FİNANSAL PİYASALAR VE KÜRESELLEŞME
Günümüzde dünya
ekonomisinde yaşanan en önemli olgulardan birisi, 1970’li yılların sonunda
gelişmiş ülkelerde başlayan ve 1980’li yıllarla birlikte Gelişmekte Olan Ülkeleri
de (GOÜ) kapsayacak biçimde yaygınlaşan finansal serbestleşme uygulamaları ve
onun bir parçası olarak sermaye hareketlerinin serbestleşmesidir. Dünya
genelinde yaşanan bu süreçte; GOÜ’lerin kalkınmalarını gerçekleştirebilmek
için dış finansal kaynaklara duydukları gereksinim, gelişmiş ülkelerin kendi
sermayelerine daha karlı yatırım olanakları yaratma istekleri ve finansal
serbestleşmeye yönelik politikaların genel olarak benimsenmesi, uluslararası
sermaye hareketlerinin büyük bir hız kazanarak önemli boyutlara ulaşmasına neden
olmuştur.
1980’li yıllarda
dünyada yaşanan finansal serbestleşme sürecine paralel olarak, Türkiye
ekonomisinde de 24 Ocak 1980 Kararları ile başlayan dışa açılma ve
serbestleşme süreci, 1989 yılında sermaye hareketlerinin tümüyle serbest
bırakılması ile tamamlanmıştır. Sermaye hareketlerinin önündeki tüm
kısıtlamaların kaldırılması, Türkiye’ye yönelik finansal sermaye
hareketlerinin hacmini ve akışkanlığını önemli ölçüde arttırırken, aynı
zamanda söz konusu akımların ülkenin makroekonomik göstergeleri üzerinde
yarattığı olumlu ve olumsuz etkilerin de yoğun olarak tartışılmasına neden
olmuştur.
Anahtar
Kelimeler: Finansal Serbestleşme, Portföy Yatırımları, Kısa Vadeli
Sermaye Hareketleri, Finansal Krizler, Sermaye Denetimleri.
ABSTRACT
Nowadays one of the most important phenomena in
the world economy is financial liberalisation applications.
Liberalisation of capital movements, which started in developed countries at
the end of the 1970s and in conjunction with 1980s it became widespread also
in developing countries. In this period, on one hand, developing countries’
need of foreign financial sources in order to realize economic development
and on the other hand, the will of the creation of more profitable investment
opportunities on the part of developed countries gave momentum and new
dimensions.
Parallel to
financial liberalisation process in 1980s in the world, the liberalisation
process in Turkish economy started with 24 January 1980. The process
completed with the full liberalisation of capital movements in 1989. Removing
all the restrictions on capital movements significantly increased the volume
and flow of financial capital movements to Turkey. At the same time it raised
the arguments about the positive and negative effects of these flows on
macroeconomic indicators of the country.
Key Words:
Financial Liberalisation, Portfolio Investments, Short Term Capital
Movements, Financial Crisis, Capital Controls.
GİRİŞ
1970’li
yıllardan bu yana önce gelişmiş ülkelerde ardından Gelişmekte Olan Ülkelerde (GOÜ)
uygulanmaya başlanan finansal serbestleşme politikaları ve bu politikaların
süreç içinde ortaya çıkan sonuçları, günümüzde finansal yapının en çok
tartışılan konularından birisidir. 1970’li yıllarda birçok GOÜ’de görülen,
petrol şoklarından kaynaklanan iktisadi bunalım ve borç krizleri, o döneme
kadar uygulanmakta olan korumacı ve müdahaleci politikaların eleştirilmesine
ve ekonomik serbestleşmeyi ekonomik gelişme ile özdeş tutan görüşlerin
yaygınlık kazanmasına neden olmuştur. Bu çerçevede, 1970’li yılların sonunda
GOÜ’lerde ortaya çıkan borç krizi, dış borçlarını ödemekte ve dış kaynak
bulmakta zorlanan bu ülkelerin, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası finans
kuruluşlarının da baskı ve telkinleriyle, yurtiçi finansal kaynakların
arttırılması ve durgunluktan çıkış için finansal serbestleşmeyi
benimsemelerine neden olmuştur.
Gelişmiş
ülkelerde başlayan ve 1980’li yıllarla birlikte GOÜ’leri de kapsayacak
şekilde genişleyen finansal serbestleşme politikaları ile önce yurtiçi finans
piyasası, ardından da sermaye hareketleri üzerindeki denetim ve kısıtlamalar
kaldırılmıştır. Sermaye hareketlerinin önündeki tüm engellerin kaldırılması,
iletişim teknolojisinde yaşanan gelişmelerle birleşince, uluslararası finans
piyasalarında bir ülkeden diğerine kolaylıkla hareket edebilen finansal
akımlar hızla artarak büyük boyutlara ulaşmıştır. Yaşanan bu süreçte
uluslararası sermaye hareketleri, giderek geleneksel işlevinden uzaklaşarak
farklı bir konuma gelmiştir. Hızla büyüyen hacminin
yanı sıra görece daha kısa vadeli ve spekülatif bir niteliğe bürünen ve resmi
kanallardan özel piyasalara kayan sermaye hareketleri, bu özellikleri
ile en çok GOÜ ekonomilerini etkilemektedir.
Günümüzde çok
tartışılan “küreselleşme” kavramı, ona atıfta bulunan pek çok çalışma ve
teorinin de etkisiyle, çeşitli anlam kaymalarıyla birlikte değerlendirilme
durumundadır. Kavram olarak “küresel” (global) sözcüğünün kökeni 400 yıl
öncesine gitse bile “küreselleşme” (globalization) oldukça yenidir.
Küreselleşme kavramı, ilk olarak 1960’larda ortaya çıksa da, 1980’lerde daha
sık kullanılmış, 1990’lara gelindiğinde de, bilim adamlarının önemini kabul
ettiği bir sözcük haline gelmiştir. Küreselleşme sözcüğü son yıllarda dünyada
yaşanan gelişmeleri tanımlamak için kullanılan bir sözcüktür. Bu gelişmelerin
politik, ekonomik, kültürel, toplumsal ve teknolojik boyutları bulunmaktadır.
Küreselleşmenin
literatürde çok çeşitli tanımları vardır. Küresel kelimesi, cihanşümul veya
bütün dünyayı kapsayan anlamına gelmektedir (Akdiş, 2000:25).
Küresel kelimesinden hareket edilerek bugün toplum hayatının her alanında
yeni kavramlar üretilmektedir; küresel pazar, küresel şirket, küresel ürün,
küresel yönetici, küresel kültür, küresel siyaset, küresel işgücü, küresel
sermaye bunlardan bazılarıdır (Turan, 1994:1-3).
İletişim ve
bilişim teknolojilerindeki hızlı gelişmeler küreselleşme sürecini hızlandırmıştır.
Globalizasyon olarak da ifade edebileceğimiz veya diğer bir deyimle “Küresel
Ekonomi”, bir yandan mal ve hizmetlerin, diğer taraftan da bilgi (Know-How)
ve sermayenin ülkeler arasında serbestçe dolaşımı şeklinde tanımlanabilir.
Dünya
kapitalizminin 1970’lerde başlayan iktisadi krizinin “Küreselleşme Süreci”
için itici bir güç olduğu belirtilmektedir. Kâr alanlarında önemli bir düşüş
yaşanması üzerine, adeta bir tepki olarak, ortaya küreselleşmenin çıktığı ve
bunun kapitalist anlamda bir yeniden yapılandırma süreci olduğu ileri
sürülmektedir. Büyüme ve daha yüksek kârlar için küresel ölçekte daha ucuz
girdiler ve yeni pazar payları arayışları, özellikle savaş sonrası genişleme
döneminin sona ermesiyle birlikte yoğunlaşmıştır. (Köne,
2003:233).
1.1. Küreselleşme
Sürecinin Dünya Ekonomisine Etkileri
Küreselleşme
sürecinin dünya ekonomisine etkilerini incelerken, 1870 ve 1914 yılları
arasında ekonomiye şekil veren 3 önemli gelişmeden söz etmek gerekir.
Bunların birincisi dünyanın dört bir yanının fiziksel olarak birbirine
bağlanmasını sağlayan iletişim ve ulaşım teknolojisindeki ilerlemeler olarak
ele alınabilir. İkincisi sanayide ileriye gitmiş olan Avrupa toplumları ile
diğer toplumlar arasındaki ticarette yaşanan artıştır. Üçüncü gelişme ise
gelişmiş Avrupa ülkelerinin sanayileşmiş ülkelere yapmış oldukları dolaysız
yatırımlardır. Ekonomik yaşamın en çok küreselleşen boyutu ise sermaye
piyasalarında görülmüştür. 1920-1939 arasında, özellikle I. Dünya Savaşı
Avrupalı devletlerin deniz aşırı yatırımları finanse etmesini gerektirmiş ve
bu dönemde ABD ekonomik güç olarak ortaya çıkmıştır. 1929’a kadar finansal
sisteme fon sağlayan ABD daha sonra bunu durdurunca II. Dünya Savaşı’na kadar
piyasaların likiditesi bozulmuştur. 1947-1985 arasında ise New York
uluslararası finansal bir merkez haline gelirken Dünya Bankası ve IMF’nin
finansal sistemde ağırlığı artmıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan
küresel finansal sistem, Bretton Woods anlaşması ile önemli bir istikrar
ortamı yaratmıştır. Bretton Woods sisteminin çöküşü ile günümüze dek süren,
biraz da komplike özellikler taşıyan küresel finans sistemi gelişerek devam
etmektedir. Finansal piyasaların küreselleşmesi hem devletleri hem de
bireyleri etkilemektedir (Eşkinat ve Kutlu, 2005:268).
Ekonominin bazı alanlarında tam bir küreselleşme yaşanırken bazı alanlarında
henüz ideal koşulların oluşmadığı söylenebilir. Finanstaki hızlı küreselleşme
sürerken emek piyasasında bir baskının söz konusu olduğu iddia edilmektedir.
Ekonomik açıdan
küreselleşmenin üç boyutu vardır:
1997 Uluslararası Ticaret
1998 Uluslararası Üretim
1999 Uluslararası Finansal
Akımlar (Karabıyık, 2004:4)
Ticaret
alanındaki küreselleşme uluslararasında mal ve hizmet akımları üzerindeki kısıtlamaların
kaldırılması sürecini kapsarken üretimde küreselleşmenin en önemli ayağını
çok uluslu şirketler oluşturmaktadır. Aynı anda birden fazla ülkede üretim
yapan şirketlerin dünya üretimindeki payı oldukça yüksektir. Küreselleşmenin
en yeni boyutu ise finansal alanda küreselleşmedir. Bu süreç sanayileşmiş ve
sanayileşme yolunda olan ülke hükümetlerinin aldığı kararlara sermaye ve
döviz işlemleri üzerindeki kısıtlamaları kaldırarak, ulusal piyasalarını dış
mali piyasalarla bütünleşmeleri olarak tanımlanabilir.
1.1.1.
Ticari Küreselleşme
Ekonomik alanda
yaşanan küreselleşme sürecini, sermayenin serbest ve sınırsızca hareket
etmesi, serbest ticaretin önündeki engellerin kaldırılmasıyla sınai üretimin
ve yeni teknolojilerin nihai ürünlerinin dünya çapında yayılması gibi
olgularla kısmen karakterize edebilmek mümkündür (Soyak, 2002:9).
Ticari küreselleşme veya küresel ticaret diğerlerinden daha eski bir
gelişmedir. Bu gelişme, 1947’de kurulan “GATT” (General Agreement on Tariffs
and Trade) çerçevesinde gümrük tarifeleri ve kotaların kaldırılarak
uluslararası ticaretin evrensel boyutlarda serbestleştirilmesi çalışmaları
ile başlatılmıştır. Küresel ticaretin gelişmesinde GATT çerçevesindeki
uluslararası düzenlemeler, iletişim ve haberleşme başta olmak üzere
teknolojik gelişmelerin de önemli etkileri vardır. Bu sayede taşıma
maliyetleri düşmüş uluslararası pazar gelişmeleri daha kolay izlenir bir
duruma gelmiştir. 1980’lerden sonra GATT’ın himayesi altında ülkeler
arasındaki ticaret engelleri azaltılmıştır. Özellikle Uruguay Raundu ile 1
Ocak 1995’ten itibaren daha fazla liberalizasyon sağlamak ve bunun için
tarife ve tarife dışı engelleri azaltmak ve dünya ticaretinde bir gelişme
yaratarak bütün ülkelerin ve özellikle azgelişmiş ülkelerin kârlı duruma
geçişi hedeflenmiştir. 1980 yılından itibaren ekonomik küreselleşme büyük bir
hız kazanmıştır. Bu dönemde dünya ticareti hızla artmıştır. Birleşmiş
Milletler istatistiklerine göre toplam dünya ticareti, 1960 yılında 266
milyar dolar iken, 1986 yılında 4.334 milyar dolara ulaşmıştır (Aydemir
ve Kaya, 2007:269).
Ortalama büyüme
oranı yıllık % 10. 89 civarında gerçekleşmiştir. Dünya ticaretindeki bu
gelişmeye neden olan en önemli faktörlerden biri İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra pek uluslararası anlaşmazlıkların yaşanmamasıdır. Ayrıca teknolojik
ilerlemeler sayesinde pazarlar arası etkileşim güçlenmiş ve dünya ticareti
artmıştır. 1994 yılına kadar sadece mal ticaretini düzenleyen GATT sistemi,
1994 yılında Uruguay Raundu sonunda hizmet ticaretini de içermeye yönelik
düzenlemelere girişmiştir. 1947’de kurulan GATT’ın Uruguay Raundu ile
kurumsal işlevi ilke olarak sona erdikten sonra yerine 1995 yılında yürürlüğe
giren Dünya Ticaret Örgütü (WTO – World Trade Organization) Kuruluş Anlaşması
ile Sübvansiyonlar ve Telafi Edici Önlemler Anlaşması (Uruguay Nihai Senedi)
küreselleşmenin önemli kurumsal ayaklarını oluşturmaktadır. WTO’nun
görevlerinden bazıları Uruguay Raundu sonucu ortaya çıkan anlaşmaların
uygulanmasının sağlanması, müzakereler için forum olması, uyuşmazlıkların
çözülmesi ve ticaret politikalarının gözden geçirilmesi mekanizmaların
yönetilmesidir. WTO ayrıca küresel ekonomi politikalarının oluşturulmasında
daha fazla tutarlılık sağlanması amacıyla IMF ve Dünya Bankası ve bağlı
kuruluşlarıyla dünya ekonomi politikalarının yaklaştırılmasında işbirliğine
girme görevlerini de yerine getirmektedir. WTO’nun geniş anlamda dünya
ticaretini serbestleştirme amacına ulaşabilmesi için üye ülkeleri ortak çıkar
ve karşılıklı olma ilkeleri doğrultusunda hareket ederek dış ticarette “her
türlü engeli” ve “farklı işlemleri” kaldırmaları öngörülür (Aydemir
ve Kaya, 2007:270). Ticareti daraltan her türlü engelin kaldırılmasından,
ithalat ve ihracata uygulanan tüm vergi dışı engeli önce tarifeye
dönüştürmek, sonra da bu tarifeleri kaldırmak anlaşılır. Ticaretteki
küreselleşme bir taraftan dünya ticaretine giderek daha fazla ülkenin
katılması ve ülkelerin dışa açılma oranlarının artması, diğer taraftan
ticareti düzenleyen kuralların uygulanması konusunda zorlayıcı bir
mekanizmanın oluşturması şeklinde gelişmiştir. Küreselleşme süreciyle
birlikte GOÜ’ler için dışa açılma bir kalkınma politikası halini almış ve
GOÜ’ler, IMF ve Dünya Bankası tarafından bu politikaya yönlendirilmiştir.
1.1.2.
Üretimde Küreselleşme
Ekonomik
küreselleşmenin bir diğer boyutu üretimin küreselleşmesidir. Burada
şirketlerin sınır ötesi faaliyetleri söz konusudur. Bu faaliyetler içinde
sabit sermaye yatırımı, sınır ötesi iştirak, fason imalat anlaşmaları ve
başka yöntemlerle mal ve hizmet üretim faaliyetlerini kendi ülkeleri dışında
yaymalarını sayabiliriz. Küreselleşme olgusunun gelişimini belirleyen
faktörler arasında, temel faktör olarak özellikle kâr maksimizasyonu
noktasında tüm dünyayı bir pazar ve hammadde kaynağı olarak görmek isteyen ve
bunu sağlamayı hedefleyen “girişim kabiliyeti”nin ve bu girişim kabiliyeti
içerisinde özellikle çok uluslu şirket girişimciliğinin rol ve etkinliğini
teslim etmek gerekir (Aydemir ve Kaya, 2007:275). Burada
küresel düzeyde üretim zincirlerinin farklı aşamalarını kontrol edebilen,
üretim faktörlerinin ve devlet politikaları ile sağlanan avantajların
kullanımında coğrafi farklılıklar nedeniyle ortaya çıkan potansiyeli
kullanabilen, kaynak ve faaliyetlerini küresel ölçekte yönlendirebilen
çokuluslu şirketler söz konusudur. Üretim alanı olarak bütün dünyayı
hedefleyen bu şirketler, elbette faaliyetlerini cazip gördükleri ülkelere
yönlendirmekte, bunu yaparken de hammadde maliyeti, ara malı maliyeti, işgücü
maliyeti ve dışsal maliyetleri göz önüne almaktadırlar. Bu yönelişte
özellikle iş gücü maliyetinin düşüklüğü ve dışsal maliyetler önem kazandığını
belirtmek gerekir. Küresel şirketler, ücret açısından cazip olma niteliğini
kaybeden ülkelerden derhal ayrılarak düşük maliyeti sağlayacak ülkelere ya da
bölgelere yönelmektedirler. Burada bu şirketlerin rekabet avantajı sağlamak
amacıyla faaliyetlerini çevre koruma mevzuatları göreceli olarak uygun olan
ülkelere kaydırmakta oldukları söylenmelidir. Tabii, çokuluslu şirketlerin
küresel bazdaki etkinliklerine hukuki zemin kazandıran ve İkinci Dünya Savaşı
sonrası uluslararası ekonomik düzenin vazgeçilmez kurumlarını oluşturan Dünya
Bankası, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Ticaret Örgütü gibi hükümetler arası
kuruluşların düzenleyici ve teşvik edici rollerini de hatırlamak gerekir.
Uluslararası ticaret, yatırım ve finans alanlarındaki serbestleşme, küresel
ölçekte kurumsallaşmaya çalışan kapitalizme yeni bir ivme kazandırmıştır
(Aydemir ve Kaya, 2007:276). Artık devletler eskisi gibi doğal
kaynakların temini, üretim tesislerinin organizasyonu, bilgi teknolojilerinin
kullanımı gibi konularda tek söz sahibi olmamakta, küresel ekonomik aktörler
devletlerin bu işlevlerini önemli oranda sınırlandırmaktadır. Vergi, yatırım,
ticaret, finans ve sosyal güvenlik gibi devletin ekonomi merkezli
politikaları küresel ekonomik aktörlerin beklentileri doğrultusunda
şekillenmeye başlamıştır, yani küreselleşme süreci bir yandan da siyasi,
iktisadi ve sosyal tüm alanları kapsayan bir öneriler reçetesi içermektedir.
Burada, kapitalist üretim ilişkileri içinde, kâr elde etme başarının ölçütü
olarak görülmektedir. Çokuluslu şirketlerin dünya ekonomisi içindeki birçok
ulusu geride bırakacak bir büyüklüğe ulaştığı düşünülürse, yakın bir
gelecekte yabancı şirket yatırımlarının devam ederek üretimi çokuluslu hale
dönüştürüp dünya ekonomisinin yapısını buna uygun hale getireceği tahmin
edilebilir.
1.1.3.
Finansın Küreselleşmesi
Küreselleşmenin
en etkili olduğu alan belki de finans piyasalarında görülmektedir. Finansal
küreselleşme bir anlamda sermaye faktörü üzerindeki serbest piyasa
mekanizmasına uluslararası kapsamda işlerlik kazandırma girişimi olarak
düşünülebilir (Karabıyık, 2004:5). Daha uzun bir ifadeyle, finansal
küreselleşme “ulusal finans piyasalarını ayıran sınırların ortadan kalkması,
finans piyasalarını çeşitli kontrol ve sınırlamalardan arındırılarak
uluslararası rekabete açılması, piyasaların konvertibiliteye sahip olmaları,
kurların dalgalanmaya bırakılması, uluslararası sermaye akımlarının artması
ve yatırım fonları ve yatırım ortaklıkları gibi yeni kurumsal yatırımların
finans piyasalarındaki rollerinin artması” şeklinde tanımlanmaktadır.
Dolayısıyla finansal küreselleşme, hem küreselleşmenin bir parçası hem de
küreselleşmeyi hızlandıran önemli bir unsuru oluşturmaktadır. Sermaye
hareketlerinin gittikçe daha önem kazandığı günümüzde, gelişmiş ülkelerde
kurumsal yatırımcıların yönettiği fonlarda büyük artışlar söz konusudur.
Finans alanındaki yeniliklerin zeminini oluşturan teknolojik gelişmelerin
temeli 19. yüzyılda atılmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısında telgraf ve
demiryollarının yaygınlaşmasıyla şube bankacılığı gelişmiş, 1860’lı yıllarda
İngiliz Kanalı ve Atlantik Okyanusu’na telgraf kablolarının döşenmesiyle
finansal işlemler denizaşırılaşmıştır (Eroğlu, 2002:20).
Bilgi ve iletişim teknolojisindeki gelişmeler de fonların dünyada daha hızlı
ve kolay şekilde hareket etmesine imkân vermektedir. GOÜ’lere yönelik fon
akımlarının ise resmi kanallardan çok özel yatırımlar alanına kaymış
olmasının yanında, geçmişteki durumun tersine, bugünkü uluslararası sermaye
akımlarının ödemeler bilânçosunun cari işlemler bölümü ile bağlantısı
zayıflamış hatta tamamen kaybolmuştur. Finansal alandaki liberalleşmenin ilk
olarak dolaysız sermaye yatırımları alanında görüldüğü bilinmektedir. Pek çok
ülke sürdürülebilir büyüme gibi amaçlarla öncelikle dolaysız yabancı sermaye
girişlerini özendirici finans politikaları izlemiştir. Bundan sonra ise
uluslararası piyasalardaki tahvil ve hisse senedi gibi menkul değerlere
yapılan portföy sermayesi yatırımlarının liberalleştirilmesi gelmiştir. Bu
sürece son olarak “Sıcak Para” fonları da denilen kısa süreli sermaye
akımları ilave olmuştur. Sanayileşmiş ülkeler, sermaye piyasalarını birinci
küreselleşme evresinde kurup geliştirdikleri için, sermaye hareketlerinin
liberalleşmesini takiben “merkez ülke” konumuna gelmişlerdir. “Çevre ülke”
konumundakilerin ise, henüz tam ulusal liberalleşme evresini tamamlamadan
küreselleşme sürecine girdiklerini belirtmek gerekir. Bu süreçle birlikte
gelişen ülkeler, yabancı sermaye ihtiyacını daha çok, sıcak para girişi ile
karşılama gayreti içerisinde olmuşlardır (Aydemir ve Kaya,
2007:272). Gelişmiş ülkelerde bilindiği gibi sermaye kaynaklarının geniş
olması ve bunların yüksek getiri elde etmeyi istemeleri, çevre ülkeleri
liberalleşme konusunda zorlama altına almıştır. Küreselleşmenin ilk adımının
finans kesiminde atılması, en kararlı uygulamaların bu alanda olmasına yol
açmıştır. Nitekim, halen küresel boyutta serbestlik en çok finans
kesimindedir. Sermayenin serbest dolaşımı, hizmetlerin, malların ve hâlâ
işgücünün serbest dolaşımının çok önünde gitmekte olduğu göz önüne alınarak,
küreselleşme sürecinde uluslararası sermayenin akışının ve ticaretinin daha
sağlam esaslara dayandırılması gündeme gelmiştir. Bir yandan mevcut
pazarların genişletilmesi amacıyla tüm alanlarda küreselleşme süreçleri ivme
kazanırken, diğer yandan genişleyen dünya pazarından daha güçlü rekabet
olanaklarıyla daha fazla pay almak amacıyla, bloklaşma eğilimleri de hız
kazanmaktadır (Ay, 2002:51). 1980’li yıllardan itibaren yeni küresel
düzen içinde bir yandan AB, diğer yandan NAFTA ve benzeri bölgesel blokların
oluşması karşısında Dünya Ticaret Örgütü “Çok Taraflı Yatırım Anlaşması”nı
(MAI) düzenleme gereğini hissetmiştir. “Çok Taraflı Yatırım Anlaşması”
uluslar üstü sermayenin girdiği ülkelerde üretimden pazarlamaya kadar mülkiyet
edinme de dahil olmak üzere hiçbir denetim ve sınırlamayla karşılaşmadan
ulusların anlaştığı yasal bir düzenlemedir. Diğer bir ifadeyle uluslararası
yatırımları belirleyen yasaların liberalleşmesi; yatırımların korunması ve
dolayısıyla küreselleşmenin yaygınlaştırılması amacıyla çok yönlü bir çerçeve
anlaşması oluşturmaya çalışılmıştır. Henüz taslak düzeyinde olan MAI ile
atılan adım, sermayenin uluslar üstüleşmesinin son aşaması olarak
küreselleşme için gerekli tüm koşulları oluşturmaktadır. Bu gelişmeler sonucu
1980’lerde doğrudan yabancı yatırımlarda portföy yatırımlarında önemli
artışlar yaşanmıştır. Zaten çoğu kimse ekonomik küreselleşmeden, sermayenin
uluslararası dolaşımındaki artışı ve bunun sonucunda, finansal piyasaların
bütünleşmesini anlamaktadır (Aydemir ve Kaya, 2007:273).
Çünkü gerçekten de, küreselleşmeyle dünya mal ticareti olağanüstü boyutlarda
büyüdü ise, finans piyasalarının gelişmesi de dış ticaretten en az on kat
daha fazla olmuştur. Bu hesabı 50 kata kadar çıkartan batılı ekonomistler de
vardır. Çok çeşitli finansman olanakları ve riski azaltmaya yönelik bir sürü
finans teknikleri ticaretin küresel boyutta gelişmesine ve yayılmasına bu
piyasalar lokomotiflik yapmıştır. Finans piyasalarının gelişmesini aynı
zamanda belirli bir zaman diliminde kapitalizmin kâr haddinin düşüş eğilimi
hastalığına geçici de olsa “ilaç” işlevi gördüğü söylenmektedir Finansal
piyasaların, kurumların ve araçların yasal açıdan yeniden düzenlenerek
serbestleştirilmesi ile finansal kurum, araç ve hizmet çeşitliliğinin
artırılması ve faiz oranlarının serbestleştirilmesi yönündeki finansal
liberalizasyon uygulamalarının ağırlık kazanmasıyla, ulusal finans
piyasalarında yapılan uluslararası nitelikteki işlemler giderek artmış,
ulusal finans piyasaları küreselleşmiş ve giderek artan ölçüde
bütünleşmiştir.
Finansal
küreselleşme bir anlamda sermaye faktörü üzerindeki serbest piyasa
mekanizmasına uluslararası kapsamda işlerlik kazandırma girişimi olarak
düşünülebilir (Seyidoğlu, 2003). Daha önce de belirtildiği
gibi, uluslararası finans, yabancı paralara bağlı fon akımlarını
incelemektedir. Yabancı parasal fonlar ilke olarak sınır ötesine doğru
hareket eder. Gerçekten de dış dünyadan ana ülkeye, ya da ana ülkeden dış
dünyaya akan fonlar zaman içinde sürekli artmış ve günümüzde çok önemli
boyutlara ulaşmıştır.
Yakın geçmişte
başlıca büyük ülkelerin mali merkezlerinde yaşanan liberalleşmenin de buna
büyük katkısı vardır.
Küreselleşme
sürecinin iki bileşeninden söz edilebilir: Bunlardan birincisini oluşturan
sermaye birikiminde esas olan sermaye dolaşımının serbestleşmesi, hacminin
artması, hızlanması, yaygınlaşması ve yeni yatırım araçlarının devreye
girmesidir ki, küreselleşmenin esas itici etkisi buradadır. Son on yıl
boyunca finansal piyasalar görüş açılarını eskiye göre son derecede
genişletmişlerdir. Küreselleşme sürecinin ikinci bileşeni ise teknolojik
ilerlemelerle ilgilidir. Burada da bilgisayarın yaygınlaşmasından, haberleşme
ve bilgi işlem teknolojisinin hızlanmasından ve büyük oranda ucuzlamasının
önemi vardır.
Genel bir
bakışla ülkelerarası sermaye akımlarının iki ana bölümde olduğu söylenebilir.
Birincisi fiziki, diğeri mali sermaye akımlarıdır. Fiziki sermaye akımları
doğrudan üretimde bulunmak amacıyla, özellikle çok uluslu işletmeler
tarafından çeşitli dış ülkelerdeki üretim tesislerine yapılan yatırımları
kapsar. Sınır ötesi fon akımları, daha önce de belirtildiği gibi, yatırım
süreleri açısından kısa süreli ve uzun süreli diye iki gruba ayrılırlar (Karabıyık,
2004:6). Kısa süreli olanlar para piyasası, uzun süreli olanlar ise
sermaye piyasası işlemleri olarak bilinir. Finansal alanda küreselleşme şöyle
bir süreç takip etmiştir:
·
Sürdürülebilir büyüme amaçlı dolaysız sermaye yatırımlarının
girişlerini özendirici politikaların kullanılması,
·
Uluslararası piyasalardaki menkul kıymetlere yapılan portföy
yatırımlarının liberalleşmesi.
Bu süreç
içerisinde, komünikasyon ve bilgi teknolojisindeki gelişmeler sonucu,
özellikle 1980 sonrasında, ülkelerarası finansal piyasalar arasında
entegrasyon süreci yaşanmıştır (Karabıyık, 2004:6). Böylece
uluslararası sermaye hareketleri önemli bir potansiyele ulaşmıştır. 1990
yıllarında dünyadaki yabancı yatırımlar % 300 artarak, GOÜ’lerin toplam milli
hâsılatının %1 düzeyinden %4 düzeyine çıktığı görülmüştür (Muratoğlu,
2002:1). Sonuçta ekonominin büyük boyutta finanslaşması ve spekülasyon
etkisinin daha hissedilir hale gelmesi mümkün olmuştur. Diğer taraftan
GOÜ’lerde uluslararası portföy yatırımları yok denecek kadar az iken sonraki
10 yıl içerisinde bu ülkelerin toplam milli hasılatının %40’ına çıkmıştır.
Oysa aynı süreç içerisinde doğrudan yatırımların bu ülkelerin GSMH’ı
içerisindeki paylarının %4 olduğu bilinmektedir.
1997’de
uluslararası para ticareti (sanal ticaret), mal ve hizmet ticaretinin (reel
ticaretin) 100 katı olmuştur (Karabıyık, 2004:7). Finansal
liberalleşme kendini en fazla döviz piyasasında hissettirmektedir. Döviz
piyasasında hızla artan işlem hacmi, döviz piyasalarının dünya reel mal
ticaretini finanse etmekten çok spekülatif süreçte yerini aldığını
göstermektedir. 2002 yılında dünyada döviz piyasası işlemlerinin hacmi 1.8
milyar dolara ulaşmış olup söz konusu işlem hacminin %80’inin girdiği ulusal
piyasada kalma süresi ortalama 1 haftadır.
1.2.
Küreselleşme Sürecinin Uluslararası Piyasalara Etkileri
Son yüzyılda
dünya ekonomisinde görülen en belirgin gelişmelerden birisinin finansın
uluslararası bir özellik kazanması olduğu belirtilmişti. Bu konuda GOÜ’lerde
de birçok adım atılmış olmasına rağmen mali entegrasyonun sağlanması
açısından sürecin devam ettiği görülmektedir. Bilgisayar teknolojisindeki
gelişmeler sonucunda uluslararası telekomünikasyonda ortaya çıkan düşük
maliyet ülke dışında yatırım yapmayı daha kolay hale getirmektedir. Bunun
sonucunda yatırımcılar 24 saat işlem yapabilecekleri hisse senedi, bono ve
tahvillerin olduğu piyasalara kaymaya başlamışlardır. Eskiden sadece
bulundukları bölgede faaliyet gösterebilirken, günümüzde dünyanın herhangi
bir köşesindeki piyasaya son derece rahat ulaşma imkânına kavuşmuşlardır.
Piyasaların
entegre olması dış dünyada meydana gelen olumsuzluklardan, kısa zamanda
etkilenmesi sonucunu yarattığı için piyasaların kırılganlıklarında da artışa
neden olmaktadır. Finansal piyasaların uluslararası bir yapıya kavuşmasının
sonucu olarak ulusal piyasalar üzerinde yerel değişkenler kadar, uluslararası
değişkenler de etki yapmaktadır. Yerel ve uluslararası piyasalar arasındaki
etkileşimi birçok ülkede yerel finansal sistemdeki değişikliklerin önemli bir
kaynağı olmaya devam ettiği için, uluslararası gelişmelere çok daha fazla
duyarlı hale gelmiştir. Finansal piyasaların uluslararasılaşmasında ileri
telekomünikasyonun etkisi 1987 yılında ABD’de ortaya çıkan hisse senedi
piyasası krizinde, 1997 yılında Güney Doğu Asya finansal piyasalarında ortaya
çıkan ve 1998 yılında küresel bir nitelik kazanan krizde canlı bir şekilde
ortaya çıkmaktadır (Kaplan, 1990:8). Kendini yeterli
güvenlikte görmeyen batı sermayesinin Uzakdoğu ülkelerinden ve Rusya’dan
çekilmesi ile piyasalarda hem talep hem de yatırım açısından önemli düzeyde
para sıkıntısı meydana gelmiştir. Bu ise ülke ekonomilerinde duygunluk ve
işsizlik şeklinde krize neden olmuştur. Yani ekonomilerde önce finansal kriz
ardından da doğal olarak reel kriz yaşanmıştır. Ülkelerde farklılık
göstermekle birlikte yaşanan krizlerin temel nedenlerini siyasal
istikrarsızlık, kamu finansman açıkları ve sektörel aksaklıklar olarak
sayabiliriz.
Küreselleşme bir
taraftan ticaret ve sermaye piyasalarının serbestleşmesine, diğer taraftan da
müşteri ve dağıtım stratejilerinin uluslararası arenaya yayılmasına imkân
sağlamaktadır. Ulusal piyasaların ülkenin finansman ihtiyacını karşılamakta
yetersiz kaldığı durumlarda Euro-para, Euro-tahvil gibi uluslararası finansal
piyasalar devreye girmekte ve bu piyasalarda oluşan büyük miktardaki fonlar
finansman ihtiyacı olan ülkelerin kullanımına sunulmaktadır. Bu fonların
GOÜ’lerin kullanımına sunulması, -eğer etkin ve verimli alanlarda
kullanılıyorsa- bu ülkelerde tasarruf açığını kapatarak kaynak kullanımını
genişletecek ve böylece yatırımlarda ekstra bir artış gerçekleşecektir. Bu
durum gelişmekte olan ülke ekonomilerinde büyümenin yanı sıra gelir artışı
sağlayacak ve sonuçta da istihdamı ve milli geliri pozitif yönde
etkileyecektir.
Finansal
yeniliklerin birinci önemli özelliği finansal hizmetlerin müşteriye
maliyetlerini azaltarak işlem bazında etkinliğin artmasına katkıda
bulunmasıdır. İkinci önemli özelliği piyasaları daha bütünleştirici olması
yönünde bir hareket başlatmaktadır. Ayrıca finansal enstrümanlardaki artış
ekonomik birimler tarafından tutulan finansal varlıkların kompozisyonunda
büyük bir değişiklik yaratmaktadır. Finansal yeniliklerdeki hızlı artış para
arzı, para talebi ve aktarım mekanizmasında da değişiklikler yaratmaktadır.
1.2.1. Menkul
Kıymetleştirme (Securization)
Aracılıktan
arınma, finansal aracılığın değişimi konusunda çok önemli bir gelişme olmakla
birlikte, menkul kıymetleştirme de, yakınlaşma ve küreselleşme sürecinin
finansal faaliyetlerin değişimine olan en önemli katkılarından biridir.
Menkul kıymetleştirme dendiği zaman fon sağlamanın menkul kıymetler yoluyla
yapılması belirtilmektedir. Burada kredi veya diğer varlık kalemlerinin
(assets) alım-satıma konu olacak kağıtlara (tradeble papers), diğer bir
deyişle menkul kıymetlere dönüştürülmesi söz konusudur. Menkul
kıymetleştirme, finansal alacakların (financial claims) şeklini, dolayısıyla
aracılık şeklini değiştirmiştir. Her finansal sistemde, fon akışları,
finansal aracıların kullanılıp kullanılmamasına bağlı olarak endirekt ve
direkt olmak üzere iki şekilde olabilir (Alp, 2002:37).
Dolaylı finansmanda, son borçlanıcı ile borç veren arasında birtakım finansa1
aracılar bulunmaktadır. Buna en iyi örnek olarak banka kredileri verilebilir.
Doğrudan finansmanda ise, son borçlanıcı ile borç veren arasında aracı
kullanılmamakta, yükümlülüklerin mali piyasalar yoluyla doğrudan değişimi söz
konusu olmaktadır. Bu finansman türüne hisse senedi, tahvil, finansman bonosu
vb. menkul kıymetlerin alım-satımı örnek verilebilir. Dolaylı finansmanda
(klasik aracılık), fonun kaynağı olan mevduat sahibinin, alacağını bankaya
karşı iddia ederken, bankanın krediyi satmış olduğu tarafla herhangi bir
ilişkisi bulunmamaktadır. Banka her iki tarafla da muhatap olmaktadır. Menkul
kıymetleştirme durumunda, menkul kıymeti satın alan alacağını ihraç eden
şirketten iddia etme hakkına sahip olmakta, böylece sistemde aracı
bulunmamaktadır. Mali kurumların "underwriting" yapması durumunda
bile, bu kurumlar, fon satanla fon satın alan arasındaki ilişkilere hizmet
etmekte, iki taraf arasındaki alacaklı borçlu ilişkisini değiştirmemektedir
(Alp, 2002:38).
Bu durumdan yola
çıkarak şunu diyebiliriz: Direkt finansman, doğrudan menkul kıymet ihracı
şeklinde gerçekleşebileceği gibi, kredinin krediyi veren mali kurum veya
başka bir mali kurum tarafından, verilmiş olan kredilere dayalı olarak ihraç
edilmesini de ifade etmektedir. Örneğin, ipoteğe dayalı menkul kıymetler ve
varlığa dayalı menkul kıymetler, endirekt finansman olarak başlamış bir
finansmanı şeklinin daha sonra direkt finansmana dönüştürülmesini (menkul
kıymetleştirilmesini) sağlamaktadır. Günümüzde, finans piyasalarında direkt
finansman endirekt finansmana göre daha çok rağbet görmektedir. Bu sürece
menkul kıymetleştirme adı verilmektedir.
1.2.3. Diğer
Finansal Yenilikler
Küreselleşme
süreciyle birlikte finans piyasalarında oluşan yeni araçlar, yeni
uygulamaların da gündeme gelmesine neden olmuştur. Yeni finansal araçların
bir örneği 1961’de başlatılan “Mevduat Sertifikası” uygulaması ile mevduat
munzam karşılıklarının düşürülmesi, böylece bankaların kredi verme
olanaklarının arttırılmasıdır. Bunun yanında bahsedilmesi gereken
önemli yeniliklerden biri “Repo” sisteminin geliştirilmesidir. Repo
sözleşmesi, menkul kıymetlerin daha sonraki bir tarihte tekrar geri alınması
kaydı ile satılmasını sağlar (Balkan, 1994:75). Bankalar bu
sistemi kullanarak yani portföylerinde bulunan devlet menkullerini özellikle
büyük mevduat sahiplerine satarak önemli ölçüde fonları kurumlarına
çekmişlerdir.
Finansal
yeniliklerin ürün olarak ortaya çıktığı durumlarda, ana faktör enflasyon ve
faiz oranlarındaki değişiklikler olurken, süreç olarak ortaya çıkan finansal
yeniliklerde ana faktör, teknolojik gelişme olmaktadır (Kaplan,
1990:2). Bazılarından daha önceki bölümlerde bahsetmiş olduğumuz “Faiz ve
Döviz Swapları”, “Para Piyasası Yatırım Hesapları, Faiz Oranı” ve “Hisse
Senedi Endeksli Futures Piyasaları” ürün olarak ortaya çıkan finansal
yeniliklere örnek olarak verilebilir. Süreç olarak ortaya çıkanlar ise,
“Otomatik Para Çekme Makinaları (ATM)”, “Nokta Satış Terminalleri”, “Kişisel
Bilgisayarlarla Finansal İşlemler” ve “Elektronik Fon Transferi Sistemi (EFT)”
gibi yeniliklerdir. Elektronik bir ödeme şekli olan ve 1977’den beri
kullanılan “SWIFT” uluslararası bankacılık mesajlarının iletilmesi ve kontrol
edilmesi olanağını tüm üye bankalara sağlayan başka bir yenilik olarak göze
çarpmaktadır.
SONUÇ
Serbest piyasa
mekanizmasının tüm dünyada daha da yaygın hale gelmesi, ticaret ve finans
alanındaki liberalizasyon süreçlerinin hızlanması neticesinde gerek ulusal
gerekse uluslararası finans piyasalarında kamu otoritelerinin ağırlığı azalmıştır.
Teknoloji, bilişim, iletişim ve ulaşım alanlarındaki gelişmeler ve
uluslararası sermaye hareketlerine getirilmiş olan sınırlamaların kalkması
dolayısıyla uluslararası finans piyasaları, sürekli işlem yapılan,
entegrasyonu sağlanmış ve kıyasıya rekabet ortamının yaşandığı bir pazar
durumuna dönüşmüştür. Burada küreselleşme olgusunun, finans üzerinde de büyük
bir etki yapmasının önemi büyüktür. Rekabet nedeniyle sermaye maliyetlerinin
azalması ve pek çok ülkede bunların birbirine yaklaşması elbette olumlu
olarak değerlendirilmesi gereken bir gelişmedir. Ancak, sakıncalı yanları
olmasına rağmen, döviz kurlarına ve ülkeler arası ödemelere nispeten bir
disiplin sağlamış olan Bretten Woods sisteminin bırakılmasıyla birlikte,
dünyadaki finans risklerinin arttığı da bir gerçektir. Yaşanan liberalizasyon
ve deregülasyon süreçleri piyasalarda öncesine göre dalgalı bir dönemin
gelişmesine neden olmuştur. Öte yandan, finans piyasalarında ulusal ve
uluslararası düzeyde yaşanan bu liberalizasyon ve entegrasyon süreçleri,
gelişmekte olan ülkelere ihtiyaçları olan fonların akmasını sağlamıştır. Bu
fonlar, tasarruflar için daha yüksek getiri yatırımlar için ise daha uygun
kredi imkânları sağlamış, kaynak dağılımının daha rasyonel hale gelmesine
katkıda bulunmuştur. Fakat, para hareketleri mal hareketlerinin önüne
geçmiştir. Dünyada bir günde hareket eden sıcak para miktarının mal
hareketinin elli katı büyüklüğünde olduğu belirtilmektedir.
Finansal
krizler, dünyada özellikle 1970’li yıllardan itibaren sıkça rastlanan bir olgudur.
Her ülkenin kendine ait şartlarının etkileri olduğu gibi, yaşanan krizlerde
pek çok ortak yan da görülmüştür. Yaşanan küresel krizlerin hepsinde
uluslararası spekülatif sermaye hareketlerinin büyük payı bulunmaktadır.
Ayrıca, Asya krizi ve diğerleri, uluslararası finansal sistemde yer alan
ülkelerin gerek ulusal gerekse uluslararası düzeyde içinde bulundukları
birçok eksikliği gündeme getirmiştir. Reel ekonomileri güçlü görünen bu
ülkelerde yaşanan krizler pek çok tartışmayı da beraberinde getirmiştir.
Yatırımcıların ve finans sisteminin olası gelişmelere karşı erken uyarılması
amacıyla faaliyet gösteren ünlü derecelendirme kuruluşları bile erken uyarı
fonksiyonlarını yerine getirememiştir. Yine IMF, Dünya Bankası gibi
uluslararası kuruluşların ancak kriz ortaya çıktıktan sonra çare aramaya
başladıkları görülmüştür. Netice olarak, krizlerin reel olmaktan çok,
finansal karakterli olduğu kabul edilmektedir. Finans piyasalarının
küreselleşmesinde bahsedilen deregülasyon süreci, bu piyasaların gerek ulusal
gerekse uluslararası anlamda gözetiminin ve denetiminin terk edilmesi
şeklinde yorumlanmamalıdır. IMF ve Dünya Bankası'na düşen görev, ulusal
ekonomilerin ve uluslararası ekonomik düzenin istikrar içinde işleyişi
konusunda ülkelerle işbirliği yapmaktır. Tabii bu arada, ülkelerin sahip
oldukları ekonomik performansın kendi maliye ve para politikalarının bir
sonucu olduğu ve uluslararası kuruluşların ve diğer ülkelerin yapacakları yardımların
uzun vadeli ekonomik refah için yeterli olmadığı unutulmamalıdır.
Küreselleşen
finansın bir sonucu olarak, günümüzde sermaye herhangi bir sınırlamaya tâbi
olmadan rahatça dolaşabilmektedir. Bazı önlemler alınmadıkça, ulusal ve
uluslararası anlamda sistem risk faktörü daima gündemde olacaktır. Krizlere
karşı alınabilecek önlemler içinde finansal riskleri daha ortaya çıkmadan
engelleyecek olanlara öncelik verilmelidir. Bunlar içinde mali kurumlar için
ortak sermaye ve likidite standartlarının belirlenmesi, kamuyu aydınlatma
uygulamaları ile muhasebe standartlarının uluslararası düzeyde tekdüze hale
getirilmesi, düzenleme ve gözetim işlevinin ulusal anlamda etkinliğinin ve
uluslararası anlamda koordinasyonunun sağlanması sayılabilir.
|