|
|||||
|
1982 ANAYASASINDA CUMHURBAŞKANININ SORUMSUZLUK HALLERİ 1. GİRİŞ Günümüz demokrasilerinin yönetsel sistemlerini incelediğimizde, değişik adlar altında adlandırabileceğimiz ve yürütme organının yapısı içinde yer alan bir devlet başkanlığı makamının bulunduğunu görebiliriz. Bu devlet başkanlarının hukuki statüsü ve nitelikleri devletlerin sahip olduğu hükümet sistemlerine göre farklılık arz etmektedir. Yürütme organının monist (tekçi) yapıda örgütlendiği ülkelerde, yürütme organının başında bulunan “başkan”, hem hükümet başkanı, hem de devlet başkanıdır. Amerika’daki başkanlık sistemini buna örnek verebiliriz. Yürütme organının düalist (çift) yapıda örgütlendiği ülkelerde ise, yürütme organının bir kanadında “hükümet”, diğer kanadında ise “devlet başkanı” bulunur. Parlamenter hükümet sistemlerini buna örnek verebiliriz. Parlamenter rejimlerde de devlet başkanları devlet şekline göre ikiye ayrılır. Monarşilerde devlet başkanları “kral”, cumhuriyetlerde ise “cumhurbaşkanı”dır. Türkiye cumhuriyeti 1982 Anayasasına göre parlamenter cumhuriyet şeklinde bir yönetim sistemini kabul etmiştir. Bu sistemde cumhurbaşkanı, yürütme organının sorumsuz kanadını, bakanlar kurulu yani hükümet ise, yasama organına karşı sorumlu kanadı oluşturmaktadır. İşte bu çalışmada parlamenter rejimin temel özelliklerinden biri olan cumhurbaşkanının sorumsuzluğu ilkesi, 1982 Anayasası çerçevesinde, 1924 ve 1961 Türk Anayasalarına ve dünyadaki diğer parlamenter cumhuriyet anayasalarına atıflarda bulunarak, siyasal, cezai ve hukuki sorumluluk açısından incelenmeye çalışılacaktır. Bu amaçla çalışmanın ilk bölümünde genel olarak Türkiye’deki Cumhurbaşkanlık makamından bahsedilecek, ikinci bölümde ise sorumsuzluk halleri anlatılmaya çalışılacaktır.
2. TÜRKİYE’DE CUMHURBAŞKANLIK MAKAMI Daha öncede belirttiğimiz gibi 1982 Anayasasının benimsediği yürütme organı düalist yapıdadır. Cumhurbaşkanı bu yapının sorumsuz kanadını oluşturur. Cumhurbaşkanı, Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir (1982 Anayasası m. 126/1). Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce kırk yaşını doldurmuş ve yükseköğrenim yapmış milletvekilleri veya vatandaşlar arasından seçilir. Cumhurbaşkanlığına milletvekili olmayanların aday gösterilebilmeleri için, meclis üye tamsayısının en az beşte birinin yazılı önerisi gerekmektedir. Cumhurbaşkanı'nın görev süresi yedi yıldır (1982 Anayasası m. 101). Bu arada belirtmek gerekir ki, Cumhurbaşkanlığının herhangi bir sebeple yedi yıl dolmadan boşalması halinde, yeni seçilen Cumhurbaşkanı'nın görev süresi de yedi yıldır. Anayasa eski Cumhurbaşkanının görev süresinin doldurulması yorumuna uygun değildir. Bir kimse iki defa Cumhurbaşkanı seçilemez, Cumhurbaşkanı seçilenin varsa partisi ile ilişkisi kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer (1982 Anayasası m. 101/4). 1980 öncesi Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin bir türlü sonuçlanamaması nedeniyle, 1982 Anayasası dört turlu bir seçim öngörmüştür. Buna göre, en az üçer gün ara ile yapılacak oylamaların ilk ikisinde üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu sağlanamazsa üçüncü oylamaya geçilir[1]. Üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğunu sağlayan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur. Bu oylamada gereken çoğunluk sağlanamadığı takdirde üçüncü oylamada en çok oy almış bulunan iki aday arasında dördüncü oylama yapılır, bu oylamada da üye tamsayısının salt çoğunluğu ile Cumhurbaşkanı seçilemediği takdirde derhal Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimleri yenilenir (1982 Anayasası m. 102/3). Görüldüğü gibi, Meclis, Cumhurbaşkanı seçimini uzatma imkanından mahrum kılınmıştır. Parlamenter sistemlerde devlet başkanının, devletin başı sıfatıyla tarafsız bir konumda olduğunu daha önce belirtmiştik. Ülkemizde ise 1924 Anayasasının aksine, gerek 1961 gerekse 1982 Anayasaları, Cumhurbaşkanının tarafsız ve partiler-üstü niteliğini sağlama konusunda özel bir çaba göstermişlerdir.[2] 1924 Anayasası, Cumhurbaşkanının tarafsızlığını sağlayan bir statü öngörmüyordu. Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kendi içinden basit çoğunlukla seçilebiliyordu ve Cumhurbaşkanının seçim dönemi ile Meclis seçim dönemi paralel olduğu için, meclisteki çoğunluk ile Cumhurbaşkanı adeta özdeşleşebiliyordu. 1961 Anayasasının 95. maddesinde ve yine 1982 Anayasası 101. maddesinde Cumhurbaşkanı seçilebilmek için gerekli nitelikler sayılırken yine Cumhurbaşkanının tarafsızlığı ilkesine bağlı kalınmış olduğu görülebilir. 1982 Anayasası 1961 Anayasa’sından farklı olarak maddenin ikinci fıkrasında tarafsızlık ilkesini daha da güçlendiren “cumhurbaşkanının TBMM dışından da seçilebilmesine” olanak tanımıştır. Maddenin gerekçesinde bu hükmün getirilme gerekçesi şöyle açıklanıyor: “Cumhurbaşkanı devletin başıdır. TBMM ise Cumhurbaşkanını seçen organdır. Demokrasi kurallarına göre nasıl her vatandaşın belirli koşullarla milletvekilliğine adaylığını koymak hakkı varsa, herhangi bir vatandaşın da Cumhurbaşkanlığı için TBMM’de yapılacak seçimlere adaylığını koymasını demokratik ve doğal bir hak olduğunu kabul etmek gerekir.”[3] Anayasanın 76. maddesini 1.ve 2. Fıkrana göre, milletvekilliği seçilme yeterliliğine sahip olmak şartıyla Meclis dışından da aday gösterilebilir.[4] 1982 Anayasasının yine 101.maddesinde Cumhurbaşkanının tarafsızlığını sağlamaya yönelik hükümlerden biri de Cumhurbaşkanının yedi yıllık bir süre için seçilmesidir. Ayrıca yine bu madde hükmünce bir kere Cumhurbaşkanı seçilen bir daha seçilemiyor ve siyasi parti üyeliği varsa bu ilişki sona eriyor ve TBMM üyesiyse üyeliği bitiyor.
3. TÜRKİYE’DE CUMHURBAŞKANININ SORUMSUZLUĞU Diğer bütün parlamenter rejimlerde olduğu gibi, Türkiye’de de Cumhurbaşkanı yürütme organının sorumsuz kanadını oluşturur. Cumhurbaşkanının bu sorumsuzluğu üç açıdan incelenebilir: Siyasi sorumsuzluk, cezai sorumsuzluk ve hukuki sorumsuzluk. İşte bu bölümde çalışmamızın ana konusunu teşkil eden cumhurbaşkanının sorumsuzluk hallerini ayrı başlıklar altında incelemeye çalışacağız. 3.1. Cumhurbaşkanının Siyasi Sorumsuzluğu 3.1.1. Genel olarak Siyasi sorumsuzluk görev süresi boyunca parlamento ya da hiçbir organının, devlet başkanını bu görevden düşürememesi anlamına gelir.[5] İster monarşik, ister cumhuri nitelikte olsun hiçbir parlamenter sistemde, devlet başkanının siyasi sorumluluğu yoktur. Parlamenter sistemlerde parlamento, devlet başkanını görevden alamaz. Şöyle denilebilir ki, parlamenter hükümet sistemlerinde devlet başkanı, ne doğrudan doğruya halka, ne de parlamentoya karşı sorumludur.[6] Peki bu sorumsuzluğun temel dayanağı nedir? Bu hususu belirtmekte yarar var. Bu ilke parlamentonun monarktan yürütme yetkisini koparma mücadelesinde pragmatik olarak ortaya çıkmıştır. Bu mücadelede, parlamento kralın sorumsuzluğunu, onu yetkisizleştirme aracı olarak kullanmış ve bu doğrultuda, kralın sorumsuzluğu onun yetkisizliğini doğurmuştur.[7] Bu bakımdan Sabuncu’nun da belirttiği gibi, “Cumhurbaşkanının sorumsuz oluşu onun iktidarının sınırsız oluşundan değil, elindeki yetkilerin güçsüz ve simgesel yetkiler oluşundan kaynaklanır”.[8] Yine Özbudun da aynı yönde görüş belirtir ve “Cumhurbaşkanının sorumsuzluğu onun yetkisizliğidir”.[9] der. Teziç’e göre ise, “Devlet başkanının siyasal sorumsuzluğunun temelinde, yürütme organının devamlılığını ve istikrarını sağlama amacı vardır”.[10] Gerçekten de cumhurbaşkanının kolayca görevden alınamaması siyasi istikrarsızlıkları ve doğacak kaosları önlemesi açısından büyük önem taşımaktadır. Cumhurbaşkanının siyasal sorumsuzluğunun gerçekleşme mekanizması hemen hemen tüm ülkelerde “karşı imza” kuralı ile olmaktadır. Karşı imza kuralı, cumhurbaşkanının yürütme organının diğer üyesi bakanlar kurulu ile beraber yaptığı işlemlerden, bakanlar kurulu üyelerinin sorumlu tutulması ilkesidir. Karşı imza kuralı ile, sorumsuz devlet başkanının yetkilerinin içi boşaltılıp sembolikleşirken, parlamentoya karşı sorumlu Bakanlar Kurulu bu sorumluluğun karşılığı yetkilerine kavuşmuş olmaktadır.[11] Peki özellikle cumhuriyetlerde devlet başkanlarına, böyle sorumsuz bir yetkinin tanınmasının temel mantığı nedir? Gözler’in bizimde paylaştığımız düşüncesine göre, cumhurbaşkanlarının siyasi sorumsuzluğu ilkesini, daha ziyade, devlet başkanının geleneksel statüsünün bir kalıntısı olarak düşünmek gerekir. Birçok ülkede tarihsel olarak monarşiler yıkılıp cumhuriyetlere geçilmiş olsa da, kralların geleneksel imtiyazlı statüleri, cumhuriyetlerde de devam etmiştir. Monarşiler yıkılıp, yerlerine cumhuriyetler kurulunca, cumhurbaşkanlarının statüleri kralların statülerine benzetilerek düzenlenmiştir. Bu nedenle, cumhurbaşkanlarının da, krallar gibi, siyasal sorumluluklarının olmadığı ilkesi kabul edilmiştir.[12] Genel olarak bütün parlamenter rejimlerinde cumhurbaşkanının siyasi sorumsuzluğu esastır. Parlamenter cumhuriyet anayasalarında, güvensizlik önergesi gibi bir usulle parlamento tarafından, azil oylaması gibi bir usulle halk tarafından cumhurbaşkanının görevden alınmasına imkan verebilecek bir usul yoktur. Cumhurbaşkanının görevden alınması sadece Avusturya ve İzlanda Anayasalarında mümkündür. 1929 Avusturya Anayasasının 60. maddesinin 6. fıkrasına göre, Federal Cumhurbaşkanı, görev süresi dolmadan önce referandum usulüyle görevden alınabilir; ancak böyle bir referanduma başvurulması oldukça güç koşullara bağlanmıştır. Referandum düzenlenmesini Temsilciler Meclisi üçte iki oy çoğunluğuyla kabul etmelidir (m. 60/6). Referandumda Cumhurbaşkanının görevden alınması önerisinin reddedilmesi, Temsilciler Meclisinin otomatik olarak feshedilmesi sonucunu doğurur (m. 60/6). 1944 İzlanda Anayasası da Cumhurbaşkanının halkoylaması ile görevden alınmasına imkân veren bir usûl öngörmüştür. İzlanda Anayasasının 11. maddesine göre, Althingi (Parlâmento)’nin üye tamsayısının dörtte üç çoğunluğu ile alacağı bir karar üzerine, Cumhurbaşkanının görevden alınması hakkında halkoylaması yapılır (m. 11/2). Halkoylamasında, Cumhurbaşkanının görevden alınması önerisi reddedilirse, Althingi derhal feshedilir ve yeni seçimlere gidilir (m. 11/3). Sonuç olarak Avusturya ve İzlanda’da siyasal nedenlerle parlamentonun önerisi üzerine halk tarafından görevine son verilebileceğini söyleyebiliriz. Fakat bu iki ülkede görevden alma şimdiye kadar gerçekleşmemiştir.[13] 3.1.2. Türkiye’deki Durum Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarına baktığımızda 1924 Anayasasında Cumhurbaşkanının siyasi sorumluluğuyla ilgili bir hüküm göremiyoruz. 1961 Anayasasında ise 98. maddede, “Cumhurbaşkanı görevleriyle ilgili işlemlerinden sorumlu değildir. Cumhurbaşkanının bütün kararları başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır. Bu kararlardan ilgili bakan sorumludur.” denilerek, Cumhurbaşkanının siyasi sorumluluğu ve karşı imza kuralı açık bir şekilde düzenlemiştir. 1982 Anayasası ise biraz daha farklı bir düzenleme getirmektedir. Anayasanın 105. maddesi, “Cumhurbaşkanının Anayasa ve diğer kanunlarda başbakan ve ilgili bakanın imzalarına gerek olmaksızın tek başına yapabileceği belirtilen işlemleri dışındaki bütün kararları, başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır, bu kararlardan başbakan ve ilgili bakanlar sorumludur.” diyerek, bir yandan devlet başkanının siyasal sorumsuzluğunu, öte yandan da bu sorumsuzluğun dayanağı olan “karşı imza” kuralını ortaya koymuştur.[14] Bu maddeden hareketle diyebiliriz ki, Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemler dışındaki bütün işlemleri için karşı imza kuralı geçerlidir. Anayasa hukukundaki bu kural, yürütme yetkisinin gerçekte Cumhurbaşkanında değil, yürütme organının sorumlu unsuru olan bakanlar kurulunda olduğu anlamına gelir. Çünkü yetki ve sorumluluğun paralel olması, kamu hukukunun ilkelerinden biridir.[15] Görüldüğü gibi 1982 Anayasası da, 1961 Anayasası gibi Cumhurbaşkanının siyasi sorumsuzluğunu esas almaktadır. Fakat daha önce belirttiğimiz gibi, düzenlemede önemli bir fark bulunmaktadır. O da Cumhurbaşkanının tek başına yapabileceği işlemler sorunudur. 1982 Anayasası Cumhurbaşkanının Anayasa ve diğer kanunlarda gösterilen bazı işlemleri Başbakan ve ilgili bakan imzalarına gerek olmaksızın tek başına yapabileceğini belirttiği gibi, bu işlemlere karşı, Anayasa Mahkemesi dahil, diğer yargı yerlerine başvurulamayacağını da hükme bağlamıştır. Bu maddeyi Cumhurbaşkanının siyasi açıdan sorumsuz oluşu açısından değerlendirdiğimizde ciddi sıkıntılarla karşılaşabiliriz. 1982 Anayasası Cumhurbaşkanına diğer parlamenter rejimlerde görülmeyen pek çok yetkiyle donatmıştır ve ona tek başına kullanabileceği birtakım yetkiler vermiş ve üstelik bunlara yargı yolunu da kapatmıştır. Fakat bu işlemlerin hangileri olacağını açıkça belirtmemiştir. Bunlar içinde yasama, yürütme ve yargıya ilişkin bir çok görev vardır. Peki bu işlemler nelerdir? Cumhurbaşkanı hangi işlemleri, sorumsuz olarak tek başına yapabilir. Bu soruya verilebilecek cevap, devlet başkanının ikili işlevinden yola çıkarak aşılabilecektir. Çünkü cumhurbaşkanı hem devlet başkanı hem de yürütmenin başı sıfatlarını kişiliğinde birleştirmiştir. Sabuncu’nunda belirttiği gibi, “Bakanlar Kurulunun görev ve yetki alanına giren konulardaki işlemlerinin onun yürütmenin başı olma sıfatıyla ilgili olduğunu, bu ölçüte girmeyen görevlerin ise devlet başkanlığı sıfatına bağlı olduğunu belirtebiliriz”[16]. Cumhurbaşkanının yasama ve yargıya ilişkin kararlarının, yürütmenin yani bakanlar kurulunun görev alanına girmediği için devletin başı sıfatıyla ilgili kararlar olduğu ve dolayısıyla sorumsuz olarak tek başına işlem yapabileceği söylenebilir. Bununla birlikte Cumhurbaşkanının icrai nitelik taşımayan bir takım törensel ve temsili yetkileri de (bakanlar kuruluna başkanlık etmek, Milli Güvenlik Kurulunu toplantıya çağırmak gibi) tek başına kullanılabilir.[17] Fakat şunu belirtmek gerekir ki, Cumhurbaşkanının yürütmeye ilişkin bir takım kararları icrai nitelik taşımaktadır (devlet denetleme kurulu üyelerini seçmek ve başbakanı atamak, YÖK üyelerini ve üniversite rektörlerini seçmek gibi). Bu tür icrai kararları Cumhurbaşkanının tek başına kullanmaması gerekir. Özbudun’unda belirttiği gibi, idare alanında bulunan ve icrai yetkiler taşıyan kişi ve kuruluşların eylem ve işlemlerinden siyasi bakımdan sorumlu tutulacak hiçbir makamın bulunmaması parlamenter rejimin mantığına aykırıdır.[18] Anayasa mahkemesi de içtihadında, Cumhurbaşkanının yetkilerini iki kategoride değerlendirmektedir. Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanının tek başına yapabileceği işlemleri, öncelikle işlemin sorumluluğa yol açıp açmayacağı değil, işlemin Cumhurbaşkanının devletin başı sıfatıyla sahip olduğu yetkilerden olup olmadığı ölçütü ile tespit etmektedir. Anayasa Mahkemesi bu ölçütle Cumhurbaşkanının yürütmeye yönelik bazı işlemlerini devletin başı sıfatıyla yaptığı işlemler arasında görmekte ve bu işlemleri sorumsuzluk ilkesini çerçevesinde değerlendirmektedir.[19] 3.2. Cumhurbaşkanının Cezai Sorumluluğu ve Sorumsuzluğu 3.2.1 Genel Olarak Kavram olarak incelediğimizde cezai sorumluluk, ceza hukukuna ilişkin sorumluluk demektir. Cezai sorumluluğa kişinin suç işlemesi yol açar. Cezai sorumluluğun müeyyidesi, “idam”, “hapis cezası”, ”para cezası” gibi cezalardır. Cezai sorumluluk alanında yargı kolunun ceza mahkemeleri görevlidir. Parlamenter rejimlerde devlet başkanının, siyasi sorumsuzluğu yanında, cezai bakımdan da sorumsuz olduğu ilke olarak kabul edilmiştir. Ancak bu konuda cumhuriyetler ile parlamenter monarşiler arasında önemli bir fark bulunmaktadır.[20] Devlet başkanının, siyasi açıdan olduğu gibi, cezai açıdan da sorumsuzluğu parlamenter monarşilerde mutlak niteliktedir.[21] Krallar görevleriyle ilgili olsun ya da olmasın, bütün suçlarından dolayı sorumsuzdur. Örneğin İngiltere’de şaka yollu olarak; “Kral bir bakanı öldürürse bundan başbakan sorumludur. Eğer Başbakanı öldürürse bundan kimse sorumlu değildir” denilmektedir.[22] Kralların sorumsuzluğu altında “kral hata yapmaz ilkesi yatmaktadır. Bu ilke kralı bütün beşeri fiillerden sorumsuz kılmaktadır. Hangi tür fiil söz konusu olursa olsun, krala karşı dava açılamaz”. [23] Cumhuriyetlerde ise cumhurbaşkanının cezai sorumsuzluğu mutlak değildir. Cumhurbaşkanının cezai sorumsuzluğu bakımından, cumhurbaşkanının “göreviyle ilgili suçları” ile cumhurbaşkanının “kişisel suçları” arasında ayrım yapılmaktadır. Göreviyle ilgili suçlarından dolayı kural olarak cumhurbaşkanlarının sorumsuzluğu kabul edilmektedir. vatana ihanet hali Bunun istisnası olarak kabul edilmektedir. Cumhurbaşkanının görevi ile ilgili suçlardan dolayı sorumlu tutulmamasının hukuki mantığı da, siyasi sorumsuzluk gibi karşı imza kuralına dayanır.[24] Cumhurbaşkanı görevini yerine getirirken, kural olarak tek başına işlem yapmadığına ve Cumhurbaşkanının işlemlerinde Başbakan ve ilgili bakanın imzaları bulunması gerektiğine göre, bunlardan doğan cezai sorumluluğun da başbakan veya ilgili bakana ait olması ve dolayısıyla cumhurbaşkanının cezai sorumluluğunun bulunmaması gerekir.[25] Kişisel suçlarından dolayı, Cumhurbaşkanının sorumlu olduğu kabul edilmektedir. Cumhurbaşkanı, görevi dışındaki işlem ve eylemleriyle kişilere verdiği maddi ve manevi zararlardan dolayı genel hükümler çerçevesinde herkes gibi sorumludur. 3.2.2. Türkiye’deki Durum Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğu meselesi 1982 Anayasanın 105. maddesinde düzenlenmiştir. Fakat bu maddede, cezai sorumluluk meselesi açıkça düzenlenmemiş ve maddede Cumhurbaşkanının “göreviyle ilgili suçları-kişisel suçları” şeklinde bir ayrıma gidilmemiş sadece Cumhurbaşkanının vatana ihanetten sorumlu olduğu belirtilmiştir.[26] Düzenleme bu olmakla birlikte, Cumhurbaşkanının cezai sorumsuzluğunun ancak göreviyle ilgili suçlarından dolayı mümkün olabileceği, Cumhurbaşkanının göreviyle ilgili olmayan, adi suçlardan dolayı her vatandaş gibi sorumlu olduğu kabul edilmektedir. Buna göre Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğunu adi suçlardan ve göreviyle ilgili suçlardan dolayı sorumluluk şeklinde ayrı ayrı ele alalım. 3.2.2.1. Cumhurbaşkanının Kişisel Suçlardan Dolayı Sorumluluğu Daha önce belirttiğimiz gibi Cumhurbaşkanı, adi suçlardan, yani göreviyle ilgili olmayan suçlardan dolayı her vatandaş gibi sorumludur. Bu nokta 1924 Anayasasında (m. 41/2) açıkça belirtilmiş olup, “Cumhurbaşkanının hususat-ı şahsiyesinden dolayı mes-uliyeti” öngörülmüştü.[27] 1961 ve 1982 Anayasalarında ise Cumhurbaşkanının adi suçlardan dolayı sorumlu olduğu ayrıca öngörülmemiştir. Bununla birlikte, belirtilmemiş olmasına rağmen 1982 anayasası içinde Cumhurbaşkanının kişisel suçlarından dolayı sorumlu tutulabileceğini söyleyebiliriz. Nitekim bu konuda Gözler, Cumhurbaşkanının Türk Ceza Kanunu hükümlerinden ayrık tutulduğu ayrıca belirtilmedikçe, Cumhurbaşkanının da her Türk vatandaşı gibi Türk Ceza Kanunu hükümlerine tabii olduğunu belirtmiş, Cumhurbaşkanını kişisel suçlardan bağışık tutan bir hüküm olmadığına göre de, Cumhurbaşkanının göreviyle ilgili olmayan kişisel suçlardan dolayı sorumlu olduğu sonucuna varmıştır.[28] Bu görüşten hareketle, ceza kanunları herkes için mecburi ise, aksine bir hüküm olmadıkça, Cumhurbaşkanı içinde mecburi olduğu söylenebilir. Cumhurbaşkanını kişisel suçlardan dolayı sorumlu tutmanın bir usulü var mıdır? Yani Cumhurbaşkanı normal bir vatandaş gibi mi yargılanacaktır? Yoksa milletvekili dokunulmazlığı hükümlerinden yaralanacak mıdır? Bu noktayı açıklığa kavuşturmakta yarar vardır. Bu konuda 1924 anayasasında açık bir hüküm bulunmaktaydı. 1924 Anayasası, Cumhurbaşkanının kişisel suçları söz konusu olduğunda, yasama dokunulmazlığını düzenleyen bu anayasanın 17. maddesine göre hareket edilmesinin öngörüyordu. Buna göre Cumhurbaşkanının ilk önce dokunulmazlığının kaldırılması gerekiyordu. Fakat gerek 1961 ve gerekse de 1982 Anayasalarında Cumhurbaşkanının kişisel suçlarından dolayı nasıl sorumlu tutulacağına ilişkin bir usul öngörülmemiştir. Bu konuda değişik yazarlar, birbirinden farklı fikirler öne sürmektedirler. 1961 Anayasası döneminde Arsel, bu sorun karşısında milletvekili dokunulmazlığı hükümlerinin uygulanması gerektiğini savunmuş ve TBMM’nin ilk önce Cumhurbaşkanının dokunulmazlığını kaldırmanın zorunlu olduğu sonucuna varmıştır.[29] Tanör ve Yüzbaşıoğlu, bu konuda, “1982 Anayasasında Cumhurbaşkanının yasama dokunulmazlığından yararlanamayacağına ilişkin bir kural bulunmamaktadır. Bu yüzden Anayasa uyarınca milletvekili olmayan bakanların yararlandığı (md. 112/4) yasama dokunulmazlığından, Cumhurbaşkanının da yararlanacağını kabul etmek gerekir”.[30] demişlerdir. Özbudun da aynı görüşü paylaşmakta ve Cumhurbaşkanının kişisel suçlardan dolayı sorumluluğu lazım geldiğinde, milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması gerektiğini savunmaktadır.[31] Gözler ise tam tersi bir görüşü savunmakta ve milletvekili dokunulmazlığı usullerinin uygulanmasının kamu hukuku alanında kıyas yapılması anlamına geleceğini, fakat bu alanda kıyas yapılamayacağını çünkü kamu alanındaki tüm yetkilerin verilmiş yetkiler olduğunu, verildikleri ölçüde mevcut olduklarını söylemekte, dolayısıyla da milletvekili dokunulmazlığını düzenleyen Anayasanın 83. maddesinin burada uygulanamayacağını belirtmektedir.[32] Kanaatimizce dokunulmazlık, Anayasada milletvekili ve bakanlar için düzenlenmiş bir husustur. Cumhurbaşkanının da bu dokunulmazlıktan yararlanabileceği belirtilmemiştir. Dolayısıyla cumhurbaşkanının bu dokunulmazlıktan yararlanmaması gerekir. Fakat yürütme organının sorumsuz ve güçlü kanadını oluşturan Cumhurbaşkanı için de böyle bir dokunulmazlık alanının düzenlenmesi yerine olurdu. 3.2.2.2. Cumhurbaşkanının Göreviyle İlgili Suçlardan Dolayı Sorumluluğu Cumhurbaşkanının görevini yerine getirirken, siyasi sorumluluğu olmadığı gibi, cezai ve hukuk sorumluluğu da yoktur. Hakkında ceza kovuşturması yapılamaz.[33] Bu kuralın istisnasını vatana ihanetten dolayı sorumluluğu oluşturmaktadır. 1961 Anayasasının 98. maddesinin ilk fıkrası, “Cumhurbaşkanı göreviyle ilgili işlemlerden sorumlu değildir.” diyerek, bu esası açıkça düzenlemişti. 1982 Anayasasında böyle bir hüküm göremiyoruz. Ancak Cumhurbaşkanının göreviyle ilgili sadece vatana ihanet suçundan dolayı sorumluluğu düzenlendiğine göre, Cumhurbaşkanının vatana ihanet kapsamına girmeyen göreviyle ilgili fiillerden dolayı cezai sorumluluğunun olmadığı sonucuna varılabilir.[34] Daha önce belirttiğimiz gibi, cumhuriyet rejimlerinde Cumhurbaşkanının, göreviyle ilgili işlerden dolayı cezai sorumsuzluğu mutlak değildir. Parlamenter cumhuriyetlerde genel olarak, Cumhurbaşkanının vatana ihanet teşkil eden suçlardan dolayı sorumlu olacağı ilkesi kabul edilmiştir. 1982 Anayasası da aynı yönde bir hüküm içermektedir. Anayasanın 105. maddesinin 2. fıkrasına göre; “Cumhurbaşkanı, vatana ihanetten dolayı, TBMM üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılır”. Cumhurbaşkanının vatana ihanetle suçlanması halinde onu yargılayacak olan makam, yüce divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesidir. Yargılamanın ne şekilde olacağına kısaca değinmek gerekir. Yargılama usulü ayrıca, 16.05.1996 tarih ve 424 sayılı TBMM Kararı ile TBMM İçtüzüğüne eklenmiş olan 114. maddede düzenlenmiştir. Anayasanın 105, ve TBMM İçtüzüğünün 114. maddesi birlikte göz önüne alındığında, vatana ihanetle suçlandırma usulü şu şekilde olmaktadır: [35] · Vatana ihanetle suçlandırma önergesi Vatana ihanetle suçlandırma önergesi TBMM üye tamsayısının en az üçte biri tutarındaki (= 184 ) üye tarafından yazılı olarak TBMM Başkanlığına verilir. Önergede, hangi ceza hükmüne dayanıldığı ve suçlandırılması istenen Cumhurbaşkanınca işlendiği ileri sürülen suçun hangi gerekçeyle vatana ihanet sayılması gerektiği (İçtüzük, m.114/son) belirtilir. Bu fıkradan açıkça anladığımız gibi sadece görevdeki değil, görevden ayrılmış bulunan eski Cumhurbaşkanları da vatana ihanetle suçlandırılabilir. [36] · Görüşme Bu önerge derhal TBMM’nin bilgisine sunulur; suçlandırılması istenen Cumhurbaşkanına bildirilir ve TBMM’nin bilgisine sunulmasından itibaren yedi gün geçtikten sonraki birleşimin gündemine alınır (İçtüzük, m. 113/2). Bu birleşimde, vatana ihanetle suçlandırılması istenen Cumhurbaşkanı da dinlenir. Suçlandırılması istenen Cumhurbaşkanı, dilerse savunmasını yazılı olarak da gönderebilir. Bu savunma Genel Kurulda aynen okunur (İçtüzük, m 113/3). · Oylama Cumhurbaşkanı dinlendikten veya yazılı savunması okunduktan sonra oylamaya geçilir. Oylama Anayasada ve İçtüzükte aksi belirtilmediğine göre “işaret oyu” ile yapılır. Oylamada Cumhurbaşkanının vatana ihanetle suçlandırılabilmesi, yani “Yüce Divana sevkine karar verilebilmesi için”, Meclisin üye tamsayısının dörtte üçünün (=413) oyu gerekir (Anayasa, m. 105/son). · Sevk Kararı Yüce divana sevk kararında hangi ceza hükmüne dayanıldığı ve suçlandırılması istenen Cumhurbaşkanınca işlendiği ileri sürülen suçun hangi gerekçeyle vatana ihanet sayılması gerektiği ( İçtüzük m.144/son ) belirtilir. · Yüce Divanda Yargılama Cumhurbaşkanının vatana ihanetten bir şekilde suçlandırılması durumunda, Cumhurbaşkanını yargılayacak makam, Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesidir (Anayasa, m. 148/3 ). Yüce Divanda savcılık görevini Cumhuriyet Başsavcısı veya Cumhuriyet Başsavcı vekili yapar ( Anayasa, m 148/4). Anayasa Mahkemesinin Yüce Divan sıfatıyla baktığı işlerde izleyeceği usul, 10.11. 1983 tarih ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 35 ila 40. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu kanunun 35’inci maddesine göre; “Anayasa Mahkemesi, Yüce Divan sıfatıyla çalışırken yürürlükteki kanunlara göre duruşma yapar ve hüküm verir”. Belirtilmesi gereken bir hususda Yüce Divana sevk edilen Cumhurbaşkanının görevde kalıp kalmayacağı hususudur. Çünkü bu hususta açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu konuda Sabuncu şöyle bir görüş belirtmektedir; “Anayasada bir açıklık olmamasına karşın, TBMM’nin büyük bir çoğunlukla bu denli ağır bir biçimde suçladığı Cumhurbaşkanının bu sıfatını yitireceğini kabul etmek gerekir. Bu nedenle, Cumhurbaşkanının, beraat etse de, görevine dönmesi söz konusu olmayacaktır”.[37] Yine Özbudun, Tanör ve Yüzbaşıoğlu da bu konuda aynı görüşü paylaşmakta ve Yüce Divana sevk edilen Cumhurbaşkanının görevde kalamayacağını belirtmektedirler.[38] Gözler ise tersi bir görüşü benimsemekte ve Yüce Divana sevk edilen Cumhurbaşkanının, görevde kalabileceğini savunmaktadır. Gerekçesini şöyle açıklamaktadır. “Anayasada vatana ihanetle suçlanan Cumhurbaşkanının görevinin sona erdiğini belirten bir hüküm veya bu durumda olan Cumhurbaşkanının görevine son vermeye yarayacak bir usul öngörülmemiştir. Bakanlar için öngörülmüş olan 113. maddenin üçüncü fıkrasındaki hüküm, Cumhurbaşkanına uygulanamaz. Zira bu takdirde 113. maddenin üçüncü fıkrasındaki hüküm genişletilerek yorumlanmış olur ki, kamu hukukunda böyle bir hüküm caiz değildir”.[39] Belirtilmesi gereken son bir hususta vatana ihanet suçunun içeriğiyle ilgilidir. Ceza kanunlarımızda açıkça bir vatana ihanet suçu belirtilmemiştir. Acaba hangi suçlar vatana ihanet suçu sayılacak ve Cumhurbaşkanı bu suçlardan yargılanabilecektir. TBMM İç Tüzüğünün 114. maddesinde bu husus belirtilmiştir. TBMM’nin, “Yüce divana sevk kararında hangi ceza hükmüne dayanıldığı ve suçlandırılması istenen Cumhurbaşkanınca işlendiği ileri sürülen suçun hangi gerekçeyle vatana ihanet sayılması gerektiği” belirtilir. Yani vatana ihanet suçunun kapsamını TBMM belirlemektedir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki Anayasa Mahkemesi yargılama yaparken bu niteleme ile bağlı değildir. Fakat Gözler Cumhurbaşkanının vatana ihanet suçu ile yargılanması konusuna farklı bir yorum getirmektedir, “Vatana ihanet suçunun olmadığı varsayımıyla, Türkiye’de Cumhurbaşkanının vatana ihanet suçu ile Yüce Divanda yargılanamayacağını düşünüyoruz”.[40] Kanaatimizce Sabuncunun da belirttiği gibi, vatana ihanet suçu cezai olmaktan çok, siyasi bir kavramdır. Hangi suçun vatana ihanet suçu oluşturacağını önceden belirlemek mümkün değildir. Cumhurbaşkanının Yüce Divana sevki için TBMM’nin onun göreviyle ilgili bir davranışını, gerekli çoğunluğa ulaşarak, bu yönde nitelemesi yeterlidir.[41] 3.3. Cumhurbaşkanının Hukuki Sorumluluğu 3.3.1 Genel Olarak “Hukukî” sıfatı buradaki anlamıyla, özel hukuka (medenî hukuk, borçlar hukuku ve ticaret hukuku) ilişkin demektir. Örneğin, borçlar hukuku alanında sorumluluk, bir “borç ilişkisi”nden kaynaklanır. “Borç” ise, esas itibarıyla, bir “sözleşme” veya “haksız fiil” dediğimiz bir davranıştan doğar. Kişinin sözleşmeye uymaması veya yaptığı haksız fiil neticesinde ortaya çıkan zararları gidermesi gerekir. Bu genellikle, “aynen teslim”, “eski hale iade”, “tazminat” gibi müeyyidelerle sağlanır. Hukukî sorumluluk alanında görevli mahkemeler, Kara Avrupası hukuk sisteminde adlî yargı koluna mensup hukuk mahkemeleridir. [42] Cumhuriyetlerde Cumhurbaşkanının, hukuki sorumluluğu açısından bir ayrım yapmak gerekmektedir. Cumhurbaşkanının göreviyle ilgili suçlardan dolayı, cezai ve siyasi bir hukuki sorumluluğu bulunmadığı gibi, hukuki sorumluluğu da bulunmamaktadır. Ancak, görevi dışındaki işlem ve eylemleriyle kişilere verdiği maddi ve manevi zararlardan dolayı genel hükümler çerçevesinde herkes gibi sorumlu olduğu kabul edilmektedir.[43] 3.3.2 Türkiye’deki Durum 1982 anayasasında Cumhurbaşkanının göreviyle ilgili suçlardan dolayı sorumlu tutulacağına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Ama karşı-imza kuralından hareketle böyle bir hüküm çıkarılabilir. Karşı-imza kuralı sadece siyasi ve hukuki sorumsuzluğu doğurmaz, aynı zamanda hukuki sorumsuzluğu da yol açar.[44] Peki Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemlerde hukuki sorumsuzluğu var mıdır? Gözler bu soruya evet cevabını vermekte ve gerekçesini şöyle açıklamaktadır; “Anayasanın 105. maddesinde Cumhurbaşkanının re’sen imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa Mahkemesi dahil, yargı mercilerine başvurulamaz denilmektedir. Burada geçen yargı merci hukuk mahkemelerini de kapsar. Bu hükümden hareketle, Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemlerinden dolayı, özel kişilerin zarara uğradıklarını beyanla hukuk mahkemelerine başvurup tazminat isteyemeyeceklerini söyleyebiliriz”.[45] Cumhurbaşkanının göreviyle ilgili olmayan, kişisel eylem ve işlemlerinden dolayı sorumluluğu diğer tüm gerçek kişiler gibi tamdır. Cumhurbaşkanının hukuki sorumluluğundan maksat özel hukuka ilişkin sorumluluğu demektir (medeni hukuk, borçlar hukuku gibi). Cumhurbaşkanı kişisel olarak verdiği zararlardan sorumludur. Bu zararları gidermelidir. Örneğin haksız fiil sorumluluğunun şartları gerçekleşiyorsa, mahkeme Cumhurbaşkanını tazminat ödemeye mahkum edebilir.[46] 4. SONUÇ Bu çalışmamızda Türkiye’de Cumhurbaşkanının sahip olduğu sorumsuzluk halleri incelenmiştir. İlkin, genel olarak Türkiye’de Cumhurbaşkanlık makamından söz edilmiş daha sonra sırasıyla çalışmanın ana konusunu teşkil eden, Cumhurbaşkanının siyasi, cezai ve hukuki açıdan sorumlulukları ele alınmıştır. Çoğu parlamenter cumhuriyette olduğu gibi, Türkiye’de de Cumhurbaşkanı siyasal açıdan sorumsuzdur. Genel görüşe göre bu sorumsuzluğun temelinde karşı-imza kuralı yatmaktadır. Cumhurbaşkanının sorumsuzluğunu cezai açıdan değerlendirdiğimizde, ikili bir ayrımla karşılaşıyoruz. Cumhurbaşkanının kişisel suçlarından dolayı tam sorumlu olduğunu, göreviyle ilgili suçlardan dolayı ise, vatana ihanet suçu dışında sorumsuzluğunun esas olduğunu görüyoruz. Hukuki sorumluluk açısından da değerlendirme yaptığımızda, cumhurbaşkanı göreviyle ilgili suçlardan tam sorumsuz, kişisel suçlardan dolayı ise gerçek kişiler gibi tam sorumlu olduğunu söyleyebiliriz. Son olarak, Cumhurbaşkanının sorumsuzluğunu yetkileri ile birlikte değerlendirdiğimizde, bir orantısızlığın var olduğunu söyleyebiliriz. Cumhurbaşkanının yetkileri hemen tüm parlamenter rejimlerde semboliktir. Sorumsuzluğu da aslında bu yetkisizliğinden doğmaktadır. Ama bizde cumhurbaşkanı sembolik yetkilerin ötesinde, çok fazla yetkilerle donatılmıştır. Bir çok işlemi tek başına gerçekleştirebilmektedir. Ve bunlardan dolayı da sorumsuzluğu esastır. Bize göre bu yetkilerin biraz daraltılması gerekir. Çünkü bu yetkiler cumhurbaşkanının sorumsuzluğu kavramı ile bağdaşmamaktadır. |
KAYNAKÇA
ARSEL,
İlhan, Türk Anayasa Hukuku Umumi Esasları, Ankara, 1965.
BATUM, Süheyl, YÜZBAŞIOĞLU Necmi, Anayasa Hukukunun Temel Metinleri, Beta
Yayınevi: İstanbul, 1999.
GÖZLER, Kemal, Devlet Başkanları: Bir Karşılaştırmalı Anayasa Hukuku İncelemesi,
Ekin Kitabevi Yayınları: Bursa, 2001.
GÖZLER, Kemal, Türk Anayasa Hukuku, Ekin Kitabevi Yayınları: Bursa, 2000.
ÖZBUDUN, Ergun, Türk Anayasa Hukuku, 7. Baskı, Yetkin Yayınları: Ankara, 2003.
TANÖR, Bülent ve YÜZBAŞIOĞLU, Necmi, 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa
Hukuku, 3. Baskı, Yapı Kredi Yayınları: İstanbul, 2002.
TEZİÇ, Erdoğan, Anayasa Hukuku, 5.Baskı, Beta Yayımları: İstanbul, 1998.
SABUNCU, Yavuz, Anayasaya Giriş, 7.Baskı, İmaj Yayınevi: Ankara, 2001.
ŞAKAR M, 1982 Anayasası ve Önceki Anayasalar. Beta Yayınevi: İstanbul, 1994.
[1] Anayasa Mahkemesi 01.05.2007 tarihli cumhurbaşkanlığı seçimi 1. tur oylaması ile ilgili almış olduğu kararla cumhurbaşkanlığı seçimi ilk iki turundaki toplantı yeter sayısı ile ilgili yeni bir içtihat geliştirmiştir. Anayasa Mahkemesi 27.04.2007 tarihli TBMM’de cumhurbaşkanı seçiminin ilk turunda üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu sağlanamadığı için ilk tur oylamayı iptal etmiştir. Bu karara göre cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk iki turunda 367 milletvekilinin TBMM’de hazır bulunması gerekir. Anayasa mahkemesinin bu kararından önce cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili bütün turlarda toplantı yeter sayısı olarak cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin maddede toplantı yeter sayısı ile ilgili açık bir madde olmadığından, 1982 Anayasasının 96. maddesinde ve meclis içtüzüğünün 57. maddesinde belirtilen 184 karar yeter sayısı bütün turlar için geçerliydi.
[2] E. ÖZBUDUN, Türk Anayasa Hukuku, 7. Baskı, Yetkin Yayınları: Ankara, 2003, s. 306.
[3] M. ŞAKAR, 1982 Anayasası ve Önceki Anayasalar, Beta Yayınevi: İstanbul, 1994, s. 129.
[4] S. BATUM, N. YÜZBAŞIOĞLU, Anayasa Hukukunun Temel Metinleri, Beta Yayınevi: İstanbul, 1999, s. 159.
[5] B. TANÖR, N. YÜZBAŞIOĞLU, 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku, 3. Baskı, Yapı Kredi Yayınları: İstanbul, 2002, s. 317.
[6] K. GÖZLER, Türk Anayasa Hukuku, Ekin Kitabevi Yayınları: Bursa, 2000, s. 532.
[7] B. TANÖR, N. YÜZBAŞIOĞLU, a.g.e., s. 318.
[8] Y. SABUNCU, Anayasaya Giriş, 7. Baskı, İmaj Yayınevi: Ankara, 2001, s. 169.
[9] E. ÖZBUDUN, a.g.e., s. 311.
[10] E. TEZİÇ, Anayasa Hukuku, 5.Baskı, Beta Yayımları: İstanbul, 1998, s. 400.
[11] B. TANÖR, N. YÜZBAŞIOĞLU, a.g.e., s. 318
[12] K. GÖZLER, Devlet Başkanları: Bir Karşılaştırmalı Anayasa Hukuku İncelemesi, Ekin Kitabevi Yayınları: Bursa, 2001, s. 81.
[13] K. GÖZLER, Devlet Başkanları: Bir Karşılaştırmalı Anayasa Hukuku İncelemesi, s. 82.
[14] Y. SABUNCU, a.g.e., s. 169.
[15] E. ÖZBUDUN, a.g.e., s. 311.
[16] Y. SABUNCU, a.g.e., s. 171.
[17] E. ÖZBUDUN, a.g.e., s. 312.
[18] E. ÖZBUDUN, a.g.e., s. 312.
[19] B. TANÖR, N. YÜZBAŞIOĞLU, a.g.e., s. 322.
[20] E. ÖZBUDUN, a.g.e., s. 317.
[21] E. TEZİÇ, a.g.e., s. 402.
[22] E. ÖZBUDUN, a.g.e., s. 317
[23] K. GÖZLER, Türk Anayasa Hukuku, s. 535.
[24] B. TANÖR, N. YÜZBAŞIOĞLU, a.g.e., s. 327.
[25] E. ÖZBUDUN, a.g.e., s. 317.
[26] E. ÖZBUDUN, a.g.e., s. 317.
[27] E. ÖZBUDUN, a.g.e., s. 317.
[28] K. GÖZLER, Türk Anayasa Hukuku, s. 536.
[29] İ. ARSEL, Türk Anayasa Hukukunun Umumi Esasları, Mars Matbaası: Ankara, 1965, s. 391.
[30] B. TANÖR, N. YÜZBAŞIOĞLU, a.g.e., s. 329.
[31] E. ÖZBUDUN, a.g.e., s. 317.
[32] K. GÖZLER, Türk Anayasa Hukuku, s. 538.
[33] E. TEZİÇ, a.g.e., s. 402.
[34] K. GÖZLER, Türk Anayasa Hukuku, s .538.
[35] K. GÖZLER, Türk Anayasa Hukuku, s. 540.
[36] K. GÖZLER, Türk Anayasa Hukuku, s. 540.
[37] Y. SABUNCU, a.g.e., s.174.
[38] E. ÖZBUDUN, a.g.e., s. 318, B. TANÖR, N. YÜZBAŞIOĞLU, a.g.e., s. 328.
[39] K. GÖZLER, Türk Anayasa Hukuku, s. 541.
[40] K. GÖZLER, Türk Anayasa Hukuku, s. 548.
[41] Y. SABUNCU, a.g.e., s. 173
[42] K. GÖZLER, Devlet Başkanları: Bir Karşılaştırmalı Anayasa Hukuku İncelemesi, s. 86.
[43] B. TANÖR, N. YÜZBAŞIOĞLU, a.g.e., s. 329.
[44] K. GÖZLER, Türk Anayasa Hukuku, s. 551.
[45] K. GÖZLER, Türk Anayasa Hukuku, s .551.
[46] K. GÖZLER, Türk Anayasa Hukuku, s. 553.