![]() |
|||||
|
Bu yazıda, kredi** muamelelerinde banka-müşteri ilişkilerinin ilk adımını teşkil eden kredi sözleşmesi incelenmeye ve bu sözleşmenin düzenlenmesi yönünden uygulamada görülen aksaklıkların, bankanın alacak hakkı üzerindeki muhtemel sonuçları belirtilmeye çalışılmıştır. 1- Giriş Banka kredilerinin ekonomik hayatta oynadığı rolün büyük olmasına rağmen, Türk mevzuatında, kredi açma sözleşmesini (1) konu edinen ve bu sözleşmeyi tarif eden özel hükümlere yer verilmemiş, sadece kaçınılmaz (mübrem) sınırlarının belirtilmesi (2) ile yetinilmiştir. Esasen bankacılık tatbikatında, kredi ilişkileri daha çok akdi bağa dayanan "tip taahhütname"ler şeklinde gerçekleştirildiğinden, kanunlarımızda görülen sözkonusu yetersizliğin, uygulamada büyük sakıncalar yaratmadığı görülmektedir. Kredi ilişkilerinin, banka ile müşteri arasında akdi bağa dayanması, kanun hükümlerine başvurulmasını ender hallere yani kredi sözleşmesinin, genel hükümler karşısındaki açık noksanlık ve/veya çelişkili durumlarına münhasır kılmaktadır. Belirtmek gerekir ki, bu husustaki yasal noksanlıkları sadece Türk Mevzuatına has bir özellik olarak görmemek, mukayeseli hukukta da bu tür noksanlıkları bulmak mümkündür.(3)
Anlaşılacağı üzere, banka işlemlerinin esası akdi bağa dayanmaktadır. Hal
böyle olunca, banka ile müşteri arasındaki kredi ilişkilerinden doğan hak
ve borçlardan kimin sorumlu olabileceğinin tayini için, bankaların yaptıkları
kredi muamelelerinin taalluk ettiği akit türünün tesbiti gerekmektedir.(4)
Kredi açma sözleşmesi, tarafların karşılıklı mükellefiyetlerini belirler. Kredinin fiilen kullanılması ise, bu sözleşmenin bir sonucudur. O halde, kredi açma sözleşmesi tam karşılıklı bir akittir ve lehdarın krediyi iade borcu, kendisinin serbest iradesinden değil, banka ile kredinin açılışı sırasında akdetmiş olduğu anlaşma hükümlerinden doğmaktadır.(5) Kredi açma sözleşmesi ticari bir belgedir. Zira, bankacılık ticari bir iştir.( TTK.m.3,12,21/2) Bu yönüyle banka-müşteri arasında akdedilen kredi açma sözleşmesi, ticari bir belge niteliğine sahiptir.(6) Bu niteliğin uygulama yönünden özellik arzeden tarafı, bilhassa gecikme faizlerindeki nisbet ve anlaşmazlıklarda ispat yönünden pratik kolaylıklar sağlamasıdır. ( TTK.m.4,7,8,9, HUMK.m.236 vd.) Kredi açma sözleşmesi, devamlılık ve bütünlük gösteren bir akittir. Kredinin belli bir limit dahilinde ve cesteler halinde (cari hesap şeklinde) kullanılması, kredi açma sözleşmesinin devamlılık ve bütünlük özelliğini bozmaz. Bu özellik, kredi ilişkisinin feshi yönünden önem taşır ve kredi sözleşmesinin feshi halinde, akit geçmişi de kapsayacak şekilde bir bütünlük arzeder. Ayrıca kredinin cesteler halinde kullanıması, tecdit (yenileme) anlamına gelmeyeceğinden, her kredi kullanılması, kredi akdinin yenilenmesini gerektirmez. Zira, kredinin önemli bir özelliği, ihtiyaç halinde kullanılabilmesidir. Ancak, kredi sözleşmesinin, devamlılık ve bütünlük arzetmesi, belli bir limit içinde ve cari hesap şeklinde hareket gören krediler için sözkonusu olup, banka tekniği yönünden tecdide muhtaç bulunan kredilerde (iskonto gibi), her yenileme işlemi, kredi sözleşmesinin de yenilenmesini gerektirir. Kredi açma sözleşmesi, lehdarın kişiliği gözönünde tutularak girişilen bir anlaşmadır.(7) Bu itibarla, banka kredi verirken yeni lehdarın krediye yaraşırlık (liyakat) durumunu incelerken, maddi faktörler yanında, kişisel özelliklerini de gözönünde tutar. Bu kuralın pratik sonucu şudur; aksi kararlaştırılmamışsa, kredi, lehdarın ölümü ile kapanır ve varlığı sona eren gerçek ve tüzel kişinin verdiği rehinler de mirasçılara ya da lehdarın kanuni haleflerine yapılan sonraki ödemelerin karşılığı olmaktan çıkar. Kredi sözleşmesinin şahsa bağlı olma özelliğinin diğer bir şartı da, lehdarın kişiliği veya özelliği hakkında düşülen bir hatanın, anlaşmanın butlanını mümkün hale getirebilmesidir. Şu kadar ki, kredinin devredilememesi ve kredi alanın açılmış krediyi kullanabilme yetkisinin alacaklılar tarafından haczedilemeyişi de kredi sözleşmesinin şahsilik özelliğinin açıklanmasını kolaylaştırmaktadır. Bu husus, kredi sözleşmesinde, lehdarın kişiliğine duyulan güvenin önemine işaret etmektedir. Kredinin geniş anlamlı bir kavram olduğu dikkate alındığında, kredi sözleşmesinin, hukuki yapıları farklılık arzeden belirli kredi işlemlerini ihtiva eden bir çerçeve anlaşması niteliği taşıyabileceği söylenebilir.(BK.m.316/1) Nitekim, bankacılık tatbikatında kullanılan <tip taahütnameler> de çerçeve anlaşmasından ibarettir. Mühim olan husus, sözleşmenin, kredi açmayı, işlemde bağımsız bir temel unsur olarak görmesi yani akdin bağımsız olarak hukuki sonuç doğurabilecek nitelik taşımasıdır. 3-Kredi Açma Sözleşmesinin, Karz Akdi ve Cari Hesap Sözleşmesinden Farkı: Kredi açma sözleşmesinde karz mahiyeti görenler (8) olduğu gibi, bu sözleşmede karz ve cari hesap karması mahiyeti görenler (9) de çoğunluktadır. İkinci görüş daha isabetlidir. Kredi açma sözleşmesi ile, kredi alana belirli bir limit dahilinde fon kullandırmayı kabul eden banka, buna karşılık faiz, komisyon vs. talebinde bulunur. Tatbikatın yarattığı bu ilişkiye, karz ve cari hesap hükümlerinin aynen uygulanabileceğini kabullenmek pratik gözükmemektedir. Her ne kadar kredinin cesteler halinde kullanılabilirliği kredi sözleşmesini cari hesaba, faizli oluşu da karza yaklaştırmakta ise de, aralarında tatbikattan kaynaklanan önemli farklılıklar vardır. Cari hesap sözleşmesi yazılı şekilde yapılmadıkça, geçerli değildir. (TTK. m. 87) Ve kanunun aradığı bu husus sıhhat (geçerlilik) şartıdır. Keza, cari hesapta taraflar borçlu ve alacaklı duruma geçebilmektedirler. Ayrıca cari hesap sözleşmesi, temelde bir borç - alacak ilişkisine dayanmaktadır. Halbuki kredi akdinde şekil serbestisi geçerli olup, sözleşmenin yazılı şekilde tesisi, bir geçerlilik şartı değil, ispat şartıdır. Banka ile müşteri arasındaki kredi sözleşmesi, yasal manada bir cari hesap olmayıp, tamamen banka tekniğini ilgilendiren ve cari hesap şeklinde işleyen bir kredi işlemidir. (10) Zira, kredi işlemlerinde, cari hesapta olduğu gibi limit aşılması ve tarafların karşılıklı borçlu ve alacaklı duruma geçmeleri (mütekabiliyet) sözkonusu değildir. Ayrıca, kredi anlaşması taraflar arasında temel bir borç - alacak illetine değil, liyakat incelemesine dayanır. Öte yandan kredi açma sözleşmesi, yasal manada bir karz da değildir. Zira karz, para veya misli şeyleri kapsar. (BK.m.306) Oysa kredi geniş bir kavram olup, belli limitler içinde nakit kredi yanında aval, kefalet, garanti taahhütlerinde bulunma gibi kredi ödünçlerine kadar yayılır. Ayrıca anlaşma sağlanan kredinin (cesteler halinde) kullanılması büyük ölçüde lehdarın iradesine bağlı olduğu halde, karzda ödünç verenin bir defada ifa ve tevdi etme yükümlülüğü vardır. Karzda tecdit geçerli değildir. Bu itibarla, borcun ifası sözleşmeyi sona erdirir ve her karz işlemi yeni bir sözleşmeyi gerektirir. Kredi sözleşmesinin ise, devamlılık ve bütünlük arzeden bir akit olduğuna, bu akit içinde tecdidin de bulunduğuna yukarıda işaret edilmişti. Sonuç olarak denilebilir ki, kredi açma sözleşmesi, kanunlarımızda düzenlenmiş olan akitler içinde en çok karza ve cari hesaba yakındır. Bu nedenle, özel hükümler bulunmayan hallerde, olayın niteliklerine aykırı düşmedikçe, karz ve cari hesap sözleşmelerine ait esasların, örnekseme yoluyla kredi akitlerine de uygulanması mümkün bulunmaktadır. (11) 4-Kredi Açma Sözleşmesinde Şekil: Akitlerde şekil serbestisi esastır. (BK.m.11) Yani kanunda açıkça şekil şartı belirtilmeyen hallerde, sözleşmenin şekli taraflar arasında serbestçe tayin edilir. Kanunun öngördüğü şekil, geçerlilik (sıhhat) şartı olup, bu şarta uyulmaması halinde sözleşme geçersiz sayılır. Şekil serbestisine tabi sözleşmelerin yazılı şekilde yapılması ise, ispat yönünden önem taşımaktadır. Esasen, belirli bir meblağı aşan bütün akitlerin ispat yönünden yazılı şekilde yapılması esastır. (HUMK.m.288) İspat edilemeyen bir hakkın varlığından da söz edilemeyeceği düşünülürse, borç doğuran bütün hukuki işlemlerin yazılı şekilde yapılması gerektiği sonucuna ulaşılır. Bu genel esasların ışığında kredi açma sözleşmesinin şekline bakılırsa: Kanunlarımızda özel bir akit türü olarak kredi açma sözleşmesine yer verilmemiş olmasının tabii bir sonucu, bu sözleşmenin şekil serbesti ilkesine tabi olmasıdır. Ancak, bankaların kredi işlemlerinin ticari bir iş olması (TTK.m.3,12) ve ticari işlerde ispat yönünden delil serbestisi prensibinin kaldırılmış bulunması (TTK.m.4) yani belli bir meblağı aşan hukuki tasarrufların yazılı belge ile ispat edilmesi (HUMK.m.288) zorunluluğu karşısında, kredi ilişkilerinin de yazılı belgeye istinad ettirilmesi gerekmektedir. (12) O halde, akdin ancak yazılı şekilde ispat edilebilmesi gereği karşısında, kanuni sınırı (HUMK.m.288) aşan kredi açma sözleşmelerinin yazılı şekilde yapılması esastır. (13) Hatta, kredi sözleşmesinin konusu tamamen gayrinakdi ise ve ve miktarı da HUMK'da öngörülen sınırın altında bulunsa bile, ispat külfeti yönünden yine de akdin yazılı şekilde yapılması mecburiyeti vardır. (BK.m.484) Çünkü teminat mektuplarının garanti sözleşmesi kapsamına alınması (14), teminat mektubunu nakde tahvil eden bankanın kanundan ötürü lehdara başvurma hakkını da kaldırmıştır. Bu durum karşısında, ihtiva ettiği meblağa bakılmaksızın gayrinakdi kredi sözleşmelerinin yazılı şekilde yapılmasının rücu yönünden önem taşıdığı açıktır. Banka tatbikatında kredi sözleşmesinin yazılı şekilde yapılması, ispat yönünden önem arzetmektedir. Belirtmek gerekir ki, uygulamada hesap vaziyeti istisnası içinde kalan krediler için de taahhütname alıması şartı, konuya ispat keyfiyeti yönünden bakıldığında izaha gerek göstermeyecek şekilde açıklık kazanmaktadır. Kredi sözleşmelerinin noter tasdikinden geçiirlmeleri hususunda kanuni mecburiyet yoktur. Ancak, bankacılık tatbikatında, kredi sözleşmelerinin noter tasdikinden geçirilmesi tavsiye edilen bir davranıştır. Çünkü, sözleşmenin noter tasdikinden geçirilmesi, kredi lehdarının noter huzurunda attığı imzayı sonradan inkar etme imkanını ortadan kaldırır. Kredi sözleşmesinin, matbu formüller dışında, icap ve kabul yoluyla yapılması da mümkündür. Zira, yazılı mektup, âdi yazılı sözleşme yerine geçer. (BK.m.13) Şu kadar ki, âdi yazılı şekilde, sözleşmeyi borç yüklenen tarafın imzalaması yeterlidir. Sözleşme senedinin, senette imzası bulunmayan tarafın elinde bulunması, akdin tamam olduğunu gösterir. Tatbikatta yaygın bir şekilde kullanılan <tip> kredi taahhütnamelerinde, kredi açma sözleşmesinin yukarıda belirtilen şekil esasları yönünden bakıldığında: Eksik iki taraflı ve âdi yazılı bir sözleşme olduğu anlaşılmaktadır. (15) Tanzim yeri ve tarihinin gösterilmemiş olması, sözkonusu kredi taahhütnamesinin geçerliliğini etkilemez, ancak noksansız olmasında yarar vardır. Temliki ve terhini ciroya dayanan kredi işlemlerinde, kambiyo ilişkisine rağmen kredi lehdarından taahhütname alınması (15), müşterinin kredi ilişkisi sebebiyle bankaya karşı yükümlülüklerini ayrıntılı bir şekilde hüküm altına almayı amaçlar. Yani senet mutlak def'ilerden arınmazsa, banka talep hakkını taahhütnameye dayanarak kullanmak suretiyle, haklarını güvence altına alır. Kısaca, kanunun şekle tabi tutmadığı sözleşmeler içinde mütalaa olunan kredi taahhütnamesinin yazılı şekilde yapılması, banka müşteri arasındaki kredi ilişkisinin geçerliliği yönünden değil, ihtilaf halinde bankanın ispat hakkı yönünden önem taşımaktadır. (16) Bu önem, her türlü imza tasdikli yazılı şekil için de aynıdır. Kredi taahhütnamesinin, kredi lehtarı ve kefili adına temsil yoluyla (vekaleten) imzalanması, vekilin geçerli bir vekalet yetkisinin mevcut olması kaydıyla, hukuken mümkündür. (17) Geçerli bir temsil yetkisinin tesbiti, kredi lehtarının ve kefilinin hukuki statüsünün usulüne uygun olarak incelenmesiyle ancak anlaşılabilir. Kredi taahhütnamesinin, lehdar ve kefil tarafından bizzat imzalanması esastır ve bu husus bankacılık uygulamasının klasik prensiplerindendir. Bu prensibe uyulmuş olması, taahhütnamede imzası bulunanların, kendileriyle hukuki muamele yapılmamış olduğu şeklindeki muhtemel itirazlarını başlangıçta bertaraf eder. Kredi taahhütnamesinin lehdar veya kefil adına vekaleten imzalanması gerektiğinde, vekaletin, karşılıklı güven esasına dayanan özelliği dikkate alınarak, vekilin kredi taahhütnamesini bizzat imzalaması gereğine dikkat edilmesi lazımdır. (BK. m. 390) Alt vekalet durumu (ikame vekil veya vekile vekil gibi) sözkonusu ise, asıl müvekkilin vekile açıkça tevkil yetkisi verip vermediğinin araştırılması gerekir. (BK. m. 389,390,391) Aksi halde geçerli bir hukuki muamelenin tesisi sözkonusu olmayacak ve ikame vekilin imzası, vekaletsiz iş görme mahiyeti arzedecektir. Böyle bir durumda, kredi lehtarının bankaca sorumluluğu cihetine gidilebilmesi, vekaletsiz iş görmeden sağladığı ilave menfaatin bankaca ispat edilmesine bağlıdır. (18) İlave etmek gerekir ki, vekaletnamede açıklık olmayan hallerde, müvekkilin temsil hususundaki iradesini hakim önünde açığa vurması, vekaletnamede mevcut her çeşit aksaklığı gidermiş olur. (19) Vekilin yetkileri, umumi mahiyette ve mutad olan işleri yapmakla sınırlıdır. Bu itibarla, umumi vekaletnameye sahip bulunan vekil, özel yetki verilmedikçe bazı işleri yapamayacak, yapmış olsa bile işlem geçersiz sayılacaktır. (BK.m.388) Bu yasal sınırlama karşısında, müvekkil lehine yapılan boçlandırıcı ve kazandırıcı işlemler dolayısıyla, onun mallarını rehnetme yetkisine sahip bulunan vekilin, üçüncü şahısların borçları için aynı şekilde hareket etme yetkisi bulunmamakta ve bu durum özel yetkiye ihtiyaç göstermektedir. (20) Her ne kadar, umumi vekaletnameye haiz vekilin, müvekkili adına kefalet altına girebileceğine dair kararlar mevcut ise de (21), kredi taahhütnamesinde tesis edilen kefaletle irade bozukluklarına sebebiyet vermemek ve sonradan müvekkilin bağlamazlık itirazı ile kaşılaşmamak yönünden, özel yetkinin aranması temkinli bir davranış olur. Kambiyo senetleri (22) ve bu senetlere benzeyen senetler (TTK.m.736,743) yoluyla kambiyo ilişkisine girilmesini gerektiren hallerde, vekaletnamede özel yetkinin bulunması şarttır. (BK.m.388/3) Kanunun öngördüğü özel yetkinin amacını; özel yetkiyi gerektiren işlemlerin takip hukuku, def'ilerin sınırlanması ve sorumluluk yönlerinden daha sert hükümlere tabi tutulmuş olmasında aramak gerekir. Ticari temsilci (BK.m.449,452), şahıs şirketlerinin şahsen sorumlu ortakları (TTK.m.176,257) ile anonim şirketlerin yönetim kurulu üyeleri (TTK.m.321) genel temsil yetkisine sahip kimselerdir. Kredi taahhütnamelerinde tesis edilen kefaletin amacı, asıl borçlu yanında, ikinci bir borçlunun borcu yüklenmesi şeklinde kendini gösterir. Kısaca, kefaletin hukuki illeti, bankaya teminat sağlamaktır. Kefalete ilişkin hükümlerin, umumi taaahhütname metni arasında yer alması, kefaletin bağımsızlığını ve fer'iliğini bozmaz. Yeter ki, kanunun kefalet sözleşmesi için öngördüğü şekil şartları noksansız olsun: Kredi taahhütnamesinde, kefilin sorumlu olduğu meblağın gösterilmemesi halinde, kefalet geçerli sayılmaz. (23) Ayrıca kredi taahhütnamelerindeki ifadelerin şekli de, kefaletin geçersizliği sonucunu doğurabilir. (24) Örneğin kredi taahhütnamesinde bir tek kefilin imzası mevcut ve sözleşme senedinde de kefaletten çoğul ibareler kullanılmak suretiyle bahsedilmişse, ihtilaf halinde banka birden çok kefilin varlığı anlamına gelen ibarelerin yer aldığı matbu sözleşmenin tesadüfen kullanıldığını ispat yükü ile karşı karşıya kalacak ve bu hususu ispatlayamaması halinde (18) kefil sorumluluktan kurtulabilecektir. Kredi sözleşmelerinin şekil yönüyle ilgili olarak işaret edilmesinde yarar görülen bir diğer husus da, bu sözleşmelerde yaygın bir şekilde yer alan <müşterek borçlu> ifadeleridir. Ticari borçlarda teselsül cari olduğundan (TTK.m.7, İİK.m.38), kredi taahhütnamelerinde, sözkonusu ibarelerin yer almasına gerek yoktur. (25) Zira, kefaletin hukuki sebebi, alacaklıya teminat sağlamaktır. Halbuki müşterek borçlulukta hukuki illet, asıl (ilk) borcun aynısıdır. Bu bakımdan fer'i borç özelliği hakim olan kefalet sözleşmelerinde, aslilik ve devamlılık niteliği taşıyan <müşterek borçlu> ifadesine yer verilmesi, her iki borcun geçerlilik şartları ile tabi oldukları hükümler yönünden pratik öneme haiz farklılıklarla bağdaşmamaktadır. (26) Umumi mahiyetteki kredi taahhütnamelerinde, esas borç ve kefaletle (BK.m.484) ilgili olarak yapılan değişikliklerin yazılı olarak yapılması gerekir. Kredi sözleşmesi şekle bağlı sözleşmelerden olmamakla birlikte, taraflar arasında yazılı şekilde yapılan sözleşmelerde sonradan yapılacak değişikliklerin de yazılı şekilde yapılması gerekir. (27) Bu itibarla, tip kredi mukavelelerinde yer alan, faiz oranlarının yükselmesi halinde sözleşmede belirtilen faizin kendiliğinden değişebileceğine ilişkin hükümlerin geçerliliği tartışmalıdır. (BK.m.12) O halde, faiz oranlarının yükselmesi halinde bankanın bunu uygulayabilmesi, yazılı ihbar şartıyla re'sen yetkili olduğu, yolundaki ilave hükümlerin de kredi mukavelesinde bulunmasıyla ancak mümkündür. (27/a) Buna göre, faizle ilgili olarak tip taahhütnamelerde çoğunlukla görülen <....bu hallerde ayrıca ihbar şart değildir> hükmü kanunun buyurucu kuralı karşısında değer ifade etmemektedir. Kısaca faiz oranlarının artması halinde, bu yeni nisbetlerin devam eden kredi hesaplarına uygulanabilirliği, mukaveleye atfen yazılı olarak lehtar ve kefiline bildirilmesi şartıyla geçerlidir. Şu kadar ki, yeni faiz oranları üzerinden müşteriye sadece dekont göndermek, faiz şartını gerçekleştirecek bir akit veya ihbarname olarak kabul edilemez. (27/b) Tatbikatta sık sık karşılaşılan bir husus da, kefilin kefaletinden rücu isteğidir. Kefilin, kefaletinden tek taraflı olarak rücu etmesi şeklinde bir imkan mevcut değildir. Böyle bir rücu talebi esas itibariyle anlam ifade etmez ve ihbar sayılmaz. Ancak bazı şartların varlığı halinde, kanun kefili korumakta ve borçtan kurtarmaktadır. (BK.m.494) Şöyle ki, kefalet vadesiz ise, kefil kefaleti tarihinden itibaren bir yıl sonra alacaklı bankaya başvurarak borcu muaccel kılmasını ve takibata geçmesini isteyebilir. Bu ihbara rağmen, azami bir ay içinde borcu muaccel kılıp, hakkını talep etmeyen banka, kefile karşı müracaat hakkını kaybeder. (28) Keza, kefil dilerse, borcun muacceliyeti tarihinden itibaren bankaya müracaat ederek sözü edilen şekilde hakkını takip etmesini isteyebilir. Vadeli kefalette ise, sözkonusu hak düşürücü süre, ihbara bağlı olmaksızın vadeden itibaren işler. (BK.m.493) Kefilin rücu hakkı şekle tabi değildir. Ancak yazılı olarak yapılması gerekir. (29) Ayrıca, kefilin rücu ihbarında, alacaklı bankanın takibata geçmesinin açıkça yer alması da şart değildir. Eğer ihbarname metninden, kanunun aradığı hükümlere göre (BK.m.494) takibata geçilmesinin istendiği anlaşılmaktaysa, bankanın, belirtilen bir aylık süre içinde kredi hesabını katederek takibata geçmeyi ve bu şekilde kefile karşı haklarını muhafaza etmeyi veya lehdarın durumunu emniyet verici görüyorsa kredi ilişkisine devam etmeyi tercih etmesi sözkonusudur. İkinci yolun tercihi halinde öngörülen sürelerin geçmesi ile rücü talebinde bulunan kefilin kefaletten kurtulacağı açıktır. (30) Diğer bir durum da, geçerli şekilde yapılmış kefalet sözleşmesinin kaybolması yada imhası halidir. Bu durumda kefalet sözleşmesi geçerliliğini koruyacağından, sözleşmenin varlığının ispatı için, kefilin ikrarı veya teklif edilen yemini yerine getirmekten kaçınması halinde tanık beyanı geçerlidir. (30/a) 5-Kredi Açma Sözleşmesinde Lehdar ve Kefilin Fiil Ehliyeti: Kredi kullandırmayı kabul eden bankanın, sözleşme tanziminden önce kredi lehdarı ve kefilin fiil ehliyetlerini hukuki yönden incelemesi lazımdır. Zira, kredi borcunu taahhüt edenlerin geçerli fiil ehliyetlerinin bulunmaması, sözleşmenin geçersizliği sonucunu doğurabilecek mahiyettedir. Çünkü, lehdar ve kefilin sözleşme ile birlikte doğan ve krediyi vadede ödemek gibi gelecekle ilgili yükümlülüklere girebilme liyakatini araştırmayan bankacı, basiretli bir tacirin gösterecegi özenle hareket etmemiş demektir. Bankacılığın imtiyaz suretiyle yapılan bir iş olduğu (BK.m.99) da dikkate alındığında, bankanın gösterdiği dikkatsizlikten doğan riske katlanması gerekeceği anlaşılmaktadır. (31) Ancak bankanın yanılmasında kredi lehdarı ve kefilin davranışları etkili olmuş ve bu davranışlar normal bir inceleme ile anlaşılabilecek durumda değilse (32), kısaca kredi sözleşmesinde imzası bulunanların hilesi sözkonusu ise, banka zararlarını kusurlu sorumluluk esaslarına göre (BK.m.41) talep etme hakkına sahip olacaktır. (18) Zira, böyle bir durumda, objektif iyiniyet kurallarına uymayan bir hareket mevcuttur. Ve haksız beyan sonucu, banka muhtemelen de olsa zarara uğratılmıştır. (33) Ticaret kanununun (m. 56. 57) haksız rekabet olarak gördüğü yanıltıcı davranışın konusu aynı zamanda suç teşkil ediyorsa (TTK. m. 64), faili, şikayete bağlı olarak cezalandırılır. (TCK. m. 81,108) Failin tüzel kişi olması, belirtilen şekilde dava edilmesine mani değildir. (TTK. m. 65) Bu genel açıklamaların ışığında, konunun önemine binaen, sözleşme ehliyeti konusuna biraz daha yakından bakmak yararlı olacaktır: Mümeyyiz ve reşid olan herkes medeni fiil ehliyetine sahiptir. (MK.m.10,13) Yani herhangi bir kısıtlılıkla malül olmayan mümeyyiz reşid, kimliğini ispat etmek kaydıyla banka ile her türlü hukuki ilişkiye girişebilir. Genel kural bu olmakla beraber, bazı hallerin varlığı halinde, kanun, şahısların medeni haklarını kullanma hakkına sınırlamalar getirmiştir. Kanunun düzenlediği sınırlamalardan biri kapsamına giren şahısların fiil ehliyeti, yine kanunda görülen bazı şartların varlığına bağlanmıştır ki, bu kişilerle işlem yapacak olan banka, yaptığı işlemin sonuç doğurması yönünden sözkonusu şartların varlığına dikkat etmek zorundadır. Bu cümleden olarak, Ticaretle uğraşan evli kadının bankalarla işlem yapmasına mani bir hüküm yoktur. (34) Keza kocanın, kadın lehine teminatları da sınırlamaya tabi değildir. Ancak, koca veya kocanın şahsen sorumlu ortak olduğu şahıs şirketleri lehine yapılan işleme, örneğin açılan krediye, kadının kefaletinin tesis edilebilmesi veya mallarının rehnedilebilmesi gibi yapılacak her türlü borçlandırıcı işlem için hakimin tasdiki gerekir. (35) Kısaca, kadının koca lehine yapacağı her türlü borçlandırıcı işlem hakim tasdikinden geçmediği sürece hükümsüzdür. (36) Unutulmaması gereken husus, sözkonusu tasdik keyfiyetinin karı-koca isteği üzerine yapılabileceği, bankanın doğrudan mahkemeden tasdik talebinde bulunamayacağıdır. (37) Reşid olmamış veya sonradan hacir altına alınan çocuk, ana ve babanın velayetindedir. (MK.m.262) Çocuk ile velinin menfaatinin çatışmadığı, velayet hakkı kötüye kullanılmadığı ve idare hakkı çocuğun yararına olduğu sürece, velinin çocuk malları üzerindeki tasarrufları, hakim tasdikine tabi değildir. Ancak, çocuk mallarının velinin menfaatine kullanılması halinde, örneğin çocuğa ait malların teminat gösterilmesi suretiyle velinin bankadan kredi sağlaması durumunda, işlemin geçerli olabilmesi mahkemenin tasdikine bağlıdır. Aksi halde teminat geçerlilik kazanamaz. (38) Diğer taraftan, rüşd yaşını ikmal etmemiş mümeyyiz çocuğun girişeceği ivazlı işlemler (kredide durum böyledir), kanuni mümessillerinin rızası ile ancak hüküm ifade edeceğinden (MK.m.15,16), mümeyyiz çocuk adına kredi açılması veya krediyi kullanmasına müsaade edilmesi ya da kambiyo ilişkisine girme yetkisinin verilmesinin gerektiği hallerde, kanuni mümessillerinin muvafakatının veya vesayet mahkemesinin çocuğa kambiyo ilişkisine girme yetkisi tanıyan kararının bankaca aranması şarttır. Mümeyyiz olmayanların yaptığı hukuki işlemler batıldır. (39) Kural olarak rüşde ermemiş kimselerle, vesayete tabi kimselerin, fiil ehliyeti kanuni mümessillerinin muvafakatine tabi ise de, vasinin de mutlak olarak yapamayacağı hukuki işlemler vardır ve kambiyo taahhüdü de bu işlemler arasındadır. (MK.m.405) Bu duruma göre, vesayete tabi kişilerle (40),vasi vasıtasıyla kredi ilişkisine girecek olan banka, Sulh Mahkemesi'nin iznini (MK.m.405) ve gerekiyorsa Asliye Hukuk Mahkemesi'nin tasdikini (MK.m.406) de aramak zorundadır. Aksi halde yapılan işlemin hükümsüzlüğü sebebiyle, rizikoya banka katlanır. Tatbikatta karşılaşılan bir husus da, kredi lehdarının sonradan hacir altına alınmasıdır. Fiil ehliyetinin sonradan kısıtlanmış olması, kredi lehdarının borçtan kurtulmuş sayılmasını gerektirmeyeceğinden, böyle bir durumun borç düşürücü bir sebep olarak görülmesi gerekmez. (41) Diğer taraftan, iflâs halinde, lehdar tasarruf ehliyetinin kaybedeceğinden (İİK. m. 184, 191), müflisin banka hesaplarındaki (kredi dahil) tasarruf yetkisi iflâs idaresine intikal eder. (İİK. m. 222, 223) Konkordato da ise durum biraz farklıdır : Konkordato ilânından sonra, borçlu sadece gayri menkullerini satma, rehnetme, bağışlama tasarrufları ile kefil olma ehliyetini kaybeder. (İİK. m. 290) Diğer tasarruf yetkileri, konkordato komiserinin nezaretinde hukuken devam eder. (İİK. m. 287) Tüzel kişilerin fiil ehliyetine gelince : Bu kuruluşların kazandırıcı ve borçlandırıcı fiil ehliyetleri, ana sözleşmelerinde yazılı konularla sınırlıdır. (42) Amaç tüzel kişinin ve ilişkide bulunduğu kişi ve kuruluşların menfaatlerini korumaktır. Belirtilen prensiplere uymayan işlemlerin tüzel kişiliğe izafesi mümkün değildir, kuruluşu bağlamaz ve hukuken geçersiz sayılır. (42) Bu duruma göre : Sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa adi ortaklıkta ve şahıs şirketlerinde, ortaklardan herbirinin ortaklığı temsile yetkili olduğu kabul edilir. (BK. m. 32/1, 533, TTK. m. 160, 257, 476, vb.) Sermaye şirketleri ile kooperatif kuruluşlarda ise, ortaklığı temsile yönetim kurulu yetkilidir. (TTK. m. 317) Genel kurallar bunlar olmakla beraber, banka uygulamasında önem arzeden hususlara işaret etmek gerekir : Adi ortaklıkların tüzel kişiliği bulunmadığından, bu ortaklıklarla girişilen kredi ilişkilerinde, sözleşmeye ortakların tamamının imzasının alınması veya kredi sözleşmesini imza eden ortağın, diğer ortakların vekaletnamesini almış olması gerekir. Ancak, noterden tasdikli adi ortaklık anlaşmasında, temsil yetkisi ayrıca düzenlenmişse, yetkili adi ortağın kredi sözleşmesini tek başına imzalaması yeterlidir. Şahıs şirketleri ile aktedilecek kredi sözleşmelerine, ortaklığı doğrudan temsile yetkili şahısların sözleşmeye imzalarının alınması gerekir. (20) Sermaye şirketleri ile kooperatif kuruluşlar için de aynı durum sözkonusudur. Tüzel kişilerle girişilecek kredi ilişkilerinde, bu kuruluşları temsile yetkili şahısların tesbiti için, kuruluşun ana sözleşmesi ile ticaret sicili kayıtlarının ve hatta sirküler şeklinde piyasaya ulaştırılan yetki belgelerinin birlikte incelenmesi lazımdır. Zira, esas olan tescil ve ilan edilmiş bulunan temsil selahiyetidir. Hatırlatmakta yarar var ki, tüzel kişilerin temsiline ilişkin umumi prensiplere, ticari temsilci müessesesiyle her zaman istisna getirilmesi mümkündür. Banka-müşteri ilişkilerinde bu istisnanın dikkate alınması, kredi hesaplarında mutad tasarruf yönünden olup, kredi sözleşmesinin lehdar firmanın uzuvları (organları) tarafından bizzat imza edilmesi şüphesiz en iyi tercihtir. Kredi sözleşmesi yönünden kefalet ehliyetine de kısaca değinmek gerekir. Kefalet fer'i bir borçtur. Bunun anlamı kanunda düzenlenmiştir. (BK.m.490, 492, 496) Şu kadar ki, anlaşmazlık halinde, alacaklı banka sadece kefaletin değil, asıl borcun da varlığını ispatlamak zorundadır. (18) Ancak, fer'ilik prensibinin bazı istisnaları da vardır: Konkordatoya muvafakat etmeyen banka, konkordato tasdik edilse bile alacağın tamamını kefilden talep edebilir. (İİK.m.295) İflasın açılması ile, asıl borçlu aleyhine faiz işlemediği halde (İİK.m.196), kefilin faizden dolayı sorumluluğu devam eder. Keza lehdarın ölümü halinde, kefil kredi borcunun tamamından sorumlu olmaya devam eder. (MK.m.569/son cümle) O halde, kefalette mevcut yasal noksanlık veya irade bozuklukları kredi sözleşmesini nasıl etkiler? Bir kimsenin kendi borcu için kendisine kefil olması kural olarak değer ifade etmez; çünkü böyle bir durumda kefaletin teminat sağlama gayesi gerçekleşmez. Örneğin, adi ortaklıkların (BK.m.534) ve şahıs şirketlerinde şahsen sorumlu ortakların (TTK.m.179, 243), şirket lehine kefaletlerinde durum böyledir. Ayrıca, ister gerçek kişi, isterse tüzel kişi olsun (TTK.m.137)(42) kefilin tam bir hukuki muamele ehliyeti yoksa, tesis edilen kefalet geçersiz sayılacaktır. (43) Bu durumda, banka kefil aleyhine ancak haksız iktisap davası ikame edebilecektir. (43) Diğer taraftan, kefalette irade bozuklukları esaslı yanılma teşkil eder (BKm.24) ve hukuki illeti bankaya teminat sağlamak olan kefaletin geçersizliği sonucunu doğurabilir. Şu kadar ki, kefalette irade bozukluğu, bankanın normal bir dikkati ile anlaşılabilecek durumda ise kefil bağlamazlık itirazında bulunabilecektir. (43) Ancak, kefalette irade bozukluğuna lehdar veya kefil yol açmış ve bundan doğacak geçersizliği sonradan ileri sürmek suretiyle bankayı geçersiz kefalet karşılığında kredi açmaya sevketmişse (18) durum, hakkın kötüye kullanıması mahiyeti taşıyacağından, banka kusurlu sorumluluk (BK.m.41) esasına göre müşteriyi dava edebilecektir. (33) Ehliyetle ilgili olarak yabancıların durumunu da ilave etmek gerekir. Bu durumda olanların ilgili mercilerden gerekli müsaadeyi almış olmaları kaydıyla, buraya kadar anlatılan ehliyet şartlarına tabi olmaları esastır. 6-Sözleşme Yönünden Kredi Hakkının Devir ve Haczi:
Lehdarın, kredi sözleşmesinden doğan talep hakkı devir, haciz veya rehin
edilemez. (44) Zira, kredi sözleşmesi, lehdarın liyakatine
bağlı olarak tesis edildiğinden, mahiyet itibariyle süje değişikliğine
müsait değildir. Kredinin lehdar adına bir başkası tarafından kullanılması,
sözleşmenin devri anlamına gelmez, bu durumda vekalet ilişikisi sözkonusu
olur. Kredi sözleşmesinin şahsilik özelliği, kredi talep hakkının haciz
ve rehnine imkan tanımamaktadır. Bu husus uygulamada özellikle teminat
mektuplarının haczedilmesi talebi yönünden önem taşımaktadır. Teminat mektubu
veren banka, mektup konusu işin ifa edilmemesi halinde, zararı ödemeyi
tekeffül eder, iş ifa edimemiş ise, banka taahhüt ettiği zararı tazmin
edecektir. Bu itibarla, konusu ifa edilmiş olan teminat mektubunun haczi
hiç bir şekilde mümkün değildir. (45) Kaldı ki kıymetli
evraktan sayılmayan teminat mektuplarının haczedilemeyeceği Yargıtay'ın
başka bir kararında açıkça belirtilmiştir. (46)
Kredi işlemlerinin temelini teşkil eden mukavele, kredi borcunun ödenmemesi halinde, örneğin iskonto edilen (BK.m.169/2) veya teminata alınan senetlerin vadede borçlu tarafından ödenmemesi durumda, bankaya sözleşmeye dayanarak dava ve talep hakkı sağlar. (50) Bunun anlamı, banka alacağının kambiyo ilişkisine göre tahsili mümkün bulunmayan hallerde, banka-müşteri arasındaki temel borç (kredi) ilişkisine dayanılarak banka alacaklarının tahsilinin talep edilebilmesidir. (51) Hatta, ademi tediyeden lehdara iade edilen senetlere ait giderler ile bu senetlere tekabül eden kredi tutarlarının, mukaveleye dayanılarak kredi müşterisinin tevidat hesabına veya bankadan olan sair alacaklarına mahsubu da mümkündür. (52) Kısaca, kredi sözleşmesinin imza edilmiş olması, lehdara krediyi vadede iade etme ve bankayı garanti borcundan kurtarma borcunu yükler. Kredi sözleşmesinde yer almamış olsa bile, kredi borcunu vadeden önce ödeyen lehdar, peşin ödemiş olduğu kredi giderlerinden indirim veya iade yapılmasını isteyemez. (BK.m.80/2) Borçlunun, alacaklıyı kısmi tediyeye zorlayamaması esastır. (BK.m.68) Ancak, banka tekniği yönünden, kredinin parçalar halinde ödenmesinde olduğu gibi, bu yoldan tahsilinde de sakınca bulunmaması, kredi sözleşmesi açısından kısmi iadeye imkan tanımaktadır. Ancak, iskonto ve iştira kredilerinden peşin tahsil edilen iki günlük gecikme faizinin, kredinin vadede ödenmesi halinde iade edilmemesi banka yönünden haksız iktisap teşkil eder. (53) Kredi lehdarının borcu, bir miktar paranın ödenmesine taalluk eder ki, bu durumda ifa yeri bankanın bulunduğu yerdir. (BK.m.73/1) Lehdar, borcunu, sorumluluk ve masrafları yüklenmek kaydıyla havale yoluyla da ödeyebilir. (BK.m.102/1) Kredi borcu yabancı para birimi üzerinden ise, sözleşme hükümleri esastır, aksi halde ödeme, bankanın bulunduğu yerdeki cari kur üzerinden ve milli para ile yapılır. (BK.m.83/2) Kredi sözleşmesi ile, lehdarın krediyi meşrut alanlarda kullanması öngörülmüşse, bu durumda sözleşme infisahi şarta bağlanmış olur. (BK.m.152) Yani, açılan kredinin, belirlenen alanlarda kullanılmadığının bankaca tespit edilmesi halinde, infisahi şart gerçekleşmiş olur ve banka akdin feshi ile, kredinin iadesini talep edebilir. Kredi sözleşmesinde hüküm bulunmasa bile, lehdarın faiz ödeme yükümlülüğü vardır ve bu yükümlülük asıl borca bağlıdır. (BK.m.131) Yani, borçlunun iflası dışında hiçbir sebep faiz ödeme borcunu kısmen veya tamamen kaldırmaz. (54) İflas hali, lehdarın faiz borcunu keser. (İİK.m.143,196) Ancak, borçlunun temerrüdü ile akdi faizin yerini gecikme faizi alır (BK.m.103) (54/a) ve gecikme faizine ayrıca faiz yürütülmez. (BK.m.104/3) Şu kadar ki, lehdarın iflası, fer'i bir borç yüklenen kefilin faiz ödeme borcunu kesmez. Kredi işlemine bağlı olarak bankaca yapılan bazı masraflar (ÖPVİK.m.15) ile yerine getirilmesi gereken bazı yükümlülüklere dair giderlerin (teminat mektupları, damga vergisi gibi) sözleşme ile müşteriye yansıtılması mümkündür. Nitekim tatbikat da bu yöndedir. Kredi lehdarı, sözleşme ile öngörülen teminat verme yükümlülüğüne uymazsa, banka sözleşmeye uymayan müşterinin kredi sözleşmesini geçmişi de kapsayacak şekilde feshetme hakkına sahiptir. (BK.m.61,81,106) Hatta banka, sözleşmeye dayanarak lehdarın rehin vermesini ve bu hususta ihtiyati tedbir alınmasını mahkemeden isteyebilir. Bu hakkın varlığı, bankanın, lehdar hakkındaki liyakat araştırmasını kaldırmaz, aksine kredinin temellerini genişletmeye yönelik imkanlar aramaya mecbur eder. Kısaca, banka müşteriden sözleşmeye dayanarak her zaman ilave teminat isteyebilir. Ancak bu hakkın, kredi lehdarının ticari hareket serbestisini kısıtlayacak (BK.m.21) şekilde zorlayıcı bir sonuca götürülmemesi gerekir. (55)
Kefaletle desteklenen cari hesap şeklindeki kredilerde, hesap katedilip,
borçluya yeni bir hesap açılmadığı sürece, kredi mukavelesinin bütünlüğü
ve tesis edilen kefalet zedelenmez ve kefalet, kredi limiti ile sınırlı
olarak geçerliliğini korur. Ancak, hesabın, belirtilenin tersi şekilde
katedilmesiyle kefalet de son bulur. (56)
Daha önce de işaret edildiği üzere, kredinin banka tekniği gereği cari hesap şeklinde çalıştırılması, bu işlemin, kanunda öngörülen anlamda (TTK.m.87) bir cari hesap olduğu manasına gelmez. Şu kadar ki, kanunun düzenlediği cari hesap sözleşmesi, taraflar arasında temelde bir borç-alacak ilişkisine dayanır; cari hesap şeklinde çalıştırılan ikrazatta ise, banka ile müşteri arasında temelde kredi ilişkisi sözkonusudur. Kısaca, banka ile müşteri arasında sözleşmeye dayalı bir işlem mevcuttur.
O halde, bankanın alacak davasının kredi mukavelesine dayandırılması durumunda,
cari hesaba ilişkin beş yıllık zamanaşımı süresi (TTK.m.99) değil, sözleşmeye
dayalı davalara ilişkin on yıllık zamanaşımı süresi (BK.m.125) geçerli
olacaktır. (57) Keza, fer'i bir alacak olan (BK.m.131)
faiz ve komisyon alacakları da aynı zamanaşımı süresine tabi olur. (57/a)
Zamanaşımının başlangıç tarihi, bankaca borçluya tanınan mehil süresinin
bittiği günden başlar. Mal rehni ile temin edilmiş alacaklar, genel esaslar
çerçevesinde zamanaşımına uğramazlar. (MK.m.779, 858/2)
Vadeli işlemlerde, öngörülen sürenin dolmasıyla sözleşme kendiliğinden sona erer. Ayrıca, kredinin mahiyeti de sözleşmenin sona ermiş sayılmasına müsait olabilir. Örneğin, dış ticaretin rotatif olmayan finansmanında durum böyledir. Cari hesap şeklindeki (dış ticaretin rotatif finansmanı dahil) kredilerde limiti tamamen kullanılmış olsa bile sözleşme sona ermez. Borcu sona erdiren genel sebepler (imkansızlık gibi), lehdarın kusuru yoksa kredi borcunu kaldırır. (BK.m.117/1) Kredi lehdarının acze düşmesi, bankaya kredi sözleşmesinin feshi imkanını tanır. (BK.m.82, 310) Aksi halde banka, sonu görünmeyen spekülasyonlara girmiş olur.
Diğer taraftan kredi lehdarının, krediye liyakati konusunda hata yapılmışsa,
banka kredi ilişkisini devam ettirmeyebilir. (BK.m.310/2) Bu duruma, lehdarın
teminat göstermesi sonucu etkilemez. Zira, lehdarın şahsında yapılan yanılma
<ticari dürüstlüğe> taalluk eder ve "esaslı hata" niteliği taşır. (BK.m.24)
Kefilin şahsında yapılan yanılmada da durum böyledir. Netice itibariyle,
kredi anlaşmasına ve pozitif hukuk kurallarına ters düşmemek kaydıyla,
her zaman kredi ilişkisine son verme hakkına sahip olan banka, bu hakkı
iyiniyet kuralları çerçevesinde kullanabilir.
Akit serbestisi ilkesi, borçlunun sorumluluğunun serbestçe tayin edilmesini de kapsar. Ancak, taraflardan birinin mesuliyetini tamamen ortadan kaldıran sözleşme hükümlerinin geçerliliğini kabul etmek her zaman mümkün değildir. (BK.m.99) Uygulamada bankalar tip taahütnameler yoluyla, kendilerinin hiçbir şekilde sorumluluk altına girmeyeceklerine dair hükümleri kredi müşterisine kabul ve imza ettirdikleri bir gerçektir. Bankacılığın imtiyaz suretiyle yapılan bir iş olduğu (BK.m.99/2) dikkate alındığında, taahhütname hükümlerine rağmen banka, kusurlu davranışından sorumlu olacaktır. (58/a) Zira, kredi taahütnamesinin imzalanmasıyla banka, müşterisine kredi açmayı veya kendi kredisini onun yararına kullanmayı taahhüt eder. Böyle bir hukuki işlemin bankaya da sorumluluklar doğurması tabiidir. Bu nedenle, bankanın sorumluluk altına girmeyeceğine ilişkin taahhütname hükümleri, yasanın emredici hükümleri karşısında, beklendiği kadar değer ifade etmemektedir. Şu kadar ki, birer itimat müessesesi olan bankaların her türlü personelinin, basiret ve özenle hareket etmemesi gerekir. (58/b) Esasen banka işlemlerinin çift imza ile tekemmül ettirilmesi de, o işe verilen önemin ve sorumluluk yaratmaya müsait olduğunun bir göstergesidir. Bu itibarla, nornal şartlarda gerekli olanı yapmayan ve gereken özeni sarf etmeyen bankacının ve dolayısıyla bankanın sorumlu olması tabiidir. (58/c)
Diğer taraftan, cari hesaba ilişkin hükümler (TTK.m.87) yasal başlangıç
olarak kabul edilip, yazılı şekilde yapılan kredi taahhütnamesinin, bir
cari hesap sözleşmesi olarak kabul edilebilmesi için, yasanın iki taraflı
sözleşme düzenlenmesini öngören hükmünün gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Şu kadar ki, tip kredi tahhütnamelerinin nitelik ve nicelik bakımından,
banka tekniğindeki gelişmelere cevap verebildiğini ve kendini adapte edebildiğini
söylemek güçtür. Hatta, ciddi bir incelemeye tabi tutulduğunda, tip taahhütnamenin,
cari hesap niteliği taşımaması sebebiyle, bu tür sözleşmelere dayanan kredilere
bileşik faiz yürütülemeyeceği (59) şeklinde banka aleyhine
sonuçlar doğurabilecek itirazlara konu edilebileceği de anlaşılmaktadır.
Bu nedenle, tip kredi taahhütnamelerinin, kredi sözleşmesi yönünde gerçek
muhtevalarına kavuşturulacağı beklenmektedir.
** Geniş
anlamda kredi, sermayenin zamanla sınırlı olrak başkasının istifadesine
terkedilmesi < aktif kredi > veya başkasının sermayesinden faydalanmayı
< pasif kredi > ifade eder. Kredi işlemiyle, kredi alan ve veren, sermayeden
faydalanma hakkının alış ve satışı konusunda iradelerini birleştirmiş olmaktadırlar.
|