tüketimde rekabeti: Özel mallarda
tüketiciler birbirlerine mutlak rakiptirler. Kural olarak, birinin kullandığı
maldan diğerine fayda gelmez. Buna karşın, kamusal malın, özel tüketiminin
üçüncü kişilere faydası varsa, mutlak olarak rakip değildir. Başka
tüketiciler bu faydaları paylaşabilirler. Bu durumda, özel tüketim, malı
tümüyle yok etmiyor demektir (Bulutoğlu, 1997:57-58).
5.
Bu faaliyetlerden sağlanan marjinal sosyal fayda, marjinal özel
faydadan daha yüksektir: Kamusal mal ve hizmetlerin topluma sağladığı
toplam fayda, kişilerin doğrudan doğruya elde ettiklerinden fazladır
(Nadaroğlu, 1981:28-29).
6.
Arzın Siyasal Talepçe ya da Piyasa Koşullarında
Belirlenmesi: Teorik açıklamalar açısından değerlendirirsek normal
koşullar altında bilindiği gibi bir mala olan talebi piyasa da fiyat
mekanizması aracılığı ile belirlenmektedir. Yani piyasada alıcı ve satıcı
konumunda bulunan bireyler bir araya gelerek hangi malın ne miktarda ve nasıl
üretileceğine karar vereceklerdir. Görüldüğü gibi malın miktarı piyasada
belirlenmektedir. Ancak bazı mal ve hizmetler için durum böyle değildir. Bu
mal ve hizmetlerde herhangi bir malın ne miktarda üretileceği piyasa
tarafından arz ve talep koşullarına göre değil seçim sistemleri vasıtasıyla
seçmenler tarafından belirlenmektedir. Seçmenler seçim dönemlerinde
kendilerine yakın hissettikleri partiye oy vererek, partinin sunmayı vaat
ettiği mal ve hizmet grubunu da dolaylı olarak talep etmiş olmaktadırlar.
Görüldüğü gibi mal ve hizmetlere olan arzın bu şekilde belirlenmesi piyasa
koşullarında belirlenen arzdan oldukça farklıdır (Vural, 2007: 8-9).
7.
Kamusal mal ile Hizmetler ve Hukuki Faktör: Şöyle ki piyasada
üretilen mal ve hizmetlerden yararlanıp yararlanmamakta tüketici tamamen
serbesttir. Onun bu konudaki kararını etkileyen faktör, tamamen ekonomik bir
nitelik taşıyan “fayda maksimizasyonu”dur. Oysa, toplumsal mal ve hizmetlerden
yararlanmak, bazen zorunlu olabilir. Tüketicilerin bu tür mal ve hizmetlerden
yararlanmak istememesi bir önem taşımaz. Hizmetin arzını düzenleyen siyasal
süreç, talebini de zorunlu kılabilir. Buradaki zorunluluk keyfi değildir.
Örnek olarak bir ilköğretim mecburiyeti gösterilebilir (Nadaroğlu, 1981: 29).
8.
Zorunlu Finansman Gönüllü Finansman: Her hangi bir malın
tüketiminde sağlanan fayda bireyler arasında bölünebiliyorsa bu mal
fiyatlandırılabilir demektir. Fiyatı belli olan bir malın finansmanı da
gönüllü olarak karşılanmaktadır. Zira fiyatı belli olan bir malı tüketmek
isteyen bir birey bu malın fiyatını gönüllü olarak ödeyecektir. Tersi durumda
yani mal ve hizmetin tüketiminden sağlanan faydanın bölünemediği dolayısı ile
fiyatlandırmanın yapılamadığı durumda ise söz konusu mal ve hizmetin
finansmanı zorunlu olarak sağlanacaktır. Bu durumdaki bir mal
fiyatlandırılamadığı için finansmanı, devlet gücü ile bireylerden zorunlu
ödemeler seklinde karşılanacaktır (Vural, 2007: 9).
4. Yarı Kamusal Mal ve
Hizmetler
Bu tür mal ve hizmetler,
bireyler açısından bir taraftan bölünmez faydalar sağlarken diğer taraftan
ortaya koyduğu faydanın bir kısmı özel mal ve hizmetler gibi yararlananlar
arasında bölünebilmektedir (Öncel, 1981: 42). Bir piyasanın işletilmesinin
maliyetleri, bu malların bazılarının kamusal olarak arzının gerekçesinden
birini teşkil etmekle birlikte, tek gerekçe değildir (Stiglitz, 1994: 160).
Başka bir ifadeyle bireyler bu tür mal ve hizmetler için fiyat ödemedikleri
zaman, bu malı tüketmekten alıkonabilirler. Ayrıca bu mallar
fiyatlandırılabilir mallardır (Ataç ve Diğerleri, 2002: 24).
Yukarda açıklanan
özelliklere sahip (yarı kamusal) mal ve hizmetlerin piyasada üretilip
pazarlanabilmeleri ve dolayısıyla fiyat karşılığında tüketicilere sunulmaları
mümkün olduğu halde; bunların kısmen veya tamamen devlet tarafından
üretilmelerinin, ya da özel kesimin bu alandaki üretim faaliyetine yine
devletçe müdahale edilmesinin nedeni, bu tür malların üretilmeleri veya
tüketilmeleri dolayısı ile ortaya çıkan dışsallıklardır (Nadaroğlu,
1994:47-48).
4.1. Dışsallıklar
Dışsallık bir ekonomik
birimin üretim ya da tüketim faaliyetleri sonucu başka birimlerin fayda ve
maliyet fonksiyonların da olumlu ya da olumsuz yönde etkilenmesidir.
Geleneksel yaklaşımda özel fayda ve maliyetinin yanında topluma da fayda
sağlayan mal ve hizmetlerin kamusal otoriteler tarafından sunulması
savunulmaktadır. Bu konuya verilen tipik örnekler eğitim ve sağlık
hizmetleridir. Söz konusu hizmetler kamu maliyesi literatüründe yarı kamusal
mallar olarak adlandırılmakta ve yaydıkları pozitif dışsallıklar nedeniyle de
kamu otoritelerince sunulmaları gerektiği savunulmaktadır (Vural, 2007:
11-140).
Bazen de yukarıdaki durumun
tam tersi söz konusudur. Gerçekten bazı malların maliyeti, üreticilerin
dışına taşıp toplumun bazı kayıplara uğramasına, bir diğer söyleyişle sosyal
bir maliyeti yüklenmesine neden olabilir (Nadaroğlu, 1994: 48). Bu azalan kâr
ya da artan zarar olarak karşımıza çıkacaktır. Bu durumda azalan fayda ve
azalan refahtan söz edilebilir (Ataç ve Diğerleri, 2002:25). Bu da bir dış
kayıp yani negatif bir dışsallıktır. Bu konuya örnek olarak, çevre kirlenmesi
ya da doğal kaynakların tükenmesine neden olan sanayi faaliyetleri
verilebilir. Bu koşullar altında firma, bu defa üretime gereğinden fazla
kaynak ayırıp, optimum noktadan uzaklaşılmasına neden olacaktır. Çünkü, firma
topluma taşan maliyeti ödememektedir. O halde, kamu kesimi üretici birimleri
duruma yine müdahale etmek zorundadırlar. Ancak, dışsallıkları önlemek
amacıyla üretim sürecine katılacak kamu ekonomisi birimi devlet mi, yoksa
yerel yönetimler mi olmalıdır? Optimum kaynak dağılımının gerçekleşmesinde
hangisi daha etkilidir? Bu sorunun cevabını araştırırken soruna yine ulusal
ve bölgesel düzeydeki yarı kamusal mallar yönünden yaklaşmakta yarar vardır
(Nadaroğlu: 1994: 48).
4.2.
Ulusal Düzeyde Tam Kamusal ile Yarı Kamusal Mal ve Hizmetler
Faydaları
genellikle ülkenin tümüne yayılan ve ulusal düzeyde bölünmez olan dış
güvenlik, ulusal savunma, iç güvenlik, adalet gibi hizmetlerin merkezi
yönetim dışındaki kurumlarca üretilmeleri mümkün olmamaktadır. Bu ekonomik
faktörün yanı sıra gelenekler ve devletin egemenliğine ilişkin diğer yasal
faktörlerde bu hizmetlerin merkezi yönetimin dışında kalan birimlerce
üretilmelerine olanak vermez(Zengin, 1997: 8). Bazı yarı kamusal malların
üretilmeleri ve tüketilmeleri dolayısı ile ortaya çıkan dışsallıklar ülkenin
bütününe yayılabilir. Yüksek öğrenim ve koruyucu nitelikteki genel sağlık
hizmetleri bu konuda örnek olarak gösterilebilir (Nadaroğlu, 1994: 48).
5. Arz Yönlü Etkinlik,
Optimum Hizmet Alanı ve Yerel Yönetim
Yerel yönetim birimlerinin
hizmet sunmakla görevli oldukları alanın optimal büyüklükte olması, hizmetin
başarılı ve etkin bir biçimde yürütülmesinin ön koşuludur. (Türkoğlu, 2007:
244) Yerel nitelikli kamu hizmetlerinin zaman içinde nitelik değiştirmelerine
paralel olarak yerel yönetimlerce yerine getirilmelerinin daha ekonomik
olduğu genel kabul görmektedir (Toprak, 1988: 204). Arz yönünden etkinliğin
sağlanabilmesi için hizmeti en etkin bir şekilde görebilecek yönetime
hizmetin bırakılması gerekmektedir. Diğer bir anlatımla, merkezi idarenin
göreceği bazı hizmetlerin yerel yönetimler tarafından yerine getirilerek,
geniş çapta üretim avantajı yakalamak amaçlanmaktadır (Binatlı ve Bildirici,
1994: 5). Yerel hizmetlerin yerel yönetimler tarafından yerine getirilmesi,
hizmetlerin niteliğini ve verimliliğini arttırmakta, bürokrasiden kaynaklanan
kaynak israfını azaltmakta ve hizmetlerin yerine getirilememesinden dolayı
yerel yöneticilere doğrudan hesap sorulabildiği için denetim kolaylamaktadır.
Sonsuz ihtiyaçları karşılayacak kısıtlı üretim faktörlerinin, en çok faydayı,
en az maliyetle sağlayacak bir biçimde üretime kanalize etmesi gerektiğinden,
hizmet götürülecek alanın gereği gibi saptanması çok önemli olmaktadır.
(Türkoğlu, 2007:244)
Belirli bir nüfus ölçeğinde
sunulan malın marjinal maliyeti, hizmet alanı genişledikçe azalacaktır. Ancak
hizmet alanının genişletilmesinin belirli bir noktasından sonra marjinal
maliyetteki azalma duracak ve yerini yükselişe bırakacaktır. Bu gibi
nedenlerle bu tür kamusal malları sunmada yerel yönetimlerin daha uygun
olduğu savunulmaktadır (Vural, 2007: 35). Öte yandan yerel yönetimler özerk
kuruluşlar olup, hizmet önceliklerinin belirlenmesinde daha rasyonel ve
akılcı kararlar verebilmektedirler (Toprak, 1988: 234). Yerel yönetim
optimum hizmet kalitesini kendi yetki alanının gereklerine göre daha gerçekçi
biçimde saptayabilir. Ayrıca bu mallara olan talebi merkezi yönetime oranla
daha iyi bilebilir. Kaynakların etkin kullanımının sağlanması açısından
gerekli koşullardan biri olan üretimin tüketici tercihlerine göre sağlanması
ve böylece fayda maksimizasyonu yerel yönetimler tarafından daha etkin ve
gerçekçi saptanabilir (Zengin, 1996:8-9). Bu düzeydeki kamusal malların
üretiminde aynı miktardaki üretim girdilerinden (input) nicelik ve nitelik
itibariyle daha fazla ve daha iyi hizmetin (output) elde edilebilmesi su üç
faktöre bağlıdır (Tuncer, 2007: 94).
1.
Hizmetin Kalitesi,
2.
Hizmetin yayıldığı alan,
3.
Kişi sayısı (Nüfus).
6. YEREL KAMUSAL MAL ve HİZMET KAVRAMI
Kamu hizmetleri
sunuldukları alana göre, ulusal kamu hizmetleri ve yerel kamu hizmetleri
olarak ikiye ayrılabilir. Ulusal kamu hizmetleri faydası tüm ülke sathına
yayılan hizmetleri kapsar. Örneğin savunma, adalet gibi hizmetler bu tür
kamusal hizmetlere tipik örneklerdir. Yerel kamu hizmetleri ise, adından da
anlaşılacağı üzere faydası belirli alanlarla sınırlı kalan hizmetleri ifade
etmektedir. Faydası belirli bir yöre ile sınırlı olan ve o yöre dışında
oturanları tüketimden dışlamanın mümkün olduğu kamusal mallara “yerel kamusal
mallar” denilmektedir. Burada önemli olan husus yerel kamusal malların
faydasının belirli bir alanla sınırlı olması ve bu malların kullanımından o
alanda yasayan bireyleri dışlamanın mümkün olmamasıdır (Vural, 2007: 36-37).
Yerel mal
ve hizmetleri yukarıda arz yönlü ve optimum hizmet alanı açısından
değerlendirdiğimizde, yerel yönetimlerin üretmesinin gerekliliği karşımıza
çıkmaktadır. Fakat mevcut gelişmeler ışığında yerel mal ve hizmet sadece
yerel yönetimler tarafından üretilmemekte, başka aktörler de bu mal ve
hizmetlerin üretiminde devreye girmiş bulunmaktadır. Bu açıdan olay
değerlendirildiğinde yerel mal ve hizmet aşağıdaki gibi ifadelendirilebilir.
Yerel mal ve hizmet; yerel
yönetimlerin, sivil toplum örgütlerinin ve özel sektör kuruluşlarının belirli
bir bölgedeki yerel ortak ihtiyaçları karşılamak ve kamu yararını sağlamak
için sundukları veya ilgili yerel yönetim biriminin gözetim ve denetimi
altında bulunan sürekli ve düzenli faaliyetler olarak tanımlanabilir
(Bozlağan, 2002: 205).
6.1. Tam Kamusal
Nitelikli Yerel Mal ve Hizmetler
Bazı malların faydaları
bölgesel düzeyde bölünemez niteliktedir. Ulusal sınırlar içindeki toplumun
tümü bunların faydasından yararlanmaz; sadece belli bir bölgenin sınırları
içinde yaşayanlar bu hizmetlerden yarar sağlarlar (Nadaroğlu, 1994: 39).
Ayrıca bu tür mal ve hizmetler aynen ulusal düzeydeki tam kamusal mal ve
hizmetler gibi bölünememe, fiyatlandırılamama, tüketiminde rakip olmama vb.
özellikler gösterirler. İşte bu tür özellikler gösteren yerel düzeydeki mal
ve hizmetlere tam kamusal nitelikli yerel mal ve hizmetler diyebiliriz.
6.2. Yarı Kamusal Nitelikli Yerel Mal ve
Hizmetler
Bu tür mal ve hizmetler
belli bir mahalde aynen ulusal düzeydeki yarı kamusal mal ve hizmetlerin
özelliklerini gösterirler. Yani bu tür mal ve hizmetler bölünebilir,
fiyatlanabilir, pazarlanabilir özellikler göstermektedir. Fakat bu tür mal ve
hizmetleri özel sektör yanında kamu kurumlarının da üretme nedeni ortaya
çıkan dışsallıklardır (Öncel, 1981:42; Nadaroğlu, 1994: 47-48).
Her ne kadar geleneksel
yönetim anlayışında kamu hizmetlerinin üreticileri yine kamu kurumları olarak
düşünülse de; zaman içinde meydana gelen değişim ve dönüşümler yerel kamusal
mal ve hizmet kavramının tanımını değişikliğe uğratmıştır. Böylece gelinen
noktada yerel mal ve hizmetler açısından aşağıda yapılan tanım daha
belirleyici bir hal almıştır.
Yerel hizmetler bizzat yerel
yönetimler eliyle yürütülebileceği gibi, söz konusu hizmetlerin
niteliklerinden ve mevzuattan kaynaklanan bir takım durumlardan dolayı,
ekonomik girişimler, özel sektör kuruluşları veya sivil toplum örgütleri
eliyle de yürütülebilir. Asıl olan yerel ortak ihtiyaçların belirli bir
standart ve fiyat düzeyine uygun olarak etkin, verimli ve zamanında karşılanması
olmalıdır. Bu hizmetlerin kimler tarafından sunulduğu daha az önemlidir.
Kaldı ki, yerel hizmetlerden yararlananlar da, hizmetin kim tarafından
yürütüldüğünden çok, hizmetin niteliğiyle ilgilenmektedir. Yerel yönetimler,
sahip oldukları düzenleme (regülasyon) yetkisi ile hizmete her zaman müdahale
etme ve kamu yararını koruyabilme durumundadır (Bozlağan, 2002: 205). Yerel
mal ve hizmetlerin kapsamında ve dolayısı ile tanımında meydana gelen bu
değişmenin gerçekte birçok nedeni bulunmaktadır.
7. YEREL MAL ve HİZMETİN KAPSAMINDAKİ DEĞİŞME
Yerel mal ve hizmetlerin
kapsamında meydana gelen değişmenin çok çeşitli nedenleri bulunmaktadır.
Bunlar iktisadi, siyasi, idari, hukuki, sosyal birçok faktörün değişimine
bağlı olarak açıklanabilir.
7.1. İktisadi Dönüşüm
Günümüz üretim tüketim
modellerinin teorik arka planında, “Liberal Devlet Modeli” yatmaktadır.
Liberal Devlet Modeli’nin ilk versiyonu olan Geleneksel Liberalizm, Jeremy
Bentham, John Locke, Adam Smith, John Stuart Mill, David Ricardo, Thomas
Malthus, Jean Babtiste Say ve Frederic Bastiat gibi bilim adamlarının görüş
ve düşünceleri üzerinde şekillenmiştir. 1929 Büyük Ekonomik Bunalımı
öncesinde devlet modeli, Geleneksel Liberalizm’in etkisi altında kalmıştır.
Bu yaklaşıma göre, devlet, asli işlevleri olarak kabul edilen savunma, iç
güvenlik, dış politika ve yargı hizmetleri ile önem arz eden bazı kamusal
hizmetler dışındaki hiç bir hizmet türü ile aktif olarak ilgilenmemelidir.
Diğer hizmetlerin yürütülmesi bütünüyle piyasa ekonomisine bırakılmalıdır
(Bozlağan, 2003: 290-291). Devletin daha ziyade düzenleyici ve denetleyici
bir aktör olarak hareket etmesi gerektiğini savunan ve piyasaya müdahalesini
istemeyen bu yaklaşımın kendi içinde yaşadığı dönüşüm yerel mal ve
hizmetlerin kapsamındaki değişmeyi de etkilemiştir. Bahsi geçen süreçler
Fizyokrasi döneminden başlatılabilir.
7.2. Klasik ve Neo Klasik
Liberal Anlayış ve Kamusal Yerel Mal ve Hizmetlerin Üretimi
Fizyokrasi ile Avrupa’da
değerli madenleri işletmek; altın ve gümüşün ülkeden çıkışını önlemek; altın
ve gümüşü özellikle sömürgelerden sağlamak gibi bir yaklaşım geliştirilmiş ve
modern iktisadın temelleri atılmıştır (Özgüven, 1997: 41-51). Klasik Liberal
Yaklaşım’ın ortaya çıkmasında en önemli etken, kuşkusuz 1750’lerden ibaren filizlenen
sanayi devrimi olmuştur. Kendilerine klasik iktisatçılar denilen bir grup
bilim adamı, ekonomik olayların bağlı olduğu temel yasaları bulmaya
yönelmiştir. 1776 yılında yayımlanan Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği
adlı eseriyle birlikte doğan Klasik Ekonomik Düşünce, bu ekole mensup
yazarlarca zenginleştirilmiştir. Klasiklere göre, ekonomi doğal olarak
dengeye yöneliktir. Fiyat mekanizması düzgün işlediği sürece, ekonomide tam
istihdam dengesi sağlanabilir. Ekonomiyi dengeye getiren ana koşul rekabettir.
Klasikler, devletin ekonomiye, piyasa mekanizmasının işleyişini bozabilecek
nitelikteki her türlü müdahalesine karşı çıkar. Devletin asli görevi rekabeti
önleyici her türlü engeli ortadan kaldırmaktır (Dinler, 2001: 298-299).
Klasikler, devletin ekonomiye müdahale etmemesini savunarak kamusal mal ve
hizmetleri sadece güvenlik, diplomasi, kolluk, maliye ve adalet ile
sınırlandırmaya çalışmışlardır.
Ardından gelişen Neo-klasik
Yaklaşım, klasik varsayımın ve eğilimlerin büyük bir kısmını sürdürerek
(Alkin, 1992: 457), temel ekonomik sorunların çözümünü (klasiklerin
belirttiği gibi) düzgün işleyen piyasa mekanizmasından beklemiştir (Dinler,
2001: 299).
7.3.
Keynesyen Anlayış, Refah Devleti ve Kamusal Yerel Mal ve Hizmetlerin Üretimi
Birinci Dünya Savaşı’ndan
sonra, Liberal Ekonomik Yaklaşım,
yeniden uygulanmaya çalışılmıştır; bütçenin denkliği, paranın istikrarı ve
altın para sistemine dönüş savunulmuştur. Devlet ekonomik faaliyetlerin
dışında tutulmak istenmiştir. Bu arada, 1921 yılında yaşanan ekonomik
kriz, az şiddetli ve kısa süreli olduğu için ekonomik düşünce sistemi
üzerinde fazla etkili olmamıştır (Türk, 1999: 7). Buna karşılık, 1929 yılında
o zamana kadar görülmemiş büyüklükte bir kriz geçirildi. “Büyük Bunalım
Dönemi” olarak adlandırılan 10 yıl boyunca, işsizlik oldukça yüksek
düzeylerde kalmıştır. Bu kadar uzun süren işsizlik dönemini açıklayabilmekte
klasik modellerin yetersiz kalması, makro iktisadın gelişimine öncülük
etmiştir (Türkay ve Alkin, 2001: 16).
Keynes’in “ekonomik istikrar
için devletin ya da otoriter kuvvetin ekonomiye müdahale etmesi gerektiği
fikri”, ekonomide devlet müdahalesinin teorik dayanağını oluşturmuştur
(Düğer, 1997: 140). 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’ndan sonra başlayan
müdahaleci Keynesyen yaklaşım, 2. Dünya Savaşı’nın ardından işçi talepleri ve
eylemleri, sosyalizm gibi başka etkenlerle birlikte refah devleti anlayışının
ortaya çıkmasına yol açmıştır (Baltacı, 2004: 360).
II. Dünya Savaşı sonundaki
yeniden yapılanma sürecinin bir ürünü olan refah devleti esas olarak egemen,
güçlü, genişleyen ve bu nitelikleri sorgusuz-sualsiz benimsenen bir
devlettir. Bu dönemde iktisadi yaşama Keynesgil politikalar doğrultusunda
doğrudan girişimci ya da düzenleyici olarak aktif bir biçimde müdahale eden
devlet, klâsik hizmetleri ve bireylerin doğal haklarını sağlamanın ötesinde,
onları sosyal risklere karşı koruma ve asgari bir yaşam standardını garantiye
alma görevini de üstlenmiştir (Sözer, 1997: 7). Refah devleti anlayışı,
piyasanın yetersizliği nedeniyle ıslah edilmesi gerektiği düşüncesine
dayanmaktadır. Bu dönemde piyasa ekonomisinin başarısızlığına ilişkin
teoriler geliştirilmiş ve kamunun, ekonomik faaliyetleri ve bireylerin
refahını belirlemede belirleyici olması gerektiği görüşü egemen olmuştur.
Refah devleti politikaları ile geleneksel kamu yönetimi paradigması uyum
içindedir. Özellikle 1960’larda yıldızı iyice parlayan “refah devleti”
anlayışı 1970’lere gelindiğinde ekonomik anlamda yaşayan stagflasyona bir
çözüm formülü olan neo-liberal ve neo-keynesgil politikalar doğrultusunda
ekonomik krizi önlemeye ve insanları refah devletinin meydana getirdiği
atalet ve bağımlılık kültüründen kurtarmaya yönelik olarak yeni sağın
geliştirdiği “minimal-girişimci devlet” yaklaşımıyla işlevsizleşmiştir
(Demirel, 2006: 109).
7.4. Yeni Liberal Anlayış
ve Kamusal Yerel Mal ve Hizmetlerin Üretilmesi
Keynesyen iktisadın bütün
savunularının 1970’li yılların ortalarına doğru derin bir ekonomik krize
dönüşmesi, krizin giderek ağırlaşması ve bu bağlamda stagflasyonist baskının
şiddetlenmesi, yeni liberal devlet modelini güçlendirerek iktisat
politikalarının yeni bir yörüngeye oturtulmasına yol açmıştır. Söz konusu
politikalar, kamu açıklarını azaltmaya ve para hacmini daraltmaya yönelik
monetarist ağırlıklı politikalardır. Sonuçta, Keynesçi ilkelerden belirli
ölçüde vazgeçilmiş, bütçe açığı ve kamu harcamalarının kısılması ve bu
bağlamda devlet müdahalesinin ve kamu katılımcılığının azaltılarak KİT’lerin
özelleştirilmesi gündeme gelmiştir (Sönmez, 1994: 38-41). Güçlü ve özgür bir
birey, özgür bir piyasa ve sınırlandırılmış bir devletten yana olan yeni sağ,
kapitalizminin girdiği krizin baş sorumlusu olarak devleti görmekte ve
yaşanan krizi onun işlevsel ve kurumsal olarak büyümesinin kaçınılmaz bir
sonucu kabul ederek refah devletine şu eleştirilerde bulunmaktadır (Demirel,
2006: 110).
Devleti içine girdiği mali
krizden kurtarmaya yönelik neo-liberal politikaların siyasal alandaki söylemi
olan yeni sağ ekonomik, sosyal, siyasal ve yönetsel boyutlarıyla kapsamlı bir
dönüşümü ifade eder (Aksoy, 1998: 4). Yeni sağın ekonomik boyutunu oluşturan
politikalar ana tema olarak, devlet müdahaleciliğinin özgürlükleri
kısıtladığını ve mücadeleci bir yapının ortaya çıktığını öne sürerek,
devletin hedeflerinin ve etki alanının mutlaka sınırlandırılmasını
istemektedir (Yayman, 2000:144).
Friedrich von Hayek, Milton
Friedman ve James Buchanan’ın başını çektiği bu düşünce, literatürde Yeni
Liberalizm (Yeni Sağ) olarak adlandırılmaktadır. Yeni Liberalizm’in
Geleneksel Liberalizm’den en belirgin farkı, devletin ekonomiye müdahalesini
kabul etmesi, ancak bunun mümkün olduğunca sınırlı ve istisnai olmasıdır.
Hayek, liberal toplumsal düzenin temel ilkelerini “bireysel özgürlüklerin
yasal güvenceye kavuşturulması” ve “devletin sınırlandırılması” biçiminde
özetlemiştir. Hayek, devletin sınırlandırılması gereğini, karmaşık ekonomik
ve mali gerekçelere dayanmadan, basit iki sosyolojik kabullenme üzerine
oturtmaktadır. Bunlardan ilkine göre, bireysel özgürlüklerin güvenceye
alınması halinde, iyi işleyen kompleks bir toplumsal düzen kendiliğinden
kurulacaktır. Bu nedenle, devletin sosyo-ekonomik hayata aktif müdahalesine
gerek yoktur. Diğer kabullenmeye göre ise, kamu yöneticileri güvenilmezdir ve
bundan dolayı kamu gücü sınırlandırılmalıdır (Bozloğan, 2003: 291).
Yeni Liberalizm’in siyasal
sisteme yansıması sonucunda, devlete karşı piyasayı, denetime karşı
otonomiyi, merkeze karşı yereli, atanmışlara karşı seçilmişleri ön planda
tutan görüşler 1980’lerden itibaren ağırlık kazanmaya başlamıştır (Güvel,
1998: 28). 1970’li yılların başlarından itibaren, Klasik Liberalizm’in temel
ilkelerini savunan başlıca iki çağdaş liberal düşünce okulu akademik ve
politik çevrelerde seslerini duyurmaya başladılar (Aktan, 1995: 12).
Yeni Liberalizm’in öngördüğü
sosyo-ekonomik sistem, temelde iki düşünce okuluna dayanmaktadır. Bunlar
“Kamusal Tercih Okulu” ve “Mülkiyet Hakları Okulu”dur. Kamusal Tercih Okulu,
hemşerilerin tercihlerini etkileyecek politikaların geliştirilmesi ve
uygulanması düşüncesi üzerine oturmaktadır. Bu yaklaşımda, kamu yönetim
birimlerinin tutumunu hemşerilerin bireysel tercihlerinin belirleyeceği
düşüncesi egemendir (Bozlağan, 2003: 291).
Kamusal Tercih Okulu’na göre
kamu kesimi, ekonomik anlamda verimsizdir. Bu durum ise amaçlar ve motivasyon
faktörleri ile ilgilidir. Mülkiyet Hakları Okulu’da kamu kesimini verimsiz
bulmakla ve bu durumun mülkiyet olgusundan kaynaklandığını ileri sürmektedir.
Buna göre, bir insanın, yönetimi altındaki mülke katılımı (mülkteki pay
oranı) ne kadar azalırsa, o mülkün etkin bir biçimde işletilmesinde dönük iç
güdüsü de o aranda az olur. Diğer bir ifade ile bir malın mülkiyet hakları
kime ait olursa o kişi daha verimli bir biçimde çalışma eğiliminde olur. Yeni
Liberal Devlet Modeli İşletmecilik (managerialism) yaklaşımını yerel yönetim
düşüncesine sokmuştur. Kamu yönetiminden kamu işletmeciliğine doğru görülen
değişimin temel özellikleri şöyle özetlenebilir (Bozlağan, 2007: 20).
·
Üretmekten çok düzenleyici olmak,
·
Bizzat yürütmekten çok yetkilendirmek,
·
Kuralcılıktan çok vizyon ve misyon yönelimli olmak,
·
Girdilerden çok çıktılara önem vermek,
·
Harcamaktan çok kazanmak,
·
Tedavi etmekten çok önlemek,
·
Bürokrasinin değil, halkın ihtiyaçlarını karşılamak,
·
Hizmet arzında rekabetçi olmak,
·
Piyasa yolu ile değişimi zorlamak,
·
Hiyerarşiden çok takım çalışması ve katılımcı olmak,
·
Bürokratik olmayan örgüt modelleri geliştirmek,
·
Katılımcı ve çoğulcu olmak,
·
Bireye değer vermek.
Serbest piyasa ekonomisinin
temel değer ve ilkelerini savunan yeni sağ düşüncenin ilk defa İngiltere’de
Thatcher ile başlayan muhafazakar iktidarının kamu sektörünün yapısı, işleyişi
ve hizmet yöntemlerine getirdiği eleştiriler, kamunun küçültülmesi ve yönetim
anlayışının değiştirilmesinde önemli bir rol oynayarak, özelleştirme ve
alternatif hizmet sunum yöntemleri ile devletin rolünün sınırlandırılması
düşüncesinin yerleşmesini sağlamıştır (Kurt ve Uğurlu, 2007:84).
Küreselleşme ve yeni
ekonomik düzen sürecinin iktisadi alt yapısını oluşturan neo liberal
yaklaşımın dayandığı temel düşünce; devlet faaliyetlerinin mümkün olduğunca
kısıtlanması, küçük ve optimal bir devlet boyutunun yakalanarak, iktisadi
bakımdan etkin kaynak tahsisinin yapılabileceği bir devlet anlayışı olarak
şekillenmiştir. Böylece devletin ekonomideki rol ve fonksiyonlarının yeniden
düzenlenmesi, kamu hizmetlerinin sunumunda merkezi yönetim ile birlikte,
yerel yönetimlerin de rol ve sorumluluklarının yeniden düzenlenmesi
gerekliliğini beraberinde getirmiştir (Demircan, 2007: 145).
Sonuç olarak, liberal
ekonomilerin bütününde, piyasalarda etkinliğin bulunduğu durumlarda devletin
ekonomiye müdahalesi olumsuz durumlar doğuracak bir yaklaşım olarak kabul edilmektedir. Ancak, serbest
piyasanın olmadığı ya da yeterince işlemediği durumlarda, devletin ekonomiye
müdahalesi haklı görülebilir. Bu çerçevede, piyasa ekonomilerinde kamu
müdahalelerinin yapılması için ileri sürülen gerekçeler aşağıdakiler gibi
özetlenebilir (Yılmaz, 1999: 90-91):
·
Dışsal ekonomiler ve kamusal hizmet üretimi,
·
Ölçeğe göre getirinin arttığı durumlar (doğal tekel),
·
Piyasanın işleyişinde gözlenen diğer aksamalar (bilgi çarpıklıkları
gibi),
·
Servet ve gelir dağılımındaki eşitsizlikler.
Ancak, bütün bu çalışmalarla
ilgili temel sorun, piyasa ekonomisinde başarısızlıklar daha çok gelişmiş
ülkeler için geliştirilmiş yaklaşımlardan ibaret olmasıdır. Oysa, bugün
gelişmekte olan ülkelerdeki siyasetin,
yönetimin ve ekonomik yapının doğası farklıdır. Dolayısıyla, her ülke kamu
yönetiminin ne için başarısız veya başarılı olabileceği üzerine, gerçekte kapsamlı bir bakış açısıyla eğilmek gerekir
(Çevik, 2002: 52).
SONUÇ ve DEĞERLENDİRME
İktisadi süreçlerdeki
değişim, kamusal mal ve hizmet kavramının kapsamını dolayısı ile yerel mal ve
hizmet kavramını sürekli değişime tabi tutmuştur. Kamusal mal ve hizmetin
kapsamında daha ziyade hizmeti üretenler açısından değişim söz konusudur. Bu
değişim, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’ndan önce gelişen “Klasik Liberal
Anlayış”, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ile gelişen “Keynesyen Anlayış” ve
1970’lerin sonlarına doğru gelişen “Yeni Liberal Anlayış” olarak üç dönemde
incelenebilir. 1929’a kadar ki dönemde var olan “Klasik Liberal Anlayış”,
devletin işlevini tam kamusal mal ve hizmetler ile sınırlandırmaya çalışmış
(güvenlik, adalet, maliye, diplomasi ve kolluk) fakat 1929 Dünya Ekonomik
Bunalımı’nın ardından gelişen “Keynesyen Anlayış”, toplam talebi artırmak ve
ekonomik büyümeyi gerçekleştirmek için devletin ekonomiye her alanda üretici
bir birim olarak girmesi düşüncesini savunarak “Refah Devleti” kavramının
gelişmesine önayak olmuştur. Devlet bu dönemde çok büyük bir bürokratik
yapılanma içine girmiştir. 1970’lerin sonlarına doğru işsizlik ve enflasyonun
aynı anda yaşanması ve “Keynesyen Anlayış”ın bu krizi aşmakta güçlük çekmesi,
“Yeni Liberal Anlayış”ın doğmasına ve güçlenmesine önayak olmuştur. Bu yeni
anlayış devletin ekonomideki işlevini “Klasik Liberal Anlayış”ta olduğu gibi
olabildiğince sınırlandırılması esasına dayanmıştır. Bahsi geçen dönemde
devlet ve diğer kamu tüzel kişileri mal ve hizmet üretim araçlarını özel sektöre
devrederek, kural koyucu, düzenleyici ve denetleyici bir rol üstlenmeye
başlamıştır.
Burada sosyal faydası yüksek olan yarı kamusal yerel mal
ve hizmetler ile yarı kamusal yerel mal ve hizmetlerin üzerinde özellikle
durmak gerekir. Bölünebilen, fiyatlanabilen ve pazarlanabilen bu tür mal ve
hizmetleri her ne kadar piyasanın üretmesi mümkün olsa da, bu mal ve
hizmetlerin sosyal faydalarının, sosyal ve ekonomik maliyetlerinden çok daha
fazla olması nedeniyle kamu tüzel kişileri tarafından üretilmesi ve eğer
piyasanın üretimine açılıyorlarsa kamu tarafından düzenleme, denetleme ve
yönlendirme rolünün güçlü şekilde tesis edilmesi önem arz etmektedir.
|