Description: Description: Description: Description: Description: Description: Description: Description: D:\www\mevzuatdergisi.com\resimler\mevzuatdergisi1.gif

 

 YIL: 14

SAYI: 165

EYLÜL 2011

 

 

Description: Description: Description: Description: Description: Description: Description: Description: D:\www\mevzuatdergisi.com\resimler\soladogru.gifönceki

Description: Description: Description: Description: Description: Description: Description: Description: D:\www\mevzuatdergisi.com\resimler\yazicisembol.gifyazdır

 

 

 Yrd. Doç. Zübeyir TURAN

 

                                                                  

SICAK PARA AKIMLARININ EKONOMİK KRİZLER ÜZERİNDEKİ ETKİSİ


 ÖZET

Üretim, tüketim, tasarruf ve yatırım gibi ekonomik kararların serbest piyasa koşullarında belirlenmesine yönelik düzenlemeleri içeren ekonomik küreselleşme süreci, ülke ekonomisini dış ticaret liberalizasyonu ve finansal liberalizasyon bakımından etkilemektedir. Finansal liberalizasyon süreciyle birlikte sermaye hesabı kısıtlamaları ve sermaye kontrollerinin kaldırılmasından sonra hem yer hem de çeşit bakımından yeni yatırım olanaklarının ortaya çıkması, uluslararası yatırımcıların ve gelişmiş ülkelerin kârlarını maksimum düzeye çıkarmalarına olanak sağlamaktadır. Ancak, gelişmekte olan ülkelerde kısa vadeli sermaye hareketliliğinin artması, krizlere kadar varan büyük ekonomik kayıplara neden olabilmektedir.

Türkiye ekonomisinde 24 Ocak 1980’de başlayan finansal liberalizasyon süreci, 1989 yılında her türlü sermaye hareketlerinin tamamen serbestleşmesiyle devam etmiştir. Özellikle bu yıldan itibaren yoğun ve kontrolsüz bir şekilde spekülatif sıcak para giriş-çıkışlarının yaşanmasına rağmen, bu hareketliliğin neden olduğu istikrarsızlıkları giderecek etkili önlemlerin alınmadığı görülmektedir. Bu nedenle,1990 sonrasında sıcak para girişlerinin aniden durması ya da tersine dönerek hızlı çıkışların yaşanması, gelişmekte olan ülke örneklerinde olduğu gibi Türkiye’de meydana gelen ekonomik krizlerde de büyük etkiler ortaya çıkarmıştır.

Anahtar Kelimeler: Sıcak Para, Gelişmekte Olan Ülkeler, Türkiye Ekonomisi.

ABSTRACT

Economic globalization process, containing the deregulations tor determination of economic decisions like production, consumption, saving and investment on the free market conditions, effects countries in terms of foreign trade liberalization and financial liberalization, in the financial liberalization process, through the removal of capital account restrictions and capital controls, new investment opportunities tor both places and types helps to International investors and developed countries get maximum profıt. However, it is seen that excessive short terin capital mobility can cause large, financial losses which can result in economic crises for the developing countries.

In the Turkish economy, the process of openness and financial liberalization, that started at January 24, 1980, continued with liberating ali kinds of capital movements in 1989. After this year, although there have been large amount of short term and speculative hot money inflows-outflows to the Turkish economy, there have not been effective measures against instabilities that this high capital mobility has brought. On this account, sudden stop of hot money inflovvs or sudden hot money outflows reversely, have caused important effects to Turkey's economic crises, as is in other developing countries after the year of 1990.

Key Words: Hot Money, Developing Cuntries, Turkish Economy.

GİRİŞ

Günümüzün küreselleşen dünyasında finansal serbestleşme ve daha entegre olmuş uluslararası piyasalar gözlemlenen iki önemli olgudur. Gerek sanayileşmiş ve gelişmesini tamamlamış, gerekse gelişme yolunda olan ülkeler, “yabancı sermaye” olarak ifade edilen, yabancı doğrudan sabit sermaye yatırımlarını kendilerine çekebilmek için büyük çaba harcamaktadırlar. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin kalkınma önceliklerine baktığımızda sürdürülebilir bir ekonomik büyümenin sağlanması; verimli yatırımların arttırılmasına, daha fazla ve daha iyi istihdam fırsatlarının yaratılmasına, teknolojik gelişmelerin güçlendirilmesine bağlanırken gelecek nesiller için doğal çevrenin korunması hedefler arasında yer almaktadır. Bütün bu öncelikler doğrultusunda ekonomik kalkınmanın finansmanında yaşanan yapısal darboğazların ve sermaye yetersizliğinin aşılmasında dış finansman yolları büyük önem arz etmektedir.

Dış finansman kaynakları; resmi kalkınma kredileri, doğrudan yabancı sermaye yatırımları ve portföy yatırımları olarak sıralanabilir. Ancak bu alternatifler arasında gelişmekte olan ülkeler açısından en uygunu doğrudan yabancı sermaye yatırımlarıdır. Çünkü, doğrudan sermaye yatırımları yalnızca finansman açığının kapanmasına yardım etmekle kalmamakta, aynı zamanda ülkenin teknolojik düzeyinin yükselmesine, daha fazla ve daha iyi istihdam olanaklarının yaratılmasına aracılık etmektedir. Fakat küreselleşme sürecinde, sermaye hareketlerinin etkileri, yapıları ve süreçleri büyük ölçüde değişikliğe uğramıştır. Söz konusu değişim sürecinde toplam sermaye hareketlerinin artmasının yanı sıra, sermaye hareketlerinin içinde faiz-kur arbitrajına dayanarak yüksek reel gelir elde etme amacıyla bir ülkeden diğerine kolaylıkla kayabilen spekülatif amaçlı, kısa süreli sermaye hareketlerinin de ağırlığı giderek yükselmiştir. 1980'li yılların ikinci yarısından sonra, IMF ve Dünya Bankası'nın yönlendirmesiyle, gelişmekte olan ülkeler giderek artan bir finansal liberalleşme sürecine girmiş ve buna paralel olarak kısa vadeli sermaye hareketlerinin önemi artmıştır. Dolayısıyla, gelişmekte olan ülkelerin dış kaynak açığını gidermede, dış yardım ve dış borçlanmanın yerini kısa vadeli sermaye hareketleri almıştır. Özellikle gelişmekte olan ülkelere kayan kısa vadeli sermaye hareketleri bu ülkelerde zamanla ekonomik problemler yaratmakta ve krizlere neden olmaktadır.

Bu çalışmada sıcak para kavramı ve sıcak para akımlarını belirleyen faktörler üzerinde durulacak, daha sonra sıcak para akımlarının ülkemizde meydana getirdiği ekonomik krizlerden ayrıntılı bir şekilde bahsedilecektir.

1.Sıcak Para Kavramı

Sıcak paranın iktisat dünyasında genel bir tanımı yoktur ve kısa vadeli sermaye hareketleri içerisinde yer almaktadır. Sıcak paranın kısa vadeli sermayeden farkı, mobilitesinin yüksek olması, piyasalara bir anda girip piyasalardan bir anda çıkması ve fazlaca belirsiz olmasıdır.

Sıcak para hareketlerinin çerçevesini likidite özelliği yüksek, çok kısa vadeli sermaye hareketleri belirlemekte olup, bu hareketlerin değerlendirilmesinde zaman ve miktar özelliği ayırt edici rol oynamaktadır. Sıcak para kavramı, beklenen getiri oranı ve risklerdeki değişimlere hızlı tepki veren sermaye yatırımları olarak ifade edilir. (Oktar, 1995:9).

Bir başka tanıma göre sıcak para, spekülatif, kısa dönemci ve aşırı dalgalanma ve akışkanlık gibi unsurlar içeren, ulusal piyasalarda faiz ve döviz kuru arasındaki dengesizliklerden kaynaklanan, arbitraj öğesine dayanan, yüksek risk- yüksek getiri özelliklerini haiz varlıklara yatırım yapan kısa vadeli sermaye akımlarıdır( Yeldan, 1996a).

Sıcak para, genelde spekülatif karların olduğu ülkelere gider. Sıcak para, uzun vadeli yatırım yapmak, fabrika kurmak, üretim yapmak için değil, faizden, kurdan ve hazine bonusu, mevduat sertifikaları, finansman bonoları gibi finansal araçlardan getiri elde etmek için ülkeler arasında kısa süreli olarak yer değiştiren paradır. Sıcak para, kuş gibi korkak ve ürkek paradır. Girdiği ülke ile ilgili en ufak olumsuz bir hareket olduğunda kuş konduğu daldan uçar gider. Sıcak para hızlı bir şekilde ülkeye girer ve aynı hızla ülkeyi arkasına bakmadan terk eder( Şenver, 2003).

Yukarıda ki cümlelerde de anlaşılacağı üzere sıcak para, ülkeye giren kısa vadeli sermayeye verilen isimdir. Sıcak para gittiği ülkeye rahatlık getirir; fakat ülkeyi terk ettiğinde ise bu rahatlık yerini paniğe hatta krize bile bırakabilir. Ülkemizde meydana gelen 1994 ve 2001 krizleri, sıcak para akımlarının yarattığı olumsuz etkilerden dolayı kaynaklanmıştır.

2.Sıcak Para Akımlarını Belirleyen Faktörler

Sıcak para çeşitli faktörlerden dolayı ülkeler arasında kısa süreli olarak yer değiştirir. Sıcak para giriş-çıkışlarını yurtiçi faiz oranı, güvenirlik, ekonomik ve siyasi istikrar, istikrarlı döviz kuru, enflasyon oranı gibi faktörler etkiler.

Mekanizma kısaca şu şekilde işlemektedir: yabancı yatırımcılar ya da özel sektör tarafından kısa vadeli döviz kredileri (sıcak para), TL'ye çevrilerek yüksek faizlerle kamu iç borçlanma senetlerine ya da ticari bankalara mevduat olarak yatırılmakta, bu fonlar dönem sonunda yeniden dövize çevrilerek alınan krediler kapatılmaktadır. Bu da sonuçta ekonomiyi önemli boyutlarda reel faiz yüküne sokmaktadır(Bal,1998:119-111). Böylece sıcak para akımlarını etkileyen faktörlerden bir tanesinin de arbitiraj olduğu görülmektedir.

Sıcak para akımlarını belirleyen faktörlerin belki de en önemlisi finansal sistemin yeterince liberalize olmasıdır. Çünkü ülkeye gelen yatırımcılar getirdikleri fonları ve bunların getirisini hiçbir engelle karşılaşmaksızın kendi ülkelerine götürebilmek isterler. Bir ülkenin gelişmekte olan ülke olması da sıcak parayı ülkeye çeken özelliklerden birisidir. Çünkü bu ülkelerdeki getiri gelişmiş ülkelere nazaran oldukça yüksektir. Yüksek getiri ise ilgili ülkelerin finans piyasalarının derinliğinin az olmasının bir sonucu olarak yüksek risk oranından kaynaklanmaktadır( Aksaraylı ve Tuncay, 2008:3). Finansal piyasaların derinliğinin az olmasının sebebi ise, finansal kurumların ve finansal araçların çeşitliliğinin az olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca finansal işlemlerin ekonomideki payının az olması da finansal piyasaların sığ olmasına sebep olmaktadır.

Uygulanan iktisat ve maliye politikaları bütçe açıkları, kamu borçları, enflasyon, faiz oranları, cari açıklar, büyüme oranı gibi sonuçları itibariyle sermaye hareketliliğine yön verecek temel göstergelerin şekillenmesinde belirleyici olan enstrümanlardır. Bu bağlamda devletin bu değişkenler üzerinden dolaylı biçimde sermaye hareketliliğine yön verdiğini söylemek mümkündür. Devletin söz konusu sürece doğrudan müdahalesi ise daha çok sermaye girişlerini teşvik eden yasalar veya kısıtlanmasını öngören tedbirlerin alınması ve uygulanması aşamasında ortaya çıkmaktadır( Demir ve Sever, 2009:223). Buradan da anlaşılacağı üzere sıcak para akımlarını hükümetin uyguladığı politikalar da etkilemektedir. Kısaca hükümetler doğrudan veya dolaylı olarak sıcak para akımlarında rol sahibi olmaktadır.

Ayrıca, gelişen bir özel sektör ve büyüyen bir borsa, portföy yatırımlarını cezp eder. Gerçekten de, uluslararası faiz oranlarının düştüğü bir ortamda, gelişmekte olan ülkelerin piyasalarındaki yüksek getiriler ve bu ülkelerdeki piyasa altyapısının giderek gelişiyor olması, portföy çeşitlendirmesi yapmak isteyen yabancı yatırımcıları kendine çekmiştir. (Çaşkurlu, 2009:166).

3.Türkiye’de Sıcak Para Akımları ve Krizler

Kriz; herhangi bir mal, hizmet, faktör veya döviz piyasasındaki fiyat veya miktarlarda kabul edilebilir bir değişme sınırının dışında gerçekleşen dalgalanmalardır (Kibritçioğlu, 2000:5-6). Krizler, finansal yatırımcıların ülke koşullarının riskli hale geldiği konusundaki beklentilerine bağlı olarak, giriştikleri spekülatif ataklar sonucu başlar ve bu atakların yoğunluğu ölçüsünde şiddet kazanır.

Finansal krizlerle ilgili iki tür göstergeden söz edilmektedir. Bunlar, ülke koşullarının yatırım riskinin arttığını gösteren ve bu nedenle finansal bir krizin doğacağı konusundaki beklentileri besleyen ön göstergeler ile yaşanan krizin boyutları hakkında bilgi veren temel göstergeler olmaktadır (Eren ve Süslü, 2001:662).

Finansal krizlerin doğacağına dair ön göstergelerin başında reel kurun aşırı değerlenmesi, M2 para arzının uluslararası rezervlere olan oranında ve/veya cari açıkların milli gelire (GSMH’ye) oranında aşırı yükselmeler gelmektedir. Gelişen ülkeler genelde sabit döviz kuru politikası uyguladıklarından, yerli paranın reel olarak belirli bir düzeyin üzerinde değer kazanması kriz beklentilerinde önemli bir faktördür. Ulusal paranın bir yıl içerisinde en azından %10 değer kazanması, spekülatörler için ekonominin fazla ısındığının bir göstergesi olmaktadır. Kriz beklentisinde dikkate alınan diğer bir gösterge M2 para arzının uluslararası rezervlere olan oranıdır. Bu oranın yüksek olması, kendi kendini besleyen krizlerin ortaya çıkma olasılığını arttırmaktadır. Sermaye hareketlerinin yoğun olduğu bir ekonomide dikkat edilmesi gereken diğer bir gösterge cari açıkların GSMH’te oranı olmaktadır. Bu oranın %4’ü geçmesi durumunda, ülkenin finansal kriz açısından tehlikeli bölgeye girmiş olduğu kabul edilir (Eren ve Süslü, 2001:662).

Bir ekonomide finansal krizin doğacağına dair beklentileri besleyen bu göstergeler dışında, yaşanan krizin boyutları hakkında bilgi veren temel göstergeler de söz konusudur. Döviz kurlarındaki büyük dalgalanmalar, gecelik faizlerde yaşanan aşırı yükselmeler ve döviz rezervlerindeki önemli miktarda azalmalar bu göstergelerin başlıcalarıdır. Global finansal piyasalarda kısa vadeli sermaye hareketlerinin yoğunluğu, son yıllarda çok büyük boyutlara ulaşmış bulunmaktadır. Bu artış, sermaye giren ülkelerin mali piyasalarında girişte ve çıkışta ani dalgalanmalar meydana getirmekte, ülkenin reel sektörüne büyük bir fayda da sağlamamaktadır. Öyle ki, milli ekonomilerin karşılaştıkları finansal krizlerde uluslar arası kısa süreli sermaye akımlarının ve spekülatif saldırıların önemli bir rolü bulunmaktadır. Dünyada ve Türkiye’de karşılaşılan finansal krizlerde bu etkileri görmek mümkündür.

Dünya üzerinde çok sayıda finansal kriz yaşanmıştır; küçüklü büyüklü krizler göz önüne alındığında her 19 ayda bir krizin olduğu anlaşılmaktadır. 1970’li yıllardan beri yaşanan finansal krizleri ise Aralık 1973 İngiltere Bankacılık Krizi, Haziran 1974 Herstatt Krizi, Ağustos 1982 Uluslararası Borç Krizi, Aralık 1986 Bono Krizi, Ekim 1987 Borsa Krizi, 1980’lerin başında ABD’de yaşanan tasarruf ve borç krizi olarak belirtmek mümkündür. Ancak bu krizlerin küresel etkileri de olan belli başlılarını 1970 ve 1980’li yıllardaki Latin Amerika krizleri, 1992-1993’te ortaya çıkan Avrupa Döviz Kuru Mekanizması (ERM) krizi, 1994-1995’te Latin Amerika’daki kriz, etkilerinin hala sürdüğü konuşulan Asya krizi, Rusya krizi ve Brezilya krizi olarak kabul etmek mümkündür. Türkiye’de de, 1978, 1994 ve 2001 yıllarında benzer krizler yaşanmış, ayrıca Asya ve Rusya krizi de Türkiye’yi önemli ölçüde etkilemiştir (Akdiş, 2004:6).

1980 öncesi Türkiye’de yaşanan krizler daha çok Türkiye’de mal ve emek piyasalarının gelişmediği, döviz piyasası ile para piyasalarının mevcut olmadığı ortamlarda doğmuş olan krizlerdir. Bu yapılarıyla da finansal liberalleşmeye bağlı veya global kaynaklı olmaktan uzaklardır. 1980 sonrası yaşanan krizlerin gerisinde ise, en yakın ve doğrudan etken olarak dönemin sermaye hareketleri serbestleşmesinden kaynaklanan sıcak para olgusu yatmaktadır, bu nedenle de 1980 sonrası yaşanan krizler finansal kriz olarak tanımlanırlar (Akdiş, 2004:6). Türkiye’de özellikle 11 Ağustos 1989 tarihinde yayınlanan 32 Sayılı Karar ve daha sonra yapılan çeşitli düzenlemelerle mali piyasalar kısa süreli sermaye hareketleri için serbest hale gelmiştir. Finansal piyasaların yeterli derinliğe sahip olmadığı Türkiye’de 1990’lı yıllardan itibaren kısa süreli sermaye hareketleri için spekülatif kazançlarda artış meydana gelmiştir. Spekülatif sermayenin giriş dönemlerinde yapay bir büyüme, çıkış dönemlerinde ise ciddi krizler yaşanmıştır. Kısa süreli spekülatif sermaye akımlarının ülkeye girişinde dünya üzerindeki düşük faiz oranları ve Türkiye’de yüksek düzeyde arbitraj olanaklarının varlığı etkili olmuştur. Gelişmiş ülkelerde en az 10 yıl içerisinde finansal arbitraj yoluyla elde edilecek gelir Türkiye'de bir yıl içerisinde elde edilmiştir(Yeldan 2004: 127). Bu doğrultuda ülkemizde yaşanan veya başka ülke kaynaklı olup ülkemizi de etkileyen sermaye akımı kaynaklı bu finansal krizleri; 1994 ve 2000- 2001 krizi başlıkları altında incelemek uygun olacaktır.

 3.1.1994 Krizi ve Sonuçları

Dünyada 1990’lı yıllarda yaşanan krizler ikinci nesil krizler olarak adlandırılmaktadır. Bu krizler ekonomide önemli bir dengesizlik olmasa bile, spekülatörlerin dövize doğru spekülatif atakları karşısında, yetkili organların dövizle ilgili gerekli önlemleri almamaları sonucunda doğmaktadır. Zayıf döviz kuru piyasalarında, ülke parası kısa pozisyonda olan ve sayıları oldukça fazla olan satıcıların portföylerini yeniden tahsis etme çabaları, yerli paraya karşı bir hareket başlatır. Spekülatif atak başladığı zaman, faizlerin yükselmesi ekonomiye durgunluk getirip işsizliği arttıracağından, bu maliyeti göze alamayan kamu otoriteleri, genellikle sermayenin ülke dışına çıkmasına seyirci kalarak, döviz kurunu dalgalanmaya bırakmakta gecikmektedirler. Daha açık ifade ile Merkez Bankası, rezervleri tükeninceye kadar defansif işlemler yapmaya devam eder. Rezervleri tükenince de defansif işlemlere son verir ve gecikmeli olarak döviz kurunu dalgalanmaya bırakır. Bunun sonucunda ortaya çıkan veya şiddetlenen enflasyonu merkez bankası ister istemez kabullenmiş olur.

İkincil nesil krizlerin üç ana bileşeni bulunmaktadır (Eren ve Süslü, 2001:663).

· Kamunun sabit döviz kur politikasını sürdürmek istemesinin mutlaka bir nedeni olmaktadır.

· İzlenilen sabit döviz kuru politikası nedeniyle katlanılmış olan belirli bir maliyet bulunmaktadır. Bu maliyet sabit kurdan çıkmayı zorlaştırmaktadır.

· İktisadi birimlerin beklentileri önem kazanmaktadır.

İkinci nesil kriz modellerinde beklentiler; yani iktisadi birimlerin politikaları ve göstergeleri nasıl değerlendirdiği önem kazanmaktadır. Rasyonel beklentiler teorisine göre, iktisadi birimlerin beklentileri, izlenilen politikaların sonuçlarını belirlemektedir (Kirmanoğlu, 2003:15). İktisadi birimlerin devalüasyon beklentileri faizleri yükselterek kurun çökmesine neden olabilmektedir. Artan faizler fiyatlar yolu ile enflasyona ve kamu bütçelerinin bozulmasına yol açarak, kur politikasının sürdürülmesini engelleyebilmektedir. Kendi kendini besleyen beklentilerle başlayan spekülatif ataklar, ekonomik temeller güçlü olsa bile parasal krizlere yol açabilmektedir.

İkinci nesil krizlerin diğer bir özelliği ekonomik yapıların krize hassas olmalarıdır. Bu hassas yapı sadece devletten kaynaklanmaz, özel sektörün (özellikle bankacılık sektörünün) yapısı krize duyarlı bir ortam yaratabilir. Bankacılık sektörünün açık pozisyon oranlarındaki artışlar, kredilerdeki geri dönme oranın azalması, vade uyuşmazlığı gibi nedenler bankacılık sektörünü, dolayısıyla genel ekonomiyi krize hassas bir yapıya sürükleyebilir.

İkincil nesil finansal krizlerin ortaya çıkışı iki şekilde olmaktadır. Bunlar; bankacılık krizi ve döviz krizidir. Bankacılık krizleri genelde banka bilançolarının kötüleşmesinden, bilanço aktif yapılarının bozulmasından kaynaklanır. Geri dönmeyen kredilerin artması, menkul değerlerin piyasalarındaki dalgalanmalar, reel sektörün küçülmesi nedeniyle bankaların aktif yapılarının bozulması, bankacılık krizlerinin temel nedenleri olmaktadır. Bankacılık sektörünün krize girmesi sonucunda mevduat sahipleri bankalardan mevduatlarını çekmeye başlayacağı için, bankaların likidite sıkıntısı had safhaya varır. Finans sektöründe artan sorunlar krizi tetikleyen en önemli nedenler haline gelir; geri dönmeyen krediler ne kadar artar ise bilançodaki vade uyumsuzluğu o denli çoğalır. Likidite riski yüksek, dövizde aşırı pozisyon açığı ile çalışan, öz kaynakları yetersiz olan bir bankacılık sisteminin varlığı, kuşkusuz ekonomik kriz için uygun bir ortam yaratır (Akgüç, 2001:32).

Finansal krizlerin diğer bir şekli döviz krizleridir. Döviz krizleri genelde sabit kura dayalı dezenflasyon programları sonucunda ortaya çıkar. Döviz kuru çıpasına dayanan bu sistemde enflasyon konusunda olumlu gelişme ile birlikte, yerli paranın değer kazanması sonucu, cari işlemler dengesindeki açık büyür. Buna rağmen sabit kurdan çıkamayan ülkeler, ister istemez bir finansal krize sürüklenir (Eren ve Süslü, 2001:664).

İki ayrı şekilde ortaya çıkan finansal krizlerin, ortaya çıkış nedenleri ise aynıdır.

Bunlar (Eren ve Süslü, 2001:664):

· Makro ekonomik yapıda sürdürülemeyen dengesizlik,

· Ters seçim ve Ahlaki yapıdaki bozulma,

· Finansal serbestleşme,

· Sürü psikolojisi olmaktadır.

Türkiye’de ikincil nesil krizi olarak nitelendirilen ve küresel özellikler taşıyan ilk finansal kriz 1994 yılında patlak vermiştir, hatta Türkiye’nin 1994’te aslında mini bir Güneydoğu Asya krizi yaşadığı belirtilmektedir. Bu kriz sadece finansal yapıdan kaynaklanmamış, krize öncülük eden gelişmelerde reel sektördeki aksaklıkların da önemli rolleri olmuştur.

1994 krizi çok şiddetli fakat kısa süreli bir krizdir. 1992 ve 1993 yıllarının yaz aylarında Avrupa para piyasalarındaki karışıklığa ve rakip ülkelerdeki devalüasyonlara yine, izlenen “sıcak parayı çekme” politikasının etkisi karışmıştır. Bunun sonucunda, Türkiye’nin dış piyasalarda rekabet gücünü kaybetmekte olduğu düşüncesi doğmuştur. Nitekim cari işlemler bilançosu açıkları 1993 sonunda 6.5 milyar USD’na yaklaşmış ve bu veriler TL’nin devalüe edileceği beklentisinin oluşmasına neden olmuştur, buna hükümetin aynı yılın sonbahar aylarında faiz haddini indirme politikası eklenmesiyle, devalüasyon beklentisinin tetiklediği 4.2 milyar USD’lık sermaye kaçışı, Türkiye’nin sığ para piyasasını ve borsasını altüst etmiştir. 1993 sonunda USD fiyatı 14 bin TL’den spekülasyonların etkisiyle Nisan 1994de 40 bin TL’ye fırlarken Hazine, Haziran’da %400 faizle borçlanmış, borsada fiyatlar çökmüştür. Kitlesel işten çıkarmalar karşısında işçilerin işlerini koruyabilmek için ücretsiz çalışmaya razı olmaları, yaşanan krizlerin tarihinde ilk kez görülen bir olaydır. Bu krizde, reel faizlerde ve döviz fiyatındaki fırlama, batan bankaların ve şirketlerin getirdiği yükler ile devletin borcunun katlanarak artmasının gerisindeki temel nedenlerdir (Kazgan, 2002:5).

Reel kesimde üretim düşüşünün istihdama ve ücretlere yoğun biçimde yansıması 1994 krizinin getirdiği bir diğer sonuçtur. 1993’ün 2. çeyreğinde %79.6 olan özel imalat sanayinde kapasite kullanım oranı 1994’ün aynı döneminde %63.2’ye düşerken, Nisan 1993de 1.6 milyon olan işsiz sayısı Nisan 1994de 1,864 bine fırlamıştır. GSMH’deki düşüş ise %6 oranındadır. USD üzerinden reel ücretler özel imalat sanayiinde %40 oranında düşüşle 1988 krizindeki düzeyine inmiştir. 1994’de reel ücret düzeyi imalat sanayiinde bir yıl öncekinin yarısına inerken, atıl işgücü oranı da %16.6 ile zirve seviyelerindedir. Ücretlerdeki düşüşün yanında, ihracatın verdiği ivmeyle bu kriz 1994 yılı Eylül ayı itibariyle atlatılmış, üretim ve istihdam artışa geçmiştir. 1997 Nisan ayında işsiz sayısı 1.3 milyona gerilerken USD üzerinden imalat sanayiindeki reel ücretlerde de %13 oranında bir artış yaşanmıştır. Başka bir deyişle, 1994 krizini izleyen üç yılda GSMH’de ve sanayide yaşanan hızlı büyüme reel ücret artışından çok istihdam artışına yansımıştır. Ancak IMBK-100 endeksi kriz öncesinin çok altında kalmış bu da net sermaye girişlerinin sürmesine katkı yapan öğelerden biri olmuştur (Kazgan, 2002:6).

3.2.2000 ve 2001 Krizleri

Türkiye 22 Kasım 2000 ve 21 Şubat 2001 tarihlerinde finansal karakterli yeni krizlerle karşılaşmıştır. Likidite ve döviz talebi krizi olarak adlandırılabilecek olan bu krizlerin daha önceki krizlerden farkı, kapsamlı bir istikrar programının uygulandığı dönemlere rastlamış olmasıdır (Akdiş, 2004:9). Türkiye ekonomisinin 2000 Kasım ve 2001 Şubat aylarında yaşadığı şiddetli finansal krize yol açan nedenlerin başında dört etkinin yer aldığı söylenebilir. Bunlar (Eren ve Süslü, 2001:668):

· İzlenilen döviz kuru politikasının inandırıcı bir atmosferde uygulamaya konulamaması,

· Etkin denetimi yapılmayan bankacılık kesiminin ekonomik olmayan davranışları,

· 2000 yılında uygulamaya konulan dezenflasyon programının sağlam bir zemine oturmayışı,

· 90’lı yıllarda dış ödemeler dengesinde giderek artan öneme sahip olan kısa vadeli sermaye hareketlerinin istikrarsız bir zemin oluşturması.

Burada dikkat çekilmesi gereken bir konu da Kasım ayında ve Şubat ayında ortaya çıkan krizlerin çıkış noktaları itibarı ile farklı niteliklere sahip olduğudur. Kasım ayında ortaya çıkan kriz bankacılık sisteminde ödeme güçlüğü içine giren bankaların ortaya çıkması, devamında likidite krizi, sonra kura baskı ve yerli paraya atak şeklinde gerçekleşmiş iken; Şubat ayındaki kriz, Kasım ayından sonra artan mali kırılganlığın da etkisi ile, doğrudan yerli paraya karşı atak şeklinde kendisini göstermiştir.

2000 yılında benimsenen program doğrultusunda izlenecek makroekonomik önlemler, temelde, enflasyonun indirilmesine ve bu bağlamda kamu harcamalarının kısılarak bütçe açıklarının düşürülmesine, iç borçların çevrilebilir duruma sokulmasına yöneliktir. Bu amaçlar doğrultusunda iki ana önlem benimsenmiştir.

Birinci önlem, döviz kurunun enflasyonu indirmek için çapa olarak kullanılmasıdır. Bu hedeflenirken, TCMB’nin 35 milyar USD’na yaklaşan net döviz rezervleri olarak görülmektedir. Döviz çapası ithalatı arttırırken mal arzını bollaştırarak, TL üzerinden ithal malları fiyatlarını düşürecek; ayrıca faiz hadlerini düşürürken üretimi ve yatırımları artırarak ekonomiyi canlandıracak, dövize hücumu sınırlayacak, böylece enflasyonu düşürmeye katkı yapacaktı. Kamu harcamalarını sınırlayıcı politikalar, faiz düşüşleri ve döviz fiyatlarını sınırlayıcı politikalara eklenerek kamunun bütçe açıklarını sınırlayacaktı. İkinci önlem ise, TCMB’nin para arzını genişletmeyi sadece döviz rezervlerindeki artışa bağlaması, iç varlıklardaki artışlara bağlı genişlemeyi devreden çıkarmasıydı (Kazgan, 2002:10).

Bu iki temel politika, 2000 yılının ilk çeyreğinden itibaren reel değeri artan TL ve hızla düşen faizlerin etkisiyle imalat sanayiinde kapasite kullanımını ve yatırımlar ile GSMH’yi artışa geçirmiş; istihdam artmaya başlamıştır. Fakat TÜFE ya da TEFE’de beklenen düşüşün ortaya çıkmaması, TL’deki reel değerlenmenin beklenen değerinin üstüne çıkmasına, CİB açığının olağanüstü hızla büyümesine, bir yandan da TCMB’nin döviz rezervlerinin erimesine neden olmuştur. Ayrıca, stand-by anlaşması koşulu olarak USD fiyatının enflasyonun altında kalacağı beklentisi, şirketleri ve ticari bankaları hızla dış borçlanmaya, döviz tevdiat hesaplarını şişirmeye, girişimcileriyse ucuz dövizle dış yatırıma götürmeye başlamıştır. Yılın üçüncü çeyreğine gelindiğinde cari işlemler açığındaki patlama buna eklenmiş, döviz fiyatı tutulamayacak beklentisi doğmuş, bu beklenti Kasım ayının 2. yarısında 3 milyar USD tutarında sermaye çıkışına ve beraberinde TCMB döviz rezervindeki 5 milyar USD tutarında azalışın yarattığı para arzı daralmasına etken olmuştur. İhtiyacın arttığı bir dönemde TL darlığının ortaya çıkması ve bu açığın TCMB tarafından karşılanmaması sonucu faiz haddinde yaşanan fırlamalar, Kasım 2000’deki krizi tetikleyen en önemli etkendir (Kazgan, 2002:11).

2000 yılı sonu itibariyle, CİB açığının 10 milyar USD seviyesine çıkması, buna karşılık TCMB rezervlerinin yaz aylarındaki 36.5 milyar USD seviyesinden 30 milyar USD’na gerilemesi, 2001 başında (Şubat ve Mart) 5 milyar USD’na yakın yeni bir sermaye çıkışını tetiklemiştir. Mart itibariyle TL %33 oranında devalüe olurken faiz hadlerinin %100’ü aşması, TCMB rezervlerinin de 30 milyar USD tutarının altına inmesiyle, reel kesim IMF programla birlikte çöküşe geçmiştir. Türkiye, devletin döviz rizikosu yüksek seviyelerde seyrederken serbest dalgalı kur rejimine geçmek zorunda kalmıştır (Özbilen, 2001:3).

2001 Mayıs ayına kadar geçen sürede çöken 15 bin 317 firma dahil, krizin başladığı 1998’den bu tarihe kadar toplam 94 bin 905 firma kapanmış, işsizlik oranı da %6.8’den %8.6’ya, atıl işgücü oranı %16.7’ye fırlamıştır. GSMH’nin 2001 yılında %8.5 oranında daralması, 2000 yılındaki yapay pompalama ile yakalanan %6.1 oranındaki artışı izlemiştir. GSMH 1998-2001 aralığında 203 milyar USD’ndan 160 milyar USD’na gerilemiş, iç-dış borçların toplamı 180 milyar USD tutarına yükselmiştir (Özbilen, 2001:14).

2000 ve 2001 yıllarında yaşanan her iki krizde de milli piyasaların tepkileri kadar uluslararası sıcak paranın hareketleri de dikkat çekici özellikler göstermiştir. 22 Kasım krizinde yaklaşık 1,5 milyar USD’lık sıcak para hemen yurt dışına çıkmış, krizi takip eden günlerde de bu çıkış devam etmiştir. 6 Aralık tarihi itibariyle yurt dışına çıkan yabancı sermaye miktarı 7 milyar USD seviyesine ulaşmıştır. Sıcak paranın yurt dışına çıkış isteği ise hem döviz talebi ve döviz fiyatları üzerinde baskı oluşturmuş, hem de likidite talebini üst seviyelere çıkararak faiz oranlarının olağanüstü yükselmesine sebep olmuştur. Sıcak paradaki bu çıkışın 22 Kasım tarihinden önceki aylarda başladığı ve bu tür hareketlenmenin krizi oluşturan süreci hazırladığı da ayrıca tartışılmaktadır. 21 Şubat krizinde ise ilk günlerde 4.9 milyar USD’lık kısa süreli sermaye yurt dışına çıkmıştır, bu süreçte ülkeden çıkan toplam yabancı sermayenin ise yaklaşık 7,5 milyar USD’lık bir hacme ulaştığı tahmin edilmektedir. Dövize olan aşırı talep borsayı çökertirken gecelik faizlerin %7500’ler gibi astronomik yüksekliklere ulaşmasına sebep olmuştur (Akdiş, 2004:9).

Kasım ve Şubat aylarında meydana gelen olumsuz gelişmeler, Merkez Bankası’nın kriz sonrasında mali piyasalarda istikrarı öngören politikalar izlemesini zorunlu hale getirmiştir. Türk Lirasının dalgalanmaya bırakılmasını takip eden günlerde Merkez Bankası piyasanın likidite ihtiyacını karşılayarak ödemeler sisteminin yeniden işler hale getirilmesine öncelik vermiştir. Bu bağlamda Merkez Bankası 26 Şubat’tan itibaren, bankalar arası para piyasasındaki alış ve satış kotasyonlarını düşürmüş ve açık piyasa işlemleri ise daha çok kamu bankalarına ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu kapsamındaki bankalara gecelik kotasyon yolu ile kaynak sağlanmasına yönelmiştir. Mart ayının ortalarından itibaren, açık piyasa işlemleri yolu ile gecelik fonlamanın yanı sıra, piyasaya vadeli fonlama da sağlanmaya başlanmıştır. Bu dönemde, Merkez Bankası gerekli durumlarda İMKB nezdindeki Repo ve Ters Repo Pazarı ve kendi nezdindeki bankalar arası para piyasası yolu ile piyasadaki fazla likiditeyi çekme yoluna da gitmiştir. Döviz piyasalarında ise, Merkez Bankası bankacılık sistemine yoğun döviz depoları ve çoğu zaman sınırlı döviz müdahaleleri yolu ile kaynak sağlayarak, mali sistemin dış yükümlülüklerini karşılamasını da sağlanmıştır. Mart ayı sonunda ise, yeni istikrar programının açıklanmasındaki gecikmeye paralel olarak, Merkez Bankası döviz kurlarının piyasada belirlenmesi ve aşırı dalgalanmaların engellenmesi amacı çerçevesinde, piyasadan döviz alış ve satışında çoklu fiyat ihalesi uygulamasına başlamıştır (TCMB, 2001).

2000 Kasım ve 2001 Şubat aylarındaki bu gelişmeler, ekonominin orta ve uzun vadede istikrar hedefine ulaşmasının temel köşe taşlarından birisi olan yapısal reformların, özellikle finans sektörünü ilgilendiren yapısal reformların öneminin geçmişe göre daha fazla hissedilmesini sağlamıştır. Gerçekleştirilen reformlarla ülke ekonomisi kriz öncesi dönemdeki seviyesine yaklaşmıştır (TCMB, 2001).

Küreselleşen bir dünyada sıcak para hareketlerinin durdurulması mümkün değildir, finansal krizlerle karşılaşmamak ya da karşılaşılan finansal krizleri en az zararla geçiştirebilmek için alınabilecek tedbirler de bulunmaktadır. Bunları döviz piyasalarının istikrarı ve diğer öneriler olarak sıralamak mümkündür (Akdiş, 2004:10)

SONUÇ

Küreselleşme ile başlayan değişim sürecinde hızlanan sermaye hareketleri içerisinde yüksek getiri elde etmek amacıyla bir ülkeden diğerine rahatlıkla kayabilen, spekülatif amaçlı ve kısa vadeli sıcak para hareketlerinin payı son yıllarda giderek artmaktadır. Türkiye’de, 1980 yılında ithal ikameci büyüme modelinden dışa açık bir büyüme modeline dönülmesi ve sonrasında 1989 yılında liberalizasyon sürecine geçilmesiyle, bu yıldan itibaren yabancı sermaye hareketleri çeken ülkeler arasına girmiştir.

Sermaye hareketlerinin serbestleşmesi bir yandan yatırımcıların getirilerini arttırmalarını ve risklerini dağıtmalarını sağlarken diğer taraftan bu sıcak para akımlarının yöneldiği gelişmekte olan ülkelerin yatırımlarını dış borçla finanse etmelerine, bu yolla tasarruflarda artış yerine ülke yerleşiklerinin tüketimlerini artırmalarına yol açmaktadır. Birçok gelişmekte olan ülkenin üretim potansiyellerinin artmasına da yardım eden finansal sermayenin ekonomik faydalarının yanı sıra ülke ekonomilerine olumsuz etkileri de olabilmektedir. Kısa vadeli sermaye hareketleri merkez bankalarının ara ya da ana hedef politikası olarak kullandıkları, döviz kuru, döviz rezervleri, parasal büyüklükler ve enflasyon gibi değişkenlerde dalgalanmalara yol açabilmekte ve bu gelişmelerde para politikasının etkinsizliği dâhil birçok olumsuzluğu beraberinde getirebilmektedir.

Son yıllarda dünya ekonomisinde hâkim olan ekonomik istikrar ve yükseliş trendi sonucunda oluşan sermaye birikimi, özellikle gelişmekte olan ülkelere yönelmekte ve bu ülkelerde yatırım finansmanı amacıyla kullanılmaktadır. Gelişmiş ülkelerin yaptıkları bu tasarruf transferleri ülkemiz de dahil olmak üzere birçok gelişmekte olan ülkede sürekli büyümeyi de beraberinde getirmiştir. Ancak burada merak edilen ve tedirginlik yaratan asıl konu, dünyadaki ekonomik istikrar ve büyümenin ne kadar süreceği ve halen gelişmekte olan ülkeleri fonlayan bu sıcak paranın, bir kriz ortamı oluştuğunda nasıl hareket edeceğidir.


KAYNAKÇA
AKDİŞ, Muhammet (2004), ‘’Kısa Vadeli Sermaye Hareketlerinin Yol Açtığı Finansal Krizler ve Bu Krizleri Önlemede Kullanılabilecek Araçlar: Tobin Vergisi’’, Bankacılık ve Finans Dergisi,Yıl:6, Sayı:36,ss:36-48.

AKGÜÇ, Öztin (2001), ‘’Bankacılık Kesimi Kriz Nedeni mi?’’, İktisat Dergisi, Şubat-Mart, Sayı:410-411.

AKSARAYLI, Mehmet ve TUNCAY, Özhan (2008), ‘’ Kısa Vadeli Sermaye Girişi Modellemesi: Türkiye Örneği’’, 2. Ulusal İktisat Kongresi, ss.1-13.

BORATAV, Korkut (1993), ‘’İktisadi Kriz Üzerine Bazı Gözlemler’’, İşletme ve Finans Dergisi, Cilt:9, Sayı:100, ss:22-30.

BAL, Harun. (1998), Gelişme Sürecinde Dış Finansman Kullanımı ve Türkiye,

T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Ekonomik Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Araştırma ve İnceleme Dizisi: 16.

ÇAŞKURLU, Sibel, İnce (2009),’’ Kısa Vadeli Sermaye Hareketlerinin Gelişmekte Olan Ülkelere Etkileri Ya Da Modern Bir Kırmızı Başlıklı Kız Masalı’’, Mülkiye Dergisi,Cilt:XXV, Sayı:229, ss:163-184.

DEMİR, Murat ve SEVER Erşan (2009), ‘’ Kısa Vadeli Sermaye Hareketlerinin Nedenleri ve Sermaye Hareketliliğinde Devletin Rolü: Türkiye Üzerine Bir İnceleme’’ Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi,Cilt:8, Sayı:29,ss:216-239.

EREN, Aslan ve SÜSLÜ, Bora (2001), ‘’Finansal Kriz Teorileri Işığında Türkiye’de Yaşanan Krizlerin Genel Bir Değerlendirmesi’’, Türkiye Dergisi Kriz Özel Sayısı, Sayı:41, Yıl:7, Eylül-Ekim,ss:662-674.

KAZGAN, Gülten (2002), ‘’1990 Sonrası Yıllarda Türkiye’de Krizler ve İşsizlik: Çalışanlar ve Sosyal Güvenlikleri İçin Çözümler Açısından Bir İrdeleme’’, İstanbul.

KİBRİTÇİOĞLU, Bengi (2000), ‘’Parasal Krizler’’, Hazine Müsteşarlığı Yayınlanmamış Uzmanlık Tezi, Ankara.

KİRMANOĞLU, Hasan (2003), ‘’Rasyonel Beklentiler Teorisi Varsayım mı?’’, İktisat Dergisi, Nisan, Sayı:17.

ŞENVER. Bülent (2003), ‘’ Doların Düşüşü Durdu Ekonominin Dümeni’’, Erişim: http://www.bulentsenver.com/bsakfel/yazilarim/printer_friendly.asp?IDNews=60( 20 Ağustos 2011).

OKTAR, Suat (1995), ‘’Uluslararsı Sermaye Akışları ve Sıcak Para’’, Ekonomik Yorumlar, Sayı 11, Kasım.

ÖÇAL, Tezer ve diğerleri (1997), Para Banka Teori ve Politika, Ankara.

ÖZBİLEN, Şevki, (2001), ‘’Türkiye’de İktisadi Krizin Temel Nedenleri ve Bir Mali Sistem Reform Önerisi’’, Yeni Türkiye Dergisi,Cilt:1, Sayı:41-42, Eylül-Ekim.
Serdengeçti, Süreyya (2001),
69. Hissedarlar Genel Kurul Olağan Toplantısı Açış Konuşması, TCMB,

Erişim: http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/konusma/tur/2001/GenKur.html (31 Mayıs  2011).

TCMB (2001), Kriz Sonrası Yaşanan Gelişmeler ve Para Politikası Raporu, Ankara, Erişim:http://www.tcmb.gov.tr/yeni/paraprog/para_politikasi.html (7 Haziran 2011).
TCMB (2005),
Para Politikası Raporu, Ankara, Erişim: www.tcmb.gov.tr/research/parapol/ pprekim2005.php ( 25 Mayıs 2011).
YELDAN, Erinç (2004), Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, İletişim Yayınları, İstanbul.
YELDAN, Erinç (1996a), ‘’Kısa Vadeli Sermaye Akımlarının Türk Finans Piyasalarına Olan Etkileri Üzerine Gözlemler’’,Ekonomide Durum, Sayı:4, ss:41-49.