|
|||||
|
EKONOMİDE GB/CARİ AÇIK ALARMI VE YABANCI SERMAYE Türkiye uzun yıllardan beri iç ve dış borçları yüksek bir ülkedir (1). Bunun temel nedenleri; iç borçlarda kamunun (savurganlık ve yolsuzluklardan da kaynaklanan) finansman açıkları, dış borçlarda ise, kamu açıkları ve iç tasarrufların yetersizliği, nedeniyle sıkça dış borçlanmaya başvurulması ve dış ticaret açıklarının (kriz yılları) hariç sürekli cari açık yaratıyor olmasıdır.
Bu genel bakış çerçevesinde dış ekonomik ilişkiler açısından 2004 yılını, Gümrük Birliği’nin (GB) 9 yıllık dış ticaret sonuçlarını, 2005 yılında Fransa ve Hollanda referandumlarının ışığında AB ile ilişkilerimizi ve yabancı sermaye şansımızı değerlendireceğiz.
2004’e Toplu Bakış
Türkiye 2004 yılında yaklaşık olarak 63 milyar dolar ihracat ve 97 milyar dolar ithalat yaparak, 34 milyar dolar dış ticaret açığı verdi. Aynı yıl ihracatın ithalatı karşılama oranı %65 olmuş ve ithalatın GSMH’ye oranı da %33 gibi rekor bir düzeye ulaşmıştır.
Dış ticaret açığının bu denli yüksek olması, özellikle turizm gelirlerindeki rekor artışa rağmen, cari işlemler açığının da revize tahminleri de aşarak 15,6 milyar dolara (geçen yılın yaklaşık iki katı) düzeyinde gerçekleşmesine sebep olmuştur. (2005 yılının ilk 4 ayındaki cari açık ise, daha şimdiden 8,9 milyar doları bulmuştur.) Türkiye bu durumda ; 2005 yılında bir taraftan dış borçlarının (ana para ve faiz olarak) bu yıla ait taksitlerini ödeyecek, bir yandan da muhtemelen çok daha artacak yeni cari açığı finanse etmek zorunda kalacaktır. Bu da dış borçlarımızın artması sonucunu doğuracaktır (2). Çünkü Merkez Bankası’da mevcut döviz rezervlerimiz (Mart 2005 itibariyle 39 milyar dolar), yıllık bazda 100 milyar doları aşan ithalatın ancak 4 aylık kısmını karşılayacak miktardadır.Bu da esasen kritik sınırdır.
2004 yılında konsolide bütçe açığı 30 katrilyon lira olmuştur.(2003 yılında 40 katrilyon lira.) Bu azalmadaki en önemli unsurlar; ithalatta planlananın çok üzerindeki artışın sağladığı ek KDV geliri, doların düşüşüne rağmen sürdürülen ÖTV zamları ile diğer dolaylı vergi artışları ve kamu yatırımlarının düşük düzeyde tutulmasıdır.
Ekonomimizin bu denli dışa bağımlılığı ve kamu maliyesindeki zaafiyetlerin devam etmesi, ister istemez tümüyle dış ekonomik ilikilerimizi ve dolaylı olarak da dış politikamızı adeta ipotek altına almıştır. Kuşkusuz , AB ile yaşadığımız malum adaylık süreci ve bu süreçte ağzımıza sürülen bir parmak sahte bal kabilinden aldığımız sözde müzakere tarihi, ipotek olgusuna büsbütün tuz biber ekmiştir. Öyle ki, Fransa ve Hollanda’da yapılan son anayasa reformlarının Brüksel elitlerine ve AB’nin geleceğine ağır darbe indiren açık sonuçları bile rüyadan uyanmamıza yetmiyor.
GB’nin 9 Yıllık Yıkımı
2004 yılı ile birlikte AB ile mevcut GB ilişkimizde 9. yılı da geride bırakmış oluyoruz. Bu 9 yıla yalnızca dış ticaret açısından baksak bile görünen acı tablo şudur:
1. Resmi verilere göre; 9 yıllık toplam ihracatımız 309 milyar dolar, ithalatımız ise 492 milyar dolar olmuş ve dış ticaret açığımız 184 milyar dolara ulaşmıştır. (Bkz. Ekli tablo)
Şayet GB anlaşmasını bu kadar aleyhimize yapmamış ve Anayasa’nın 167. maddesinin de gereği olarak (3), henüz emekleme dönemindeki sanayimiz nedeniyle ithalata yalnızca %5 fark vergi uygulayabilmiş olsak; bunun en az %10 düzeyinde ithalat kısıcı ve iç üretimi/istihdamı koruyucu etkisi yanında, yaklaşık 20 milyar dolar da bütçeye gelir katkısı olabilecekti.
2. Toplam dış ticaret açığımızın 79 milyar doları AB ülkeleriyle yaptığımız doğrudan ticaretin sonucudur. Başka bir ifadeyle, GB yoluyla Türkiye’nin AB’ye sağladığı dış ticaret fazlası, yani zenginlere iş ve ek kar imkanı bu düzeydedir. Açığın 105 milyar doları ise üçüncü ülkelerle (örneğin ABD, Çin, Japonya, Rusya vd.) yaptığımız dış ticaretten doğmaktadır. Ancak bu açığın da temel nedeni (GB’den pek etkilenmeyen petrol ve silah alımları hariç) yine de GB’dir. Çünkü, GB yüzünden 3. ülkelere karşı kendi gümrük tarifemizi değil, çok daha düşük olan AB’nin Ortak Gümrük Tarifesi’ni (OGT) uygulamak zorundayız.
3. 9 yıllık dönemde doğan rekor düzeydeki dış ticaret açığı önceki 8 yılda (1988-1995 dönemi) yalnızca 65 milyar dolar (AB ile 22 milyar dolar) idi ve bunda da bu dönemde Katma Protokol gereği AB’ye yaptığımız yüksek oranlı gümrük indirimlerinin büyük etkisi vardı. Bu duruma göre, GB yüzünden dış ticaret açığımız son 9 yılda %167 (115 milyar dolar) artmış ve ekonomimiz tamamen dışa bağımlı hale gelmiştir.
O kadar ki, bu dönemde hammadde ve aramalı ithalatımız bile toplam ihracatı aşmıştır. Başka bir anlatımla, mukayeseli üstünlük avantajlarımıza rağmen Türk sanayii yerli girdi kullanımını büyük ölçüde unutmuş (bu yüzden aramalı üreten birçok imalathane kapanmış), iç pazar için üretimde bile ithal girdisi kullanır olmuştur (4). Ayrıca, tüketim malı ithalatı rekor seviyede artmış ve bu nedenle de pek çok işyeri kapanmıştır. (Yalnızca 2004 yılında tüketim malı ithalatı %85 oranında artarak 14,3 milyar dolara yükselmiştir.)
4. Son 9 yıldaki dış ticaretimizin milli gelire oranı %44’e çıkmıştır. Bu oran GB öcesi 9 yılda %26 idi. Böylece ekonomimiz dış rüzgarlara çok daha duyarlı hale gelmiş, adeta buluttan nem kapar olmuştur. (İthalata bu denli bağımlı olan bir ülkenin sağlıklı büyümesi mümkün değildir. ABD ve Japonya bu konuda bize asla örnek değildir.)
5. Bu yıkım derecesindeki bu açık zararlarına rağmen hâlâ GB’nin yararlarından söz edenler var. AB’yi kendilerine Kıble kabul edenlerin ve ithal rantlarının esiri olanların “duran bir saat bile günde iki defa doğruyu gösterir” özdeyişi türünden bu saptırmaları; bir yandan GB’yi 1973’e (Katma Protokol’un uygulanmaya başlanması) geriye götürme, bir yandan da kapalı ekonomi ile bugünü kıyaslama oyunu ile sergileniyor. Bunlar kasıtlı ve temelden yanlıştır. Şöyle ki:
· GB 1973’e taşınsa da bunun bize yarar sağladığı kanıtlanamaz. Çünkü 1973’ten günümüze dek AB ile yaşadıklarımızın tam bir ekonometrik değerlendirmesi (5) yapıldığında, Türkiye’nin net kayıplarının AB ile kıyaslanmayacak ölçüde fazla olduğu görülecektir. · Kaldı ki, 1973’te Katma Protokol’un uygulanmaya başlanması, mutlaka 6 Mart 1995 tarihli ve l/95 sayılı Türkiye-AB Ortaklık Konseyi Kararı olan GB anlaşmasının (en azından mevcut içerikle) yapılmasını gerektirmezdi. Yunanistan örneği (1961’de Atina antlaşması, l976’da GB olmaksızın tam üyelik dilekçesi , 1981’de GB’siz tam üyelik ve l986’da GB’ye giriş) ortadadır. Bu bire bir örnek niçin hiç hatırlanmaz?.. · GB’nin alternatifi, yüksek gümrük duvarlarıyla korunmuş kapalı bir ekonomi asla değildir. Esasen, üyesi olduğumuz Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) kuralları çerçevesinde buna pek imkan da yoktur.Eğer AB’ye üvey aday bir ülke değilsek , bu konuda ısrarla talep etmemmiz gereken, diğer adaylarla (hatta çoğu yeni üyelerle) yapıldığı gibi, AB ile serbest ticaret anlaşması (STA) yapmaktı. GB ancak tam üyelikle birlikte (AB kuralı) veya daha sonra (Yunanistan,İspanya ve Portekiz örnekleri) geçilmesi zorunlu idi. Aksine bir tutum; ekonomimizi, kazanması mucizelere bağlı asimetrik bir haksız rekabetin çarklarına atmanın ötesinde, kendimizi ancak büyük bir rüşvet vererek adaylığa layık görme kompleksini, kazanılmış hakları yok sayma ağır ihmalini ve bunların getireceği siyasi faturaları (Kıbrıs) ifade eder. Maalesef öyle de olmuş ve 1/95 sayılı kararla Türkiye dış ticaret ve gümrük politikalarında (Anayasamızın 6, 90 ve 167/2. maddelerindeki açık hükümlere rağmen), egemenlik hakları sanal karşılıklar uğruna AB’ye devredilerek, Brüksel’in adeta bir sömürgesi haline getirilmiştir. Üstelik süresi belirsiz olarak...
2005 Yılında Yabancı Sermaye Gelir mi?
2005 yılında bu sorunlu tabloya rağmen, iyimser beklenti; Türkiye' de doğrudan yabancı yatırımların 8-10 milyar doları bulacağı yolundadır. Bunun temel nedeni de AB' den müzakere tarihi (?) almamız olarak belirtiliyor. Biz bu iyimserliği şu nedenlerle paylaşamıyoruz:
1. Türkiye' ye sıcak parayı çeken reel faiz mıknatısı (halen en az %10) bu yıl da çekiciliğini koruyor. İç borçlanmaya kaynak yarattığı için buna, yani yüksek faize ne Merkez Bankası ne de Hazine pek ses çıkarmıyor. Yakın geçmişte yaşadığımız acı deneyimlerle biliyoruz ki, gelen sıcak para geçici bir süre için sahte cennet yaratır, ama topluca gidişi de ekonomiyi gerçek cehenneme döndürür...
2. TL ve YTL’nin dalgalı kur sisteminde aşırı değerlenmiş olmasının bu yıl da sürmesi ve GB yüzünden ithalatta farklı (daha yüksek) vergi uygulanamayışı, ihracat yerine fiilen ithalatı teşvik etmekte ve yabancıyı, hatta yerli girişimciyi içerde üretimden caydırmaktadır.
3. Tüm tavizlere ve teşviklere rağmen, bu kez yapısal reformlar bahanesiyle yabancı sermaye 2005 yılında da nazlanmayı sürdürmektedir. Asıl neden ise ücret maliyetlerinin yüksekliğidir. IMF başkan yardımcısı Kruger’in geçenlerde asgari ücretin indirilmesini istemesi boşuna değildi.
4. 2005 yılından itibaren DTÖ çerçevesinde dünya tekstil kotalarının anlaşmaya taraf ülkelerde kaldırılmış olması ve daha da önemlisi, yine GB yüzünden AB zenginler kulübüne üyeymişiz gibi, geri kalmış ve gelişme yolundaki ülkelere AB normlarında en yüksek gümrük indirimlerini uygulama mecburiyetimiz de tekstilde cazibe merkezi olmamızı azaltacaktır. Nitekim, ilk 4 aylık ihracat verileri bunu açıkça göstermektedir.
5. Bu gerekçeler ortadan kaldırılsa bile, yurt dışında üretim daha çekici olduğu sürece yabancı sermaye yine de çok sınırlı olarak (yenileme, pazar payını koruma, kapasite artırımı vs. şeklinde) Türkiye' ye gelir. Türk yatırımcılarının giderek yurt dışında üretime yönelmelerinin temel nedeni de budur.
Başka Çıkış Yolları Var mı?
1. Bu nedenler karşısında, cari açığı azaltma ve üretim/istihdam yaratma konusunda ümidimiz, geçen yıl olduğu gibi yastık altındaki dövizlerde çözülme ve/veya kaynağı belli olmayan döviz girişlerine kalmaktadır. Bu yöndeki beklentiler ne ölçüde gerçekleşir, bilinemez. Ancak, geçen yılın ötesinde (yaklaşık 5 milyar dolar) fazla iyimserlik de sonradan hayal kırıklıkları yaratabilir.
2. Dış müteahhitlik hizmetleri iyi bir potansiyeldir. Yıllık 7-10 milyar dolarlık bu imkan, finansman yetersizliği ve özellikle teminat mektubu sorununun bir türlü çözülemeyişi yüzünden yeterince değerlendirilememektedir. (Bu konuda temel hastalık, Türk bankalarının ortak hareket edemeyişidir.)
3. Turizmde ise, büyük zenginliğimize ve üstün kaliteli tesislerimize rağmen, strateji yokluğundan ve tanıtım yetersizliğinden ucuz ülke olmaktan bir türlü çıkamıyoruz.
4. Çin faktörü nedeniyle tekstil lokomotifinin durması ve AB’deki referandumların avroya da ağır darbe indirmesi karşısında ihracatın artması ancak, daha çok ithalat yapmak, kayıt dışına kaymak ve kar marjlarını daha da indirmekle belki mümkün olabilir. Ama yine de makas açılır.
5. Bu durumda doğrudan yabancı sermaye, 82 yıllık Cumhuriyetimizin gözbebeği olan birikimlerin, yani KİT'lerin (özellikle karlı olanlarının) döviz gelecek diye uluslararası tekel ve kartellere bir tür peşkeş çekilmesi; ayrıca verimli olan, ancak mali bünyeleri ve dışa açılma kapasiteleri yeterli olmayan özel kuruluşların bir bir yabancıların eline geçmesi veya özellikle hassas bölgelerde türlü yöntemlerle geniş arazilerin yabancılarca yağmalanması yoluyla Türkiye' ye doğrudan yatırım olarak döviz gelebilir. Bu yollardan gelecek dövizin ise, Türk ekonomisine zamanla yarardan çok zararı olacağını, geçmişte yaşanan yurt içi ve yurt dışı çeşitli örnekleriyle anlamak için kahin olmaya ihtiyaç yoktur.
6. Türlü nedenlerle yıllardır yurt dışına çıkarıldığı söylenen yüklü miktardaki dövizin uygun ortam (?) yaratılarak tekrar ülke ekonomisine girişinin sağlanması, başka bir çözüm yolu olarak pazarlanıyor. Zaman zaman denenmek istenen bu yolun, kara parayı aklama riski yanında pek de kolay olmadığı, esasen “yabancı” sermaye girişlerinin genelde bu kaynaklardan beslendiğinin yaygın bir söylenti olduğu da unutulmamalıdır.
Sonuç
1. 2005 yılı, başta GB olmak üzere maalesef yanlış politikalar yüzünden dış ekonomik ilişkilerde zorlu geçecektir. Bu zorlukları aşabilmemiz; ihracat ve/veya diğer döviz kazandırıcı hizmetlerde 2005 yılında olağanüstü başarılar sağlanması veya borç ödemelerinin kısmen 2006 ve sonrasına ötelenmesi ölçüsünde olabilecektir. IMF ile 3 yıllık yeni anlaşma bunu kısmen sağlamaktadır. Ancak, karşılığında verdiklerimizin etkileri de unutulmamalıdır.
2. Yalnızca dış ticaret yoluyla bize verdiği ve yıllardır ısrarla üzerinde durduğumuz bu denli ağır zararlarına rağmen, Türkiye tarafından GB’ nin masaya getirilmemesi ve firma düzeyinde de tek istisna (6) dışında dava konusu yapılmaması son derece düşündürücüdür.
3. Hükümetin GB’ den zarar ettiğimizi sadece sitem (?) yoluyla dile getirmekten (7) vazgeçip, bunu temel bir sorun olarak AB ile ilişkilerde masaya taşıması gerekir.Katına Protokol’un 60. maddesi bu imkanı sağlıyor. Acaba tersi olsaydı, AB bunu yanımıza bırakır mı idi? Bu konuda da iyimser hatta hayalci olanlar, ya AB’yi ve Batıyı hiç tanımıyorlar ya da onların içerdeki uzantılarıdır.
4. Türk ekonomisinin son 3 yılda gözlenen ve özellikle hızla artan ithalatla faiz ödemelerine dayanan büyüme trendinin sağlıklı ve sürdürülebilir olabilmesi; ekonominin iç (kamu finansmanı) ve dış (dış ticaret/cari işlemler) dengelerinin eş dönemli olarak sağlıklı yapıya kavuşturulmasıyla mümkündür. Bugünkü düşük kur ve yüksek reel faizin sağlanır göründüğü gelişme, bıçak sırtında bir dengedir ve asla sürekliliği ifade etmemektedir.
5. Dış ticaretimiz, uygulanan güdümlü politikalar yüzünden mahrum bırakıldığı gümrük, kur, teşvik, sübvansiyon, denetim ve tarife dışı engeller gibi yönlendirme ve kontrol araçlarına mutlaka kavuşturulmalıdır. Çeşitli çevrelerden gelen “cari açığa dikkat” uyarısı da bunu göstermektedir.
6. AB tam üyeliği hayalimiz, 17 Aralık kararı ile artık özel statüye esir olmuştur. Almanya’daki erken seçim ile Fransa ve Hollanda referandumlarının AB Anayasası’nı toprağa gömen sonuçları, bu durumu daha da pekiştirmiştir. Bu gelişmeler karşısında, 3 Ekim’e odaklanan tüm politikalarımız mutlaka revize edilmeli, taviz de değil, talepte bir adım önde olmalıyız.
1. Konsolide bütçe olarak toplam borç stoku 2004 yılı sonunda 316 katrilyon TL (235,6 milyar dolar) olmuştur. Bunun içinde dış borç stoku 92 katrilyon TL (68 milyar dolar) dir. Bu rakamlar 2001 yılı sonunda sırasıyla 122 katrilyon TL (85 milyar dolar) ve 56 katrilyon TL (39 milyar dolar) idi. Türk ekonomisi olarak toplam dış borçlarımız ise 2004 yılı sonu itibariyle 153 milyar dolardır.
2. Artan dış borçların 2004’te milli gelire oranının daha düşük görünmesi, TL/YTL’nin aşırı değerlenmiş olması (bize göre en az %30) nedeniyledir.
Hazinenin dış borç geri ödeme planına göre toplam dış borç ödemeleri 2005’te 34,3 ve 2006’da 28,8 milyar dolardır. Ancak, bu planda cari açık 11 milyar dolar olarak öngörülmüştür. 2005’in ilk 4 aylık verileri, bunun yaklaşık 20 milyar dolar düzeyinde gerçekleşebileceğini göstermektedir. Bu durumda 2005’in dış borç servisi de aynı ölçüde artmış olacaktır. Kısaca, yeni IMF anlaşmasıyla ötelenen 10 milyar dolarlık dış borcumuz da dikkate alındığında, 2005 yılında da büyük ölçüde borcu borçla ödemeye devam edeceğiz.
3. Anayasamızın 167. maddesinin ikinci fıkrası “... ithalat, ihracat ve diğer dış ticaret işlemleri üzerine vergi ve benzeri yükümlülükler dışında ek mali yükümlülükler koymaya ... kanunla Bakanlar Kuruluna yetki verilebilir” hükmünü taşımaktadır. Nevar ki, bir idari tasarruf da olduğu ileri sürülen GB anlaşması, ithalata iç vergilerin üzerinde ek bir vergi koymayı yasakladığından, Anayasamızın bu hükmü 1996’dan beri uygulanamamaktadır.Yani bir idari tasarruf (?) Anayasayı bile değiştirebilmektedir.
4. Bkz. Sn. Prof. Dr. Emre Alkin’in 06.06.2005 tarihli H.O. Tercüman gazetesi’ndeki makalesi.
5. 1973-2005 döneminde; gümrük indirimlerine başlanması, kota uygulanması, ilk 3 mali protokolle mali yardım alınması, diğer üçünün uygulanmaması, 1978-87 döneminde indirimleri ertelememiz, işgüçü serbest dolaşımının rafa kaldırılması, 1988-95 dönemindehızlandırılarak yeniden başlatılan indirimler ve dış açıklar yüzünden borçlanmamız bunların faizleri, bunların neden olduğu vergi kaybı ve ithalat artışı, GB dönemindeki ticaret açıklarımız, verilmeyen yeni mali yardımlar vs. bu konuda her yönüyle değerlendirilmelidir.
6. Rulman üreticisi YEDAŞ firması adına Sn. Av. Selim SARIİBRAHİMOĞLU’nun geçen yıl açmış olduğu ve son haberlere göre AB’nin “dava kabul edilemez” yolundaki itirazının da reddedildiği Lüksemburg mahkemesindeki zararın tazmini davası halen sürmektedir.
7. Sn. Başbakan 17 Aralık Zirvesi’nden hemen önce Brüksel’de TOBB’un organize ettiği bir toplantıdaki konuşmasında, “8,5 yılda AB ile ticaretten doğan açığımız 70 milyar dolar olmuştur” mealinde bir sitemi dile getirmiş, ancak GB’yi masaya yatırma konusunda AB’den bir talepte bulunmamıştır.
1988-2004 DÖNEMİNDE DIŞ TİCARETİMİZ ve AB’NİN PAYI (milyar dolar)
1 Global Dış Ticaret Verileri 2 AB ile Ticaret Verileri (1988 yılı, ortalamalara göre tahmin edilmiştir.)
Kaynak: Bu tablo DİE 2001 yıllığının 509.sayfasındaki tablodan, DİE Aylık İstatistik Bülteni’nin Nisan 2003 sayısından (sayfa 232) , DİE web sitesinden ve Türkiye-AB ticaretine ilişkin DEİK’in raporlarından yararlanılarak hazırlanmıştır. |