YIL: 9

SAYI: 106

EKİM 2006

 

 

önceki

yazdır

 

 

Yrd. Doç. Dr. İbrahim ARSLAN

 

 

  

GLOBALLEŞME SÜRECİNDEKİ FİNANSAL KRİZLERİN ÜLKE EKONOMİLERİNDE  YARATTIĞI ETKİLER


ABSTRACT

International economic system displays a rapid changing process in which new trends occurred. The remarkable development in this process is globalization.

In the recent years economic globalization has mostly been observed in financial markets. The globalization process entails some positive and negative impacts on Turkey economy.

In this study we tried to examine the current statue of Turkey economy. İn addition, we reviewed the advantages and disadvantages brought by economic crises for developing countries, in the light of recent developments in Turkey economy.

 

ÖZET

Uluslararası ekonomik sistem hızlı bir değişim süreci geçirmiştir. Bu süreçte yeni eğilimler ortaya çıkmıştır. Bunlar arasında en belirgin olan globalleşmedir. Son yıllarda yaşanan ekonomik globalleşme olgusu daha çok finans piyasalarında görülmektedir. Söz konusu globalleşme süreci Türkiye ekonomisi açısından olumlu ve olumsuz etkileri beraberinde getirmektedir.

Bu çalışmada dünya ekonomisinde meydana gelen yeni gelişmeler çerçevesinde  Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin  durumu  incelenerek ve ekonomik krizlerin gelişmekte olan ülkelere sağlayacağı avantaj ve dezavantajları ortaya konulacaktır.


1. GİRİŞ

1980’li yıllardan itibaren gelişme belirtileri gösteren küreselleşme olgusu bir dizi değişme ve dönüşme ile birlikte gerçekleşmiştir. Gerek Sovyetler Birliğinin dağılması ile soğuk savaşın bitmesi, gerek teknolojik ilerleme ile haberleşme ve bilgi işlem teknolojisinin hızlanması ve büyük oranda ucuzlaması ve gerekse artan sermaye birikiminin zorladığı dışa açılmanın meydana getirdiği talepler ve düzenlemeler küreselleşme olgusuna hız kazandırmışlardır.

Günümüzde, ekonomide faaliyet hacminin devamlı olarak belli bir seviyeyi koruyarak sürekli gelişmediğini, aksine ekonomik krizlerin oluştuğunu ortaya koymaktadır. Buna bağlı olarak temel makro büyüklüklerinde,  milli gelir, istihdam, sınai ve zirai üretim, yatırım gibi fiziksel ve değer olarak  iniş ve çıkışlar gösterdiğini ortaya koymaktadır Buna göre, ekonomik krizler, iktisadi faaliyet hacminde, zaman içinde tekrarlayan iniş ve çıkışlara kriz olarak ortaya çıkmaktadır.

Buna bağlı olarak finansal kriz, tüketim, üretim, para ve benzeri ekonomik alışkanlıkların, içsel veya dışsal etkileşim nedeni ile değişmesinden kaynaklanan durumdur. Ekonomik krizler, sanayi devrimiyle birlikte, batı ülkelerinde, ortalama her sekiz  ile on yılda bir ekonomik dalgalanma ile meydana gelmiş, refahı, zenginlik ve israf dönemlerini, işsizlik, yoksulluk ve sefalet dönemlerinin izlediği görülmüştür. Özellikle 1980’lı yıllardan itibaren gelişmekte olan ülkeler de yaşanan finansal krizler ve bu krizlerin yaratmış olduğu sorunlar mali-finansal piyasa olgusunun yeniden gözden geçirilmesini gerekli kılmıştır. Global finansal kargaşada, uluslararası finansal yapı kolaylıkla bozulabilmekte, dolayısıyla finansal yapının temel prensiplerinde yeniden şekillenmelere gerek duyulmaktadır.

Günümüzdeki  finansal krizlerin temelindeki neden politik-ekonomik istikrarsızlıklar yatmaktadır. Bununla birlikte Ekonomik büyüme, döviz kuru, istihdam ve fiyat düzeyindeki  gelişmeler arasındaki dengesizlikler günümüz finansal krizlerin oluşum biçimleridir.

Global sistem ortaya çıkan finansal krizler ülke ekonomileri üzerinde büyük etkiler yaratmaktadır. Uluslararası ekonomik ilişkiler nedeniyle bir ekonomiden diğerine sıçrayabilme özellikleri olması, finansal krizlerin ele alınması gereken bir konu haline gelmiştir (Paasche, 2001, s.624).

 

2. GLOBELLEŞME KAVRAMI

Dünya ekonomisi özellikle içinde yaşadığımız son çeyrek yüzyıl içerisinde hızla globalleşme  sürecine girmiştir. Gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler arasında  işbirliği ve işbölümü olanakları gelişmiştir. Bunun sonucunda bilgi ve teknolojik alanlarında büyük bir ilerleme kaydedilmiştir. Bilgi teknolojisinin gelişmesi ülkeler arasında işbirliğini ve işbölümünü arttırmıştır. Yani işbölümü ve işbirliği bir araç değil sonuçtur. (Erkan, 1992, s.1-3).

1980’li yıllardan itibaren insanlık, tarihinin kritik dönemlerinden birisini yaşamaya başlamıştır. Bu yeni dönemi iki önemli olay karakterize etmektedir. Bunlardan birisi 1900’lü yılların bitmesi ile 2000’li yıllara yaklaşmamız; ikincisi ise soğuk savaşın sona ermesi ile iki kutuplu dünyamızın ABD’nin başını çektiği tek kutuplu dünya haline gelmesidir. Bu dönem farklı düşünürlerce yeni dünya düzeni, büyük dönüm noktası, tarihin sonu, bilgi çağı, küreselleşme gibi kavramlarla da isimlendirilmektedir(Turan,1994:1).

Global kelimesi, bütün dünyayı kapsayan anlamına gelmektedir. Global kelimesinden hareket edilerek bugün toplum hayatının her alanında yeni kavramlar üretilmektedir; global pazar, global şirket, global ürün, global yönetici,  global kültür, global siyaset, global işgücü, global sermaye bunlardan bazılarıdır(Turan,1994:2).

Globalleşme, ülkeler arasındaki iktisadi, sosyal ve siyasal ilişkilerin gelişmesi, farklı toplum ve kültürlerin inanç ve beklentilerinin daha iyi tanınması, uluslararası ilişkilerinin daha sıklaştırılması gibi birbiriyle bağlantılı konuları içeren bir kavramdır. Globalleşme çağı olarak adlandırılan yaşadığımız dönemde hemen her alanda çarpıcı değişiklikler meydana gelmekte ve  karmaşık bir çevre içinde yaşama zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Günümüzde daha çok insanlar birbiriyle eski dönemlere oranla daha fazla ilişki içindedir (Rowe /Dehejia,1998, s.501-511).

Globalleşme kelimesi; genişleyen uluslararası ticaret, sınırları aşan finansal kaynak aktarımı yaratan, artan dış yatırımlar, büyüyen çok uluslu işletmeler ve ortak girişimler anlamına gelmektedir. Global iletişim endüstrisinin çok uluslu yatırımların, global finans pazarlarının tek tip üretim ve tüketim kalıplarının  etkileriyle, var olan bütün coğrafi ve siyasi  engeller zorlanarak, sosyal ve kültürel yapıların ahenkleştirilmesi ve böylece değişik insanların değişik hayat biçimlerini giderek daha benzer bir  yapı kazanması olarak tanımlanabilir (Oman, 1994, s.27).

Globalleşme, sosyal ve kültürel düzenlemeler üzerinde coğrafi engellerin  kaldırıldığı ve iktisadi anlamda insanların kayıp ve kazançlarındaki farklılaşmanın şiddetini arttığı bir süreç  olarak kabul edilmektedir (Kök, 2001, s.1191).

Globalleşme sonucunda meydana gelen  gelişmeler, uluslararası bir nitelik haline gelen finansal krizleri doğurmuştur. Finansal krizler zamanla sosyal, siyasi tüm alanlarda kendini hissettirmekte ve bu alanlardaki tüm faaliyetlerde belirleyici rol oynamaktadır (Water,1995, s.111).

Bir çok araştırmacıya göre temel anlamda globalleşme, kökenleri 1960'larda ortaya çıkan dönüşüm ve hızlı değişimlere dayalı, politik sonuçları beraberinde getiren ekonomik bir süreçtir. Globalleşme, uluslararası işletmelerin uluslararası yatırım stratejilerinde, özellikle üretimin yerel olmaktan çıkarılıp farklı bölgelerde gerçekleştirilmesini içeren yeniden konum belirleme çabası zorunlu hale getirmektedir. 1970'lerdeki iktisadi krizler sonucunda uluslararası şirketler ulusal üretim hatalarını artık uluslararası hale getirmek zorunda kalmışlardır. 1980’li yıllardan sonra globalleşme kavramı bütün dünyada yoğun bir biçimde ele alınsa da olayın meydana gelişi çok daha eskilere dayanmaktadır (Water, 1995, s.45).

Globalleşen dünyanın anlaşılması bir çok açıdan oldukça karmaşıktır. Globalleşme, bünyesinde farklı boyularda bir çok konuyu barındıran karmaşık bir sosyal, ekonomik ve politik içeriğe sahiptir.Global  ekonomik bütünleşme süreci politik ve sosyal dağılmayı hızlandırmaktadır.

Globalleşme bir anlamda, milli ekonomik, politik, kültürel yapının bir dizi ulusötesi gelişme ile koalisyonudur ve bir ideloloji olarak da her ülkenin bir diğerini etkilemesini sağlamaktadır(Mittelman,1997:3). Bu etkileşimin finansal karakterli işlem ve davranışlara da yansıması avantaj ve dezavantajları beraberinde getirmektedir.

 

         Günümüzde devletler ekonomik açıdan hızla birbirlerine bağımlı bir hale gelmektedirler. Globalleşme olarak adlandırılan bu gelişme bütününde olumlu bir durum olarak değerlendirilmektedir. Ekonomik globalleşme kavramı yeni bir kavram olmamasına rağmen iletişimin  hızla gelişmesi, uluslararası taşımacılığın ucuz ve kaliteli olması ve çok uluslu şirketlerin faaliyetlerinin yoğunlaşması  sonucu etkinlik kazanmıştır. Uluslararası ticaret  konusunda ve sermayenin dolaşımında engellerin kalkması, uluslararası  işbirliğin dünya çapında kaynak kullanımının artması sonucu bir yandan ülkelerin uluslararası ticarete katılımı hızla artarken diğer yandan sınır ötesi finans piyasalarında yatırımlar yoğunlaşmıştır (Liemt, 1992, s.453).

Globalleşme yirminci yüzyıla damgasını vuran bir süreç olmaktadır. Globalleşme olgusu finans piyasalarda da etkisini göstermektedir. Sermaye, ülkeler arasında rahatça dolaşabilmekte, özellikle yüksek getiri potansiyeli olan piyasalara yoğun sermaye girişleri olmaktadır. Bu durum Türkiye gibi gelişmekte  olan ülkelerin gelişmişlik düzeyini yakalamalarına yardımcı olmaktadır (Tulay / Erdönmez,  1999, s.3).

Tarihsel süreç incelendiğinde  ekonomik olayların hep aynı düzeyde kalmadığı, her ekonomik gelişme ve refah döneminin, bir ekonomik gerileme ve çöküntüyle birlikte oluştuğu görülmektedir. Ekonomik faaliyetlerde ortaya çıkan bu tür değişmeler ekonomide dalgalanmaların oluşmasına neden olmaktadır (Karabıçak, 2000, s.50).           

Günümüzde globalleşmenin en yoğun olarak görüldüğü alan sermaye ve finans piyasalarıdır. Globalleşme ile birlikte uluslararası finans piyasalarını ayıran sınırların kalkması ve uluslararası sermaye akımlarının ileri boyutlara ulaşmasına neden olmuştur (Masca, 2000, s.159).

Günümüzde mal, hizmet ve finansal piyasalardaki gelişmeler, ülkelerin dünyayı global bir pazar olarak görmelerini zorunlu kılmıştır. Bu global sürecini iyi değerlendiren ülkeler ekonomik ve sosyal  bakımından hayat standartlarını  arttırma şansına kavuşabilmektedirler. Teknolojideki hızlı değişim, bilginin daha akışkan duruma gelmesi ve sermayenin üretkenliğini arttırma çabası dünyadaki globalleşmenin maddi temellerini oluşturmaktadır. Bu gelişmeler ülkeleri ekonomik, sosyal, kültürel bakımından bir takım fırsatlar sunarken aynı zamanda beraberinde bir takım olumsuzluklar meydana getirmektedir. Bu olumsuzlukların başında finansal piyasalardaki belirsizliklerin artması ile birlikte  ülkelerarası ve ülke içi gelir dağılımının daha da kötüleşmesi gelmektedir (Erçel, 1999, s.15).

1980’li yıllarda ve 90’lerin başında, finansal ve reel sektörlerin üzerinde müdahaleci politikalar uygulayan Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler, ekonomik krizlerin ve dar boğazların derinleşmeye başlaması ile çıkış yoları ve alternatif stratejiler aramaya başlanması sonucunda iletişim teknolojisindeki gelişmelerin  etkisiyle finansal piyasaların  birbiriyle entegrasyonu hız kazanmış, sermaye hareketlerinin  mobilitesi ve hacmi büyük boyutlara ulaşmıştır. (Serin, 1998, s.685).

3.FİNANSAL GLOBALLEŞMENİN    GELİŞİM SÜRECİ 

İlkel toplumlardan bilgi toplumlarına kadar uzanan  tarihsel gelişim sürecinde hangi toplumsal gelişim seviyesinde olursa olsun  ihtiyaçların giderilmesine yönelik  üretim faaliyetleri olmuştur. İnsanların ihtiyaçları  çeşitli sebeplerden kaynaklanmakla birlikte toplumsal yaşantının oluşturduğu koşullar ve gelişim düzeyi üretim faaliyetleri çerçevesinde şekillenmiştir (Woitek,1998, s.33).

Kriz kavramı insanlara ve ülkeler açısından yeni bir kavram olmamakla beraber uluslararası  sermayenin globalleşmesinin hız kazandığı 1980’lerden itibaren sık sık telaffuz edilmeye başlanmıştır. Buna bağlı olarak ekonomik ve finans yapıdaki dönüşümler, kaynak yetersizliği ve piyasa ekonomisi kültürünün tam yerleşmiş olmaması devleti meydana gelecek finans krizlere karşı çok önemli bir hale getirmektedir (Altay, 2001, s.15).

1980’lı yıllardan itibaren Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, meydana gelen  ekonomik krizler ve bu krizlerin yaratmış olduğu sorunlar globalleşme olgusunun yeniden ele alınmasını zorunlu  kılmaktadır. 1980’li yıllarda uluslararası piyasada meydana gelen finansal globalleşme olgusu, ulusal finans piyasalarını birbirinden ayıran, sınırların ortadan kalkması, finans piyasalarının çeşitli kontrol ve sınırlamalardan arındırılarak uluslararası rekabete açılması, piyasaların konvertibiliteye sahip olmaları, kurların dalgalanmaya bırakılması, uluslararası sermaye akımlarının artması ve yatırım fonları ile yatırım ortaklıkları gibi yeni kurumsal yatırımların finans piyasalarındaki rolleri beraberinde getirmiştir (Bruno /Easterly,1998, s.3-26).

Global finansal sürecinde, uluslararası finansal yapı kolaylıkla bozulabilmekte; bunun sonucunda  finansal yapının  tekrar yapılanmasına gerek duyulmaktadır. Globalleşme sürecinin temel ayağı finansal alanda oluşan kültürel yapının kabul edilmesine ve uygulanmasına bağlıdır. Bu gelişmelere uyum sağlanmaması durumunda sistematik krizler ortaya çıkarmaktadır.

Globalleşme olgusu  daha çok ekonomi, ticaret ve finans alanlarında görülmektedir. Üretimin globalleşmesi yanında, finansman alanında  global ilişkilerin  ortaya çıkışı ve gelişmesi, finansal sermayenin uluslararası alanlarda herhangi bir engelle karşılamaksızın dolaşabilmesini mümkün kılmıştır (Duman, 2000, s.28).

1980’lerde yaşanan borç krizi ile önemli ölçüde daralan dış finansman olanakları sonucunda Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler, kalkınma ve büyümelerini gerçekleştirmek amacıyla ihtiyaç duydukları sermaye birikimini sağlamak için özel sermaye akımlarının bileşimini değiştirerek, yabancı sermayeye  kaymıştır. Dolayısıyla sermayenin globalleşmesi süreci ile borç sorunları arasında bir ilişkiden söz edilebilir (Mincer/ Danninger,2000, s.1-3).

 

4. FİNANSAL KRİZ KAVRAMI

Finansal krizler kavramı literatürde hem teorik hem de ampirik alanda geniş yer tutmaktadır. Fakat bu alanda hala çözüme kavuşturulamamış önemli konular bulunmaktadır. Kriz sözcüğünü, hükümetin büyük hataları sonucunda finans piyasalarında görülen kargaşa ve panik olarak  tanımlamaktadır.

Kriz sözcüğü Yunanca ve Latince köklerden gelmektedir. Yunanca da “Krinein kökünden gelen krisis sözcüğünün anlamı karar vermedir. Fakat bu sözcük zamanla tehlike ve istikrarsızlık anlamında kullanılmaya başlanmıştır. (Collins,1986, s.369).

Günümüzde kriz, düzgün olamayan ve ani olarak meydana gelen, reform gerektiren istikrarsız bir durum olarak algılanmaktadır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin, finans piyasasında, rekabetin acımasız koşullarında geri kalmaları sonucunda finans krizler meydana gelmektedir  (Dennis, 1982, s.474).

Ekonomik bakımından her toplum, elindeki mevcut  kaynaklarla en yüksek refah düzeyine ulaşmak ister. Esas amaç, sadece refah düzeyini yükseltmek değil, bununla birlikte refahı sürekli ve düzenli kılmaktır. Çünkü geçmişte ve günümüzde, ekonomiler, sürekli olarak ülke içinde ve global düzeyde finansal krizle karşı karşıya kalmışlardır  (Hansen, 1978, s.213).

 

5. TÜRKİYE’DE FİNANSAL KRİZİN GELİŞİM SÜRECİ

Piyasa ekonomilerinde, ekonomik faaliyet hacminin, sürekli bir biçimde ve belirli bir seviyeyi koruyarak gelişmediği, tam aksine devamlı dalgalanmalar gösterdiği bilinmektedir. Bu dalgalanmaların, ekonomik, siyasi ve psiko-sosyal sebeplerden meydana gelmektedir (Newbold, 1988, s.680).

Türkiye ekonomisi, özellikle 1974’lerde petrol fiyatlarındaki sürekli artışların meydana gelmesi sonucu, kısa vadeli borçlarını hızla arttırmıştır. Bu da petrol ithalatının  ve bunun sonucunda  giderlerinin çoğalması, döviz darboğazını ortaya çıkarmış ve  bunun sonucunda  uygulanan tutarsız para ve maliye politikalarının etkisiyle finansal krizi meydana getirmiştir. Türkiye’de 24 ocak 1980, 5 Nisan 1994, 20 Kasım 2000 ile 21 Şubat 2001 yılları arasında ekonomik krizler meydana gelmiştir. Bunun sonucunda ele alınacak tedbirlerle, arz ve talep dengesini sağlamak, enflasyon oranını düşürmek, büyüme hızını arttırmak, kamu açıklarını en düşük seviyeye indirmek, özel sektörün girişimciliği, en etkin bir duruma getirmek, ödemeler dengesini kurmak ve ekonomiyi dışa açılmasını gibi  politikalardan oluşmaktadır (Gündüz,1999, s.277).

Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu kriz sürecini birbirinden bağımsız, rastgele olaylar ve yanlış teknik iktisadi politikaların sonucundan ibaret olarak değerlendirmemek gerekmektedir. Gerçekte söz konusu kriz, 1980’lerden bu yana uygulanan ve ulusal ekonomiyi denetimsiz ve başıboş bırakılmış piyasa güçlerine terketmeyi amaç edinmiş olan neo-liberal politikaların doğrudan bir sonucudur. Bu anlamda, Türkiye ekonomisinin son yirmi yıldır içinde bulunduğu yapay büyüme–istikrarsızlık–daralma döngüsü, ulusal ekonominin serbestleştirilmesi yönünde yapılmış olan zamansız, denetimsiz ve başına buyruk politika dönüşümlerine bağlıdır.

Bu oluşum sürecinden sonra ekonomi politikasında en önemli ve belirleyici unsurlarından biri, fiyatlama sürecinin, piyasa koşullarına bırakılmasıdır. Fiyatlama, piyasada serbestçe oluşulacak koşullarca belirlenmeli, arz ve talebe bağlı olmalıdır.  Türkiye’de enflasyonun giderek artması, cari işlemler dengesi açığının giderek büyümesi, reel yurt içi tasarruf  ve yatırımlarının giderek düşmesi krizin değişik yönleri olarak algılanmaktadır.

1990 yılında Körfez krizinin meydana gelmesi ve 1991’de erken  genel seçim kararı alınması nedeniyle daha önce sınırlı sayıda uygulanan destekleme alımlarının genişletilmesi ve kamu kesimi işçi ücretlerine normalin üzerinde bir zam yapılması Merkez Bankası üzerindeki baskıyı daha da arttırmıştır. Bunun sonucunda Merkez Bankası ile Hazine arasındaki ilişkilerin bir türlü sağlam temellere oturtulamaması, Merkez Bankasını olumsuz etkilemiş, bu durum 1980’den beri uygulanan politikaların boşa çıkmasına, Türk bankacılık sisteminin sarsılmasına ve  uluslararası alanda sağlanan kredibilitenin azalmasına ve ülkemizde 1994 krizin meydana gelmesine neden olmuştur.

1994 yılında 5 nisanda kararların alınmasına neden olan krizin finansal olduğunu öne sürenler olduğu gibi reel ekonomideki olumsuzlulardan meydana geldiğini ifade edenler bulunmaktadır. Ekonomide yaşanan bu olumsuzlukların en önemli nedenleri arasında, piyasadaki temel yetersizliklerin giderilememesi, köklü değişimlerin yapılamaması  ve döviz kurunun bir fiyat değişkeni  olarak uzun süreli olarak kullanılmasıdır. Bunun sonucunda, nispi fiyatlar olumsuz yönde bir seyir izlerken, enflasyon beklentilerini arttırmıştır.

Türkiye ekonomisinde  2000 yılına kadar meydana gelen ekonomik  kriz,  iç tasarrufların ve vergi gelirlerini istikrarlı bir şekilde artırmayı başaramayan ve giderek kayıt dışına kayan, büyümenin finansmanında kısa vadeli dış borçlanmaya yönelmesi, tutarlı bir gelişme ve sanayileşme stratejisinden  yoksun olmasından kaynaklanmaktadır (Ongun,2001, s.12).

Türkiye’de, kapitalist sisteminin gelişme sürecinin başlangıcından günümüze kadar ortalama  10’ar yıllık zaman aralıklarıyla  belirlenen ekonomik krizler meydana  gelmiştir. Türkiye’nin  büyüme sürecinde  genel bir görünüm olarak, her ekonomik krizin  ardından gündeme gelen yeni iktisat politikası arayışları olgusu, Türkiye’de ekonomik krizlerin belirlenen sanayi ve dış ticaret politikaları ile ilişkilendirme konusunda çabalar olmaktadır. 

Türkiye’nin kendine özgü yapısal ve sosyo-kültürel etkileşim doğrultusunda   şekillenen ekonomik yapısının değişmesi, ekonomik krizleri belirleyici olmaktadır. Bununla birlikte  ekonomik bunalımlar, içsel faktörlerin dışsal faktörlerden gelen belirtiler yönünde değişime uğramasıyla aşılabilmektedir.

Enflasyon, Türkiye’de önemli bir politik anahtar olarak ele alınmaktadır. Günümüzde gittikçe bu olgu finansal sorun haline gelmeye başlamıştır. Bunun sonucunda meydana gelen finansal krizleri, doğru tedbirlerin alınmaması yada doğru tedbirlerin istikrarlı bir şekilde uygulanmaması durumunda giderilmesi mümkün değildir (Ucer / Alper, 1998, s.1-5). 

         Türkiye’de son yıllarda yaşanan finansal krize yol açan nedenlerden birinin kamu sektörü  finansman açıkları olduğu konusunda fikir birliği mevcuttur. Genellikle Türkiye’de finansal krizler herhangi bir mal, hizmet, üretim faktörü veya döviz piyasasındaki fiyat veya miktarlarda kabul edilebilir bir değişmenin oluşturduğu şiddetli dalgalanmalar olarak kabul edilmektedir (Kibritçioğlu,2001, s.1)

Türkiye’de hemen hemen son on yılda tüm  sektörleri etkileyen bir ekonomik kriz yaşandı. Bu krizlerin  sebepleri, önlemleri ve sonuçları bilinmesine rağmen, bunlardan kaçınılamadı. Bunun sebebi bürokratların deneyimli ve bilgi konusunda kendilerini yetiştirememeleridir (Sadıklar, 2001, s.35)

Türkiye’de 1980’den itibaren iyice su yüzüne çıkan, devletin tüm fonksiyonları işleyememesinin temel sebebi ekonomik ve finans sektöründe yaşanan finansal krizin oluşumu yatmaktadır. Bir başka deyişle kamu hizmetlerindeki tıkanıklığın temelinde, çözüme kavuşturulmamış bir finansman sorunu olmasıdır. Türkiye’deki finansal kriz, ekonomik ve siyasal konjonktürdeki ve yapılardaki olumsuzlukların  yansımalarının bir bileşkesi olarak algılanmaktadır (Özbilen, 2001, s. 4).

         Karma ekonomik sistemi uygulayan ve 1980’li yıllardan itibaren kontrolsüz bir globalleşme süreci yaşamakta olan bir ülkede, ekonomide devletin varlığının giderek artmasına engel olunamamış bir ekonomik ve siyasal yapılanma ve mali yapıyı ve sorunlarını belirleyici olarak meydana gelmektedir. Başka bir ifadeyle devlet maliyesinde kriz piyasa mekanizmasında meydana gelen aksaklıklar sonucunda oluşmaktadır (Rosen, 1988, s.28-38).

 

6. TÜRKİYE’DE FİNANSAL KRİZLERİN ÖZELLİKLERİ

Türkiye 1980 ekonomik istikrar programı ile ihracata yönelik bir büyüme stratejisi belirlemiş ve 1980-84 arası ihracat alanında büyük gelişmeler sağlanmıştır. Bununla birlikte 1980’ lerin ikinci yarısı ihracatta duraklamaların başladığı, buna karşılık ithalat hacminin  arttığı dönem olarak ele alınmaktadır. 1980 yıllarında ihracat alanında yaşanan olumlu gelişmelerin en önemli sebepleri 1980 yılları öncesi ekonomik dalgalanmaların döneminin kapasite altı kullanımları ile Irak-İran savaşının ve Libya’nın Türkiye’ye sunduğu kolay ticari ve üretim olanakları yatmaktadır. 1980’li yılların sonları ise, ihracata yönelik bir kalkınmanın  gerektirdiği yapısal dönüşümü gerçekleştirememiş olmasından kaynaklanan ekonomik dalgalanma yıllarıdır. Yeni üretim alanların ve yeni teknolojilerin gündeme gelmesini gerektiren bu dönem, ithalat artışlarına karşın ihracatın arttırılamadığı yılları kapsar. Türkiye ekonomik dalgalanmalar sürecinde 32 sayılı karar ile uluslararası sermaye kapılarını birden açmıştır. Bu da Türkiye’de yaşanan ekonomik krizlerin temel kaynağını oluşturmuştur (Yılmaz,2001, s.32).

Türkiye 1981-1988 yılları arasında büyük ölçüde ihracata dayalı olarak gelişme gösteren sanayi sektörünün uluslararası rekabet gücünü  önemli ölçüde azaltmıştır. Bütün bu gelişmeler sonucunda dış ticaret ve  cari işlemlerde açık hızla büyümüştür. Yüksek faiz ve enflasyon ortamı üretim kapasitesini azaltmış ve yeni yatırımların oluşmasına olumsuz yönde etkilemiştir. Ekonominin iç tasarruf yerine  büyük ölçüde dış tasarrufları kullanarak gelişme gösterdiği bu yıllarda, ortaya çıkan en büyük oluşum ise,  kısa vadeli sermaye hareketlerinin  yön değiştirmiş olmasıdır. 1993 yılında Türkiye tarihinin en büyük dış ticaret açığı vermesi,  cari işlemler açığının önceki yıllara göre hızla artmasına neden olmuştur. Ekonomik kriz, faiz oranlarının düşürülmeye çalışılması üzerine ekonomik birimlerin dövize yönelmesi sonucunda meydana gelmiştir. Bu ekonomik kriz reel sektörü de hızla etkilemiş ve ekonomik büyüme gerilemiştir.

Ekonomik dengelerin bozulmasında kamu finansman açıklarının hızla artışının etkileri  bilinmektedir.  Son yıllarda ciddi boyutlara ulaşan  bu kamu finansman açığının giderilmesi yerine, açık finansmanının ucuzlatılması yolunu seçilmesi ise, ekonomideki tüm göstergeleri alt üst etmiştir. Bunun sonuncunda dövize aşırı talep gerçekleşmiş, hazine borç alamaz hale gelmiş, faiz  oranlarında önemli artışlar gözlenmiş, üç haneli enflasyon  oranları ekonominin yapısına girmiştir.  1994 yılının başlarına gelindiğinde ekonomik sorunların daha  da netleştiği ve derinleştiği görülmüştür. Bütün bunlar gerçekte birkaç yıldır gereksinim duyulan yeni bir istikrar paketinin gerekliliğini tartışılmaz duruma gelmiştir.  İşte 5 Nisan 1994 kararları böyle bir sürecin sonucunda meydana gelmiştir. Bu oluşum süreci sonucunda Türkiye ekonomisinde 1988-1994 dönemi makro dengesizliklerin artmasıyla birlikte 1994 yılında çok büyük bir ekonomik kriz olmuştur.

Bu dönemde Türkiye’deki ekonomik politika, iç talep genişlemesine dayalı büyüme stratejisinin sürdüğü, büyümenin istikrara tercih edildiği bir dönem olmuştur. Ülkede talep patlaması, hem reel piyasaların hem de finansal piyasaların sınırlarını zorlamıştır. Artan kamu  harcamalarının karşılamak için iç ve dış piyasalarda borçlanmaya ve MB avanslarını kullanılmasına devam edilmiştir. Bunun sonucunda dış ticaret artmasına ve uluslararası derecelendirme kuruluşları Türkiye’yi yatırım yapılabilir ülke derecesinden spekülatif ülke derecesine düşürmüştür. Bunun sonucunda ekonomi  ciddi bir stagflasyon krizine sürüklenmiştir. Mali kriz üretim kesimini de etkisi altına almıştır. Üretimin azalması işsizliği beraberin de getirerek  ekonomik krizin bir göstergesi olmuştur.

Türkiye ekonomisi için hiç de yabancı olmayan kriz olgusu 1997-1999 yıllarında yeni bir perspektif kazanmıştır. Bunun nedeni yıllardır genel olarak iç dinamiklere bağlı olarak karşılaşılan  ekonomik kriz uluslararası bir boyuta taşınmıştır. Türkiye ekonomisi, son zamanlarda iç borçlanma, üretim yetersizliği, politik alanındaki istikrarsızlıklar gibi nedenlerle çok ciddi zorluklarla mücadele etmek zorunda kalmıştır (Karagül, 2000, s.203).

Türkiye’de yaşanan bu krizler, ekonomik istikrarsızlığının  temel sebebini oluşturarak enflasyonu daha da yükselmiş ve bu durum ülkeyi  istikrarsız bir büyüme sürecine sokmuştur. Enflasyonun  hızla artması ekonomik ve sosyal hayatta  belirsizliklerin ortaya çıkmasında etkili olmuş ve bu süreç  potansiyel büyüme eğilimini  düşürmüştür. Enflasyonun sebep olduğu bu istikrarsız büyüme ortamı ekonominin kaynaklarının verimli kullanımına engel teşkil etmiştir (Tulay/ Erdönmez,1999, s.3).

Türkiye ekonomisinin 2001 yılı Şubat ayında içine girdiği kriz, iç tasarrufların ve vergi gelirlerini istikrarlı bir şekilde artırmayı başaramayan, giderek kayıt dışına kayan, büyümenin finansmanında kısa vadeli dış borçlanmaya son on bir yılda artan bir hızla yönelen, tutarlı bir gelişme ve sanayileşme stratejisinden yoksun, eğitim ve teknolojiye yatırımı ihmal etmekte ısrar eden bir ekonominin krizidir.

Türkiye elindeki bütün olanakları sağlıklı ve yeterli yatırım analizleri ile titiz, en hesaplı şekilde kullanarak bunu sağlayabildiğinde, bugünkü krizlerin pek çoğunu ortadan kaldırabilecektir. Yıllar boyu gerekli tedbirlerle bir türlü önlenemeyen enflasyonun sert frenlerle düşürülmek istenmesi Türkiye ekonomisini bu defa daha ağır bir krize sürüklemiştir (Çelebi,2001, s.27).

Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu kriz sürecini birbirinden bağımsız, rast gele olaylar ve yanlış teknik iktisadi politikaların sonucundan ibaret olarak değerlendirmemek gerekmektedir. Gerçekte söz konusu kriz, 1980’lerden bu yana uygulanan ve ulusal ekonomiyi denetimsiz ve başıboş bırakmış piyasa güçlerine terk etmeyi amaç edinmiş olan neo-liberal politikaların doğrudan bir sonucudur. Bu anlamda, Türkiye ekonomisinin son yirmi yıldır içinde bulunduğu yapay büyüme–istikrarsızlık–daralma döngüsü, ulusal ekonominin serbestleştirilmesi yönünde yapılmış olan zamansız, denetimsiz politika dönüşümlerine bağlıdır

Türkiye’nin 2002’li yıllarda dışa açık  ve rekabete dayalı bir iktisadi büyüme ve sanayileşme stratejisi esas almalıdır. Türkiye’nin geliştirdiği dış ekonomik ilişkiler  ve bölgesel ekonomik  bütünleşme hareketleri ve serbest piyasa ekonomisine uygun kurumsal yapı 2002-2003’li yıllarda böyle bir iktisadi büyümenin sağlanması için giderek ağırlık kazanan beşeri sermaye birikimine  özel önem vermesine bağlıdır. Bunun için sosyal alt yapı yatırımlarına ve özellikle eğitim ve sağlık yatırımlarına daha fazla  kaynak ayrılması kaçınılmaz bir gerekliliktir (Morgil,1999, s.10).                 

 

6.1. FİNANSAL KRİZLERİN NEDENLERİ

Bir ekonomide  kamu açıklarının, cari işlemleri açığının ve tasarruf açığının artması ekonomideki yapısal dengenin bozulmanın temel nedenleridir. Genişleyici para ve maliye politikaları bu açıkları ortaya çıkarmaktadır. Döviz kurunun aşırı değerlenmesi ya da faiz oranlarının aşırı artması bu açıkların bir sonucudur. Kamu ve tasarruf açıklarının artması faiz oranlarını artırmakta bunun sonucunda döviz talebini ve fiyatını yüksek oranda arttırarak finansal krizin ortaya çıkmasına neden olmaktadır (Akman, 1998, s.24).

Gelişmiş ülkelerde iç piyasaların doyması, özellikle 1970’lerdeki petrol krizi sonrasında dış piyasalara açılma arayışı ile iktisadi faaliyetlerin hacimlerinin artmış olması  küreselleşme sürecini ortaya çıkartan ekonomik faktörlerden bazılarını oluşturmaktadır. Çok uluslu firmalar “yeni uluslararası iş bölümü” çerçevesinde, üretimi bütün yerküreye yaymışlardır. Her gün finans piyasalarında büyük miktarlarda para, bir ülkeden başka ülkeye akmaktadır. Ekonomik yönden bugün yeryüzündeki ülkelerin önemli bir kısmı birbiriyle bütünleşmeye başlamıştır.

 

 

6.1.1. Parasal Nedenler

 Türkiye’de özellikle 1980 tarihinden itibaren  meydana gelen ve  devletin tüm fonksiyonlarının meydana getirilmesinde görülen istikrarsızlıkların temel nedeni ekonomik alanlarda yaşanan finansal krizlerde yatmaktadır (Özbilen,2001, s.7).

Ekonomik kriz dinamiklerinin yapısı makro ekonominin temel konuları arasındadır. Ekonomik kriz sürecine ilişkin ve finans piyasaları ile doğrudan ilişkili bir politikasının etkinliği, uygulanan  makro politikaların finans politikalara olan uyumluluğu çerçevesinde kamu borçları, finansman sorunu, para arzı ve hedeflenen alternatif  bütçe açığı olgularının ilgili süreçteki yönlendirici birlikteliğine ilişkin kaçınılmaz zorunluluğu da ortaya koymaktadır  (Svensson, 1999, s.610).

Hükümetlerin uyguladıkları yanlış para politikalarından dolayı yatırımcı artık  yatırım yapmamakta, elindeki parasını borsada yüksek faiz karşılığında hazineye borç olarak vermeyi tercih etmektedir. Riskin hemen hemen hiç olmadığı bir ortamda işveren, sendikayla, işçi sorunlarıyla, sigortayla, banka kredileriyle, vergilerle  uğraşmak yerine paranın durduğu yerde  para kazanmasının  en kolay yöntemi olan  devlet borçlanma araçlarına  para yatırmak kaçılmaz ve alışkanlık  haline gelmiştir. Üretmeden tüketmek alışkanlığı toplumun hem tembelliğin bir sonucu hem de  geleceği  görememesinin bir sonucudur. Bunun sonucunda ekonomide arz ile talep arasındaki dengeler bozulmakta ve ekonomik dalgalanmalar meydana gelmektedir  (Potter,2000, s.92).

 

6.1.2. Sosyo-Politik Nedenler

Türkiye’de 1980 yılından sonra yaşanan ekonomik krizlerin en önemli  nedenlerinden biri sosyo-politik  faktörlerdir. Özellikle üretimin arttırılamadığı bir dönemde nüfusun artmaya devam etmesi, artan nüfusun iş ve emek kaygısıyla  büyük şehirlere göçün hızlanması ve şehirlerin büyümesi sonucunda kamu harcamalarında bir artış gözlenmektedir. Buna paralel bir şekilde kamu gelirleri azalmayabilir veya yeterli ölçüde artmayabilir. Bu da bütçe açığını getirecek, bütçe açığı da enflasyonu hızlandıran bir etki yaratacak ve bunun sonucunda ekonomik krizlerin etkisini ve şiddetini arttıracaktır.

Türkiye’de sanayileşme ve büyümenin devletin öncülüğünde gelişme  yönünde bir seyir izlemesi, giderek devletin daha çok büyümeye ve ticarete müdahale eder hale gelmesine sebep olmuştur. Siyasi ve Politik faaliyetlerin bir sonucu olarak,  değişen iktidarlar da özelleştirmeyi bir fırsat bilerek kendi yandaşlarına bir rant sağlamaktadırlar. Özelleştirme gerçek amacından saptırılmıştır. Özelleştirme gelirlerinin de borç ödemeleri de kullanılması ile olay kronik bir hal almaya devam etmektedir Bu da Türkiye’de ekonomik dalgalanmaların oluşumuna katkı sağlamaktadır.

Türkiye’de ekonomik sistemin içinden kaynaklanan krizler, beklentilerin olumsuz olmasına ve enflasyon sürecinin hızlanmasına neden olmaktadır. Türkiye’de mevcut ekonomik yapının bizzat kendisi kriz üretmektedir. Bu olumsuz süreci yok etmek için sosyo-politik  açıdan günübirlik iktisat politikaları ile mücadele yapılamaz. Bunun yerine ekonomik sorunları çözmede uzun vadeli iktisat politikalarının belirlenmesi, yani taktik arayışlar yerine uzun süreli, reel dengesizlikleri  ve belirsizliği giderek beklentileri düzeltici politika stratejileri oluşturulmalıdır (Güvel,1998, s.3).

Başka bir deyişle, Türkiye’de meydana gelen ekonomik krizlerin giderilememesinin en önemli nedeni, siyasal ve toplumsal süreç içinde uygulanan popülist politikalar olmaktadır. Bu nedenle popülist politikalardan  bir an önce vazgeçilerek, ekonomik krizden çıkış için  gerekli olan  yapısal reformlar gerçekleştirilmelidir.

 

6.1.3. Tarımsal Nedenler

Modern dünyada, her ekonomik faaliyette makine kapitalinin kapsadığı yer giderek önem kazanmakta ve hatta en önemli bir yere sahip olmaktadır. Tarımsal faaliyetin de bu öneminin dışında kalması düşünülemez. Tarım sektörünün ekonomideki önemi, bu sektörden yerine getirilmesi beklenilen işlevlerden kaynaklanmaktadır (Dinler,1996, s.173).

Türkiye’de 1980’lı yıllarda faal nüfusun %60’a yakın kısmının tarım kesiminde çalıştığı görülür. Bu sebeple, tarım kesiminin gelirlerindeki değişmeler, toplumdaki alt gruplarına ilişkin  değişmeleri belirlemede önem taşımaktadır.

Türk tarımında üretimin yapısı ele alındığında, üretim değeri, istihdam edilen işgücü oranı ile toprak ve sermaye girdisi kullanımı açısından bitkisel üretim, ağırlıklı  bir yere sahiptir. Bu ağırlık daha sonraki yıllarda da devam etmiştir (Karluk,1996, s.172).

Tarımsal üretim hacmi, ekonomik büyüme ile birlikte miktar olarak artarken, tarımsal gelir de artmakta, buna rağmen tarımsal gelirin milli gelir içindeki payı azalmaktadır. Artan tarımsal üretime ve gelire karşın, tarım sektörünün milli gelir içindeki yerini koruyamamasının temel nedeni, ekonomideki diğer sektörlerin daha hızlı bir gelişme içinde olmaları ile iç ve dış ticaret hadlerinin devamlı olarak tarım aleyhine gelişme göstermesidir (Yumuşak / Bilen,2000, s.81).

24 Ocak 1980 kararlarının  uygulanmasından sonra, serbest piyasa koşullarının uygulanması stratejisi, devletin ekonomiye müdahalesinin azaltılması ve   ekonominin dışa açılması doğrultusunda uygulanan politikalar sonucu, tarım sektöründe var olan sorunları ağırlaştırmıştır. Taban fiyatları düşük tutulması sonucu destekleme alımları ve tarımsal girdilere uygulanan sübvansiyonlar büyük ölçüde azaltmıştır. Bunun sonucunda enflasyonun önlenemeyişi  iç ticaret hadlerinin  tarım sektörü aleyhine gelişimini hızlandırmıştır  (Şahin,2000, s.242).     

5 Nisan 1994 ekonomik istikrar kararlarıyla tarımsal destekleme politikalarının daha rasyonel bir biçimde uygulanmasını sağlamak amacıyla bir dizi önlemler alınmıştır. Bunlar finansman ihtiyacının azaltılması, stok artışların azaltılması,  üreticilere kredi kolaylıkların sağlanması, devlet adına yapılan tarımsal destekleme alımları kapsamının daraltılması, arz fazlası olan ürünlerde ekim alanlarının sınırlandırılması gibi önlemler yer almıştı (Oyan,1998, s.122).

Türkiye’de tarım sektöründe son yıllarda üretim artışı düşük kalmıştır. Tarım sektörü katma değeri 1994 yılında binde 3 düşüş kaydetmiş, 1995 yılında % 2, 1996 yılında %4,4 artarken, 1997 yılının ilk dokuz aylık döneminde % 1,2 gerilemiştir. Bu gerilemeler Türkiye’de ekonomik dalgalanmaların meydana gelmesinden sonra uygulanan yanlış politikalardan kaynaklanmaktadır (Parasız,1998, s.442).

Tarımsal üretim, destekleme kapsamının daraltılması ve alım fiyatlarının düşük tutulması, gübre ve tohumluk gibi girdilerde devlet desteğinin kaldırılması ve özellikle kredi faizlerinin yüksek olması gibi sebeplerle, büyük sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır  (Kepenek / Yentürk,2000, s.354).

 

7. FİNANSAL KRİZİN ETKİLERİ

Uluslararası finansal krizlerin her birinin kendine özgü bazı temel özellikleri sahip olmakla birlikte bazı temel nitelikler taşımaktadır. Bunların başında finansal globalleşme ile birlikte finans piyasalarının liberalleşmesi ve ülkelerin  yabancı sermaye üzerinde denetimleri kaldırmaları sonucunda meydana gelmektedir (Rhim/Schibik, 1994, s.276).

Günümüzde globalleşmenin en yoğun olduğu alan finans piyasalarıdır. Globalleşme ile birlikte finans piyasalarının liberalleşmesi uluslararası sermayeye büyük bir ivme kazandırmıştır.  Sermayenin bu niteliği özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler  açısından bir takım fırsat ve riskleri beraberinde getirmektedir (Steindel, 1999, s.2).

Tablo 1 Kriz Öncesi ve Kriz Döneminde Sermaye Hareketleri

 

Kriz Öncesi

Ocak 2000-

Ekim 2000

 

Kriz Dönemi

Kasım 2000-

Haziran 2001

 

Yabancılar: Net Semaye Akımı

15.179

 

-10442

 

Dolaysız Yatırım

589

 

2.406

 

Portföy Yatırımı

6.789

 

-8.457

 

Uzun Vadeli Sermaye Akımı

3.201

 

-553

 

Kısa vadeli Sermaye Akımı

4.600

 

-3.838

 

Yerliler : Net Sermaye Akımı

-5.257

 

-3.033

 

Dolaysız Yatırım

-751

 

-452

 

Portföy Yatırımı

-730

 

949

 

Uzun Vadeli Sermaye,Kayıtlı

-1.226

 

-1.847

 

Kısa vadeli Sermaye,Kayıt Dısı

-2.550

 

-1.683

 

Rezerv Degismesi

-2.324*

 

15.239**

 

Cari Islem Dengesi

-7.598

 

-1.764

 

(*) $ 499 Milyon IMF kredisi resmi rezervlerdeki $2823 milyon artıştan  oluşur.

(**) $ 8076 milyon IMF kredisi ile resmi rezervlerdeki $7163 milyon azalıştan oluşur.

Kaynak: Korkut Boratav; “2000-2001 Krizinde Sermaye Hareketleri”, İşletme

Finans Dergisi Eylül 2001, s. 10'dan TCMB verilerinden yararlanılarak hazırlanmıştır.

 

Türkiye  ekonomisinin içinde bulunduğu finansal krizlerden kurtulabilmek için uygulanmış olan 24 ocak, 5 Nisan ve 1999 ile 2001 ekonomik krizlerdeki programları ekonomide bir takım iyileşmeler sağlamakla birlikte, ekonominin  içinde bulunduğu finansal ve yapısal  sorunların kısa vadeli politikalarla çözümleyememeğini ortaya koymuştur.  1980’den itibaren uygulamaya konan istikrar politikalarında  belirtilen bazı temel hedeflere ulaşılmadığı ortaya çıkmıştır.  Bu hedeflerin başında finansal krize neden olan kamu kesimi finansman açıklarının azaltılması ve daha adil bir gelir dağılımının sağlanması gelmektedir.

Globalleşen finansal piyasalar, sisteme eklenen yeni finansal araç ve ürünler, kur dalgalanmaları ve yasal düzenlemeler gibi elde olmayan etkileyici faktörler riskin gerçek boyutlarının belirlenmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.

         Genellikle düşük gelir, geri teknoloji ve küçük piyasa çerçevesi içinde çalışan gelişmekte olan ekonomiler, sosyo-ekonomik yapılarını değiştirerek sanayileşmeyi amaçlamaktadır. Hızlı bir ekonomik büyümeyi hedef alan  gelişmekte ülkelerin amaçlarını gerçekleştirmek için uyguladıkları stratejilerden birisi de finans piyasasının istikrarlı bir yapıya kavuşturulmasıdır (Lıttle /Scıtovsky / Scott, 1970, s.59).

Finansal krizlerden korunmak amacıyla, finansal sistemin işlemlerini izleyen ve analiz eden bir grup uzman oluşturulmalıdır. Sanayileşmiş ülkelerin finansal ve endüstriyel alanların çoğunda bu tür gruplar faaliyet yapmaktadır. İktisadi ve para politikaları tutarlı ve mali kurumlar anlaşılır olmalıdır. Bu tutarlılık  finansal krizleri  önlemektedir (Grossman, 1992, s.807).

Finansal krizin etkilerini aşağıdaki boyutlarda incelemek gerekir.

 

7.1.  Piyasa Faiz Ortamı Üzerine Etkileri

Globalleşen ekonomilerde dengelerin yalnızca yurt içinde değil, uluslararası düzeyde kurulması gerekir. Piyasalarda oluşan fiyatlar arasında bağımsız değişkenler bulunmaktadır. Ekonomi dalı, globalleşen ekonomilerde bu dengenin oluşmasında en önemli değişkeni faiz paritesi olarak kabul etmektedir (Ertuna, 2001, s.7).

Tablo:2 Uluslararası Piyasalarda İşlem Gören Finansal Araçların  Miktarları (1993-1998) (Milyar $)

 

1993

1994

1995

1996

1997

1998

1999

Faiz Oranı Future’leri

Faiz Oranı Options’ları

Döviz Future’leri

Döviz Options’ları

Menkul Kıymetler Index Future’leri

Menkul Kıymet Index Options’ları

 

Toplam

4960

2362

34

75

 

110

 

232

 

7775

5807

2623

40

55

 

127

 

242

 

8897

5876

2714

33

120

 

172

 

338

 

9282

5978

3277

37

133

 

195

 

394

 

10118

7580

3639

42

118

 

211

 

810

 

12407

8019

4623

31

49

 

290

 

916

 

13931

7913

3755

36

22

 

334

 

1458

 

13521

Kaynak: IMF, 2000.

 

Finansal piyasalarda işlem görmekte olan fonların her birisi ayrı ayrı spekülasyon konusu olabilmekle birlikte özellikle hedge fonlar bu alanda en çok tartışılan finansal araçlardır.

Globalleşme süreci ile birlikte Türkiye’de döviz kuru spekülatif para hareketlerine karşı aşırı duyarlı hale geldiğinden, ulusal döviz rezervi, mal hareketlerinden çok para hareketleriyle belirlenmektedir. Globalleşme sürecinde faiz haddi de spekülatif para hareketlerinin temel belirleyicisi olmaktadır (Berksoy,1994, s.22).

Globalleşme sürecine bağlı olarak, yükselen faiz oranları tasarrufları yeterli ölçülerde teşvik edemediği gibi, maliyet artışlarına neden olarak enflasyon oranını yükseltmektedir. Mali serbestleşme sonucunda yükselen faiz oranları, bu durumda istikrarsızlık yaratıcı bir faktör haline gelmektedir.

Türk ekonomisinin birkaç yıldan beri karşı karşıya bulunduğu en büyük sorunlarından biri yüksek reel faizlerdir. Yüksek faiz oranları, enflasyonla mücadele  araçlarından birisi olarak görülse de, bir yandan yatırım ve ticareti  cazip olmaktan çıkararak spekülatif  yatırımları teşvik etmesi bir yandan da kamu giderlerini arttırarak bütçe dengesini olumsuz  etkilemesi nedeniyle sağlıklı bir ekonomik yapıya sahip olunmasını engelleyen bir faktör olmaktadır (Göktaş, 2000, s. 272).

Bir ekonomide beklenen enflasyon oranı ne kadar yüksek ise nominal faiz de o ölçüde yüksek olmaktadır.İstikrar arayışının olduğu dönemlerde yüksek enflasyon ile mücadele ekonomik programı olumsuz etkilemektedir. Enflasyon oranını hızlı bir biçimde düşürmenin tek amaç olarak hedeflendiği tutum da olumsuzluk etkisini daha pahalıya ödetmiştir.

Enflasyon ile mücadele çabaları dahilinde zaman zaman daha yüksek faiz ortamına sürüklenildiği Türkiye’de ve diğer bazı ülkelerde de gözlenmiştir. Bu durumda bütçe açıklarını kapamaya yönelen ekonomilerde iç borç stokunun piyasa faiz ortamına rakip sağlayacak orandaki faiz oranları hazinenin finansman maliyetlerini arttırmaktadır.Dolaylı olarak bu labirentte tekrar enflasyon yükselmektedir.

Faiz oranlarının maliyeti krizi arttırır. Krizin başlangıç aşamasında yükselmeye devam eden faiz oranları işletmelerin finansman maliyetlerini yükseltir, kredi olanaklarını daraltır, karlılığını azaltır. Tüketim mallarında fiyat artışı yanı sıra mallara olan talep de azalır, işletmeler dar boğaza girerken işten çıkarmalar başlar, işsizlik ekonominin önemli bir sorunu olmaya devam eder.

 

7.2. Ödemeler Dengesi Üzerine Etkileri

         Finansal krizlerin sonucu ödemeler dengesi üzerinde yarattığı etkilerden biri, cari açıkların artması gelmektedir. Sermaye girişindeki artış  cari açığın artmasına olanak vermektedir (Kepenek /Yentürk, 2000, s. 216)

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin en önemli sorunlarından biri, artan kamu harcamalarının finansmanının yetersizliği ve sistematik çarpıklığından doğan bütçe sorunudur.  Ödemeler dengesi açığı kavramının finansal krizlerin durumunun ve içeriğinin anlaşılması çabası, son yıllardaki ekonomik koşullarda büyük önem taşımaktadır (Dornbusch / Fischer, 1979, s.451).

Türk ekonomisinin 1980’li yılların sonundaki ödemeler dengesi krizi ve hızlı enflasyon süreci, büyük ölçüde sürekli artan kamu kesimi açıklarının parasal genişleme ile finansman yetersizliğinden kaynaklanmaktadır (Ulutürk, 2001, s.132).

Tablo 3. Türkiye Ödemeler Dengesi (Milyon Dolar)

YILLAR

1990

1991

1992

1993

1994

1995

1996

1997

1998

1999

2000

2001

CARİ İŞLEMLER DENGESİ

-2625

250

-974

-6433

2631

-2339

-2437

-2638

1984

-1360

-9819

3396

SERMAYE HAREKETLERİ

4037

-2397

3648

8903

-4257

4565

5483

6969

-840

4935

9610

-14198

ÖDEMELER DENGESİ

944

-1199

1484

308

206

4658

4545

3344

447

5206

-2997

-12924

MB DÖVİZ REZERVLERİ

1308

-1029

1484

308

206

4658

4545

3344

447

5206

-2997

-12924

İSTATİSTİKİ HATA

-468

948

-1190

-2162

1832

2432

1499

-987

-697

1631

-2788

-2122

 

Ödemeler dengesi açığı, ekonomideki reel faiz oranlarını, reel ücret düzeyini ve döviz kurunun oluşumu ve işleyişini oldukça önemli ölçüde etkilemektedir (Özker, 2000, s.109).

Ülkemizde ödemeler dengesinin bozuk olunmasının  belki de en önemli sebebi kamunun öncülüğü yaptığı yüksek faiz politikası nedeniyle yüksek gelir grubuna önemli ölçüde kaynak transfer etmesidir (Akkoyunlu, 1998, s.9).

Ödemeler dengesinin giderek bozulması sonucunda makro ekonomik ve dövizlerin  sürekli dalgalanması ve milli paranın gittikçe değeri düşmesi,  finansal piyasaların bozulmasına neden olmaktadır (Nenovsky / Hristov, 1998, s.8).

Ekonomilerde kamu açıklarının ekonominin daraldığı dönemlerde arttığı, genişleme dönemlerinde ise azaldığını bilinmektedir. Ekonominin canlanma döneminde , sonraki evre olan ekonominin genişlediği döneme göre kamu açıklarının düşmesi daha da hızlı olmaktadır (Bradford, 1974, s.298).

Günümüzde, artan kamu açıklarının piyasa faiz ortamını crowding-out etkisiyle yükselttiği bilinmektedir. Özellikle iç borçlanmaya fazla ihtiyaç duyan kamunun iç borçlanma ihalelerinde faiz oranını talebi hazine kağıtlarına çekmek amacıyla yükselttiği görülmektedir. Bu durum Türkiye’de  zaman zaman piyasa faiz oranının üzerinde faiz oranı ile iç borçlanma gerçekleşmiştir.

 

7.3. Tüketim Harcamaları Üzerine Etkileri

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler, gelişim süreci yaşamadan ve makro ekonomik dengeler sağlanmadan çok hızlı bir biçimde finansal globalleşmeye gitmeleri krizle karşı karşıya kalmalarına neden olmaktadır Finansal globalleşmeden önce yatırım ve tüketim harcamalarının kısılması, kamu teşekküllerinin özelleştirilmesi, sübvansiyonlara son verilmesi ve dış ticaret dengesinin sağlanmış olması gerekmektedir

Kriz döneminin en belirgin etkilerinden birisi tüketimdeki daralmadır. Ekonominin genişleme ve faiz oranlarının düşük olduğu evrede ucuzlayan kredili mal talepleri nedeniyle tüketim harcamaları özellikle dayanıklı tüketim mallarında artarken, kriz döneminde hızla yükselen faiz ortamı önce kredili mal taleplerini pahalılaştırması sebebiyle azalır, ardından önceden alınan krediler ödenemez duruma gelir, artan fiyat artışları, işsizlik ve daralan ekonomideki azalan talepler tüketimi azaltır. Ürettiklerini satamaz hale gelen işletmeler, kur farkları sebebiyle zaten artmış olan ithal girdi maliyetlerinin yüksekliği, ve borçlanma maliyetlerinin de etkisiyle üretimi kısarlar hatta durdurabilirler, bunun sonucunda da işten çıkartmalar, ücretsiz izinler , mevcut kapasiteyi azaltma gibi sonuçlar meydana gelmektedir.

Ekonomide bir yöntem olarak  vergiler de satın alma gücünü azaltmak amacıyla uygulanır. Fakat bazı vergiler piyasada satılan mal ve hizmetlere  yansımaktadır. Bunun sonucunda fiyatların yükselmesine neden olmaktadır (Savoie,1997, s.15-18).

 

7.4. Borsa Üzerine Etkileri

Günümüzde borsalar, soyut pazarlardır. Satıcı, elinde bulunmayan bir malı, bedelini ödenmeyen bir alıcıya satabilir. Satış akdi sözle yapılır. Alıcı ve satıcı, menkul kıymetler borsasına  giremezler. İşlemler profesyonel bir aracının hizmetinden yararlanılarak gerçekleştirilir (Hougen,1990, s.1-10).

Uluslararası sermaye hareketleri makro ekonomik politikalara, bankacılık sistemine ve beklenmedik politik ve ekonomik gelişmelere karşı  duyarlıdır. Sermaye girişi karşısında değer kazanmış yerli para uluslararası sermayenin bu duyarlılığına bağlı olarak kaçması sonucunda değer kaybına uğramakta ve finansal krizler yaşanmaktadır. Bir diğer ifadeyle; portföy yatırımları ile döviz kurları ve menkul kıymet fiyatları arasında yakın bir ilişki vardır. Nitekim, istikrarsız bu iki piyasa portföy yatırımları ile birbirine bağlanmakta ve karşılıklı etkileşim sonucunda finansal krizler doğurduğu gibi, aşırı dalgalanmalar döviz rezervlerine bağlı olarak da ödemeler dengesi krizlerine yol açmaktadır .

Tablo:4 Küresel Sermaye Hareketleri (Milyar Dolar)

 

1984-1989

1990-1996

1994

1995

1996

1997

1998

1999

Toplam

Net Özel Sermaye Akımları

 

13.5

 

144.2

 

155.7

 

195.3

 

214.9

 

123.5

 

56.7

 

129.2

Net Doğrudan Yatırımlar

13.0

64.8

85.3

99.6

120.4

147.2

127.5

118.6

Net Portföy Yatırımları

 4.4

64.0

104.4

40.7

80.2

69.9

35.3

41.9

Diğer Net Yatırımlar

-3.8

15.4

-34.0

55.1

14.2

-93.5

-106.1

-31.3

Net Resmi Yatırımlar

26.2

17.4

-2.1

23.2

 3.2

22.4

53.4

-0.6

Rezervlerdeki Değişmeler

-14.4

-79.6

-75.4

-121.0

-106.2

-37.7

-31.7

-67.3

Kaynak: IMF,1998:60.

 

Tablo.4’de görüldüğü gibi dünya ölçeğindeki sermaye hareketleri 84-89 döneminde sadece 13.5 milyar dolar iken, 1996 sonlarına doğru 215 milyar dolara yaklaşmıştır. Küresel krizin etkisi ile 1997 ve 1998 yıllarında yavaşlasa da, sermaye hareketlerinin 1999’dan itibaren tekrar hızlanmaya başladığı görülmektedir. Uluslararası sermaye piyasalarında bir günde el değiştiren döviz tutarı ise 1.5 trilyon dolardır. Bu miktar dünya mal ve hizmet ticareti ile karşılaştırıldığında, ulaşılan mal ve hizmet ticaretinin yaklaşık 50 katı tutarındadır(Yıldırım,1998:136).

Türkiye’de finansal liberalizasyona bağlı olarak artan portföy yatırımlarının aşırı dalgalanmasının beraberinde getirdiği krizler, spekülatif yatırımların üretken yatırımlara baskın çıkmasının yarattığı gelir dağılımı bozukluğunun giderilmesinde  sermaye kontrollerinin gerekliliği yönünde çözüm önerileri getirilebilmektedir

Finansal globalleşme olarak artan kısa vadeli sermaye akımlarının önemli bir sonucu reel getirilerin önemini yitirerek spekülatif güdülerin üretken yatırımlara doğru bir eğilim olması ve sermaye kontrolünü  engellemesi ile birlikte sermaye piyasalarında krizler meydana gelmektedir. Bu krizler zamanla uluslararası bir nitelik haline gelerek ulusal makro ekonomik politikalardaki denetimi de güçleştirmektedir (Blake,1990, s.12-15).

Ekonomilerde kriz dönemin de ve krize yakın tarihte borsalarda suni bir artış olmaktadır. Beklentilerin gerçekleşmelerden daha önemli olduğu gelişmekte olan ekonomilerin menkul kıymet borsalarında ise belirsizlik daha çok olmaktadır. Kriz dönemlerinde menkul kıymet borsalarına en fazla etken olan değişken piyasa faiz ortamıdır. Çünkü değişen faiz oranları ile gelecekteki nakit girişleri konusundaki bekleyişlerde değişmektedir.

Krizden çok kısa bir süre önce artmaya başlayan faiz oranları ve özellikle de kısa dönemli faiz oranları belirsizlik ile risk yükünü almış olan menkul kıymet borsalarından fonların kaçışına neden olmaktadır. Bu durumda işlem hacmi oldukça daralan borsanın yanı sıra tasarruflar kısa dönemli faizlere yönelmektedir.

Yükselmiş faiz ortamından ne kadar yara aldığı ve kriz ekonomisine ne kadar dayanacağı belli olmayan şirket hisse senetlerine karşı etkili miktarda talep azalışı olmaktadır. Bu dönemde zaten şirketlerin gelecekteki kar beklentileri de belirsizlik altında olduğundan krizin ardından gelen 3-6 aylık dönemde ise faiz ortamı gerilese de hisse senedi fiyatlarındaki değişkenlik yüksek olmaktadır.

 

7.5. Tasarruf üzerindeki Etkileri

Tasarruf kişinin, gelirinin bir kısmını  tüketim ihtiyacı için harcamayıp bir başka amaçla  kullanılması olayına  tasarruf adı verilir (Güçeri, 1993, s.114).

Finansal kriz, kişilerin  tasarruf arzularını kırar. Çünkü paranın değeri düşmeye devam ettiğinden yapılacak tasarruflar her geçen zamanla reel değeri azalacaktır. O bakımından tasarruf yerine, arsa, bina, altın, dayanıklı tüketim malları veya döviz tercih edilmektedir (Gali / Gertler,1999, s.195-97).

Bir ülkede iç tasarruflar gönüllü ve zorunlu tasarruflardan oluşur. Finansal kriz yapısı icabı zorunlu bir tasarruftur. Fiyatlar arttığında kişiler aynı gelirleriyle daha az mal alabileceklerdir.  Dolayısıyla sabit gelirlerin satın alma gücü azalacaktır (Ulusoy,1999, s.132).

Bir ülkenin ekonomik büyümesi bir dönemde o ülkede yapılan yatırımların toplamı ile yakından ilgilidir. Bu yatırımlarının  finansman kaynağı ise, o dönemde ülke içinde yapılmış tasarruflar ile ülke dışından sağlanan sermaye oluşturmaktadır (Sarıkamış,1995, s.13). Finansal globalleşmenin en belirgin faydası tasarrufların global düzeyde etkin dağılımının gerçekleşmesidir. Bu dağılım kaynakların en üretken kullanımıyla  ekonomik büyümeyi etkilemektedir (Fischer /Dornbusch,1997, s.457).

 

8. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

21 yüzyılda  yeni dünya ekonomik düzenin  temel  öğesi makro düzeyde serbest piyasa ekonomisine geçiştir; bütün ülkelerin dünya pazarı ile bütünleşmesi, ve finans piyasasındaki hareketlerin tam serbestleşmesi ile globalleşmesinin gerçekleştirilmesidir.

Globalleşme, tüm dünyayı bir bütün olarak görme ve faaliyetlerde bir entegrasyon  sağlama olarak algılanmaktadır. Gelişmiş ülkelerin  globalleşme süreci içerisinde başarılı bir şekilde  faaliyetlerini sürdürebilmeleri için öncelikle standartlaşmayı temel ilke olarak benimsemeleri gerekir.

Globalleşmeye hangi açıdan bakılırsa bakılsın gelişmekte olan ülke ekonomilerinin gelişmiş ülke standartlarına uyum gösterebilmek için rekabet yeteneklerini  süratle geliştirmelerini gerektirmektedir. Globalleşme süreci içinde rekabet yeteneğinin araştırılması  ve gücünün arttırılması diğer ülkeler gibi Türkiye açısından da önemlidir.

Ekonomik, teknolojik ve politik koşullarda meydana gelen değişmeler bazı ülkelere yeni fırsatlar yaratırlar. Türkiye’nin  coğrafik konumu da günümüz koşullarında küresel  rekabet için  potansiyel bir avantaj yaratmaktadır. Bunun gerçekleşmesi ise, Türkiye’de ekonomiyi yönlendiren  karar mercilerinin yenilikçe ve dinamik olmasına, değişen rekabet koşullarına hızla uyum  sağlamasına bağlıdır.

Türkiye’nin kendine özgü yapısal ve sosyal formasyonlarının etkileşimi doğrultusunda şekillenen ekonomik yapının  değişim uğraklarının yönünü ise, global ekonomik krizlerinin  dinamiği belirleyici olmaktadır.  Başka bir ifadeyle ekonomik krizler, içsel etkenlerin dışsal etkenlerden gelen sinyaller yönünde değişime uğramasıyla aşılabilmektedir.

Dünyada globalleşme sonucunda sermaye piyasalarının bütünleşmesi ile özellikle kısa vadeli sermaye hareketlerinin hızlanması ve çok büyük boyutlara ulaşması mali piyasalarında zaman zaman krizler doğmakta ve mali piyasalarda başlayan krizler reel piyasalara yansımaktadır.

Türkiye’de ekonomik politikaların belirlenmesinde, global krizdeki gelişmeler devamlı olarak göz önüne alınmalıdır. Bir yandan kronik enflasyonun hiper enflasyona dönüşmesi tehlikesinden uzak durulup, diğer yandan da üretimde şiddetli bir daralma ile gelecek çöküntüden kaçınmak gereği hususunda özen gösterilmelidir. Türkiye, dünya ticaretinde rekabet üstünlüğü sağlayabildiği ölçüde liberalleşme ve globalleşme hareketlerinden olumlu yönde  etkilenecektir.

Türkiye son yirmi yıldır ekonomide istikrarı sağlamada başarısız  olmaktadır. Bu durum ülke ekonomisinin kaynaklarından etkin bir biçimde yararlanmasını ve gelişmesini engellemiştir. Ekonomik gelişmenin toplumsal beklentileri karşılayamaması ve gelirin dengeli bir biçimde artmaması sosyal ve siyasal istikrarsızlığa neden olmaktadır. Kurumsallaşmanın yetersiz olması, meydana gelen istikrarsızlıkların krize dönüşmesini kolaylaştırmaktadır. Türkiye ekonomisi ürettiğinden  daha fazla tüketme eğiliminde olması sebebiyle krizlerle karşılaşmaktadır. Türkiye’nin aşması gereken sorun üretimdir. Türk  ekonomisinde değişik kesimlerin çıkarlarını koruma ve kollama çabası ve popülist politikalar uygulanması ülkede üretimin yolunu tıkayan en büyük engel olmuştur.

 

 

KAYNAKÇA

AKKOYUNLU, Pınar.(1998). “Konsolide Bütçenin Önemi ve 1998 Bütçesi”, İktisat Dergisi, Sayı:385.

AKMAN, Vedat.(1998). Modern Dünyadaki En Büyük Ekonomik kriz, İstanbul, Rota Yayınları.

AKDİŞ, Muhammet (2000), Global Finansal Sistem Finansal Krizler ve Türkiye, İstanbul, Beta Yayınları,.

ALTAY, Asuman.(2001). “Piyasa Ekonomisine Geçiş Sürecinde Kamu Maliyesi Sorunları ve Çözüm Önerileri”, Manas Kyrgyz-Turkısh Universty , Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:2.

BERKSOY,  Taner.(1993). ''Kur Faiz Kıskacı", Görüş Dergisi, Mart .

BLAKE, David.(1990). Financial Market Analysis, Mc. Graw Hill Book Co. Europa.

BRADFORD, William.(1974). “Price-Level Restated Accounting and The Measurement of İnflation Gains and Losses”, The Accounting Revıew, April.

BRUNO, Michael  and EASTERLY, William. (1998). “Inflation crises and long-run growth” Journal of Monetary Economics, Volume 41, Issue 1, 26-February.

COLLİNS, W. (1986). English Dictionary, (P. Hanks, W.T. Maleod, L.Urdang), İkinci baskı, William Collins and Sons&Co. Ltd., London.

ÇELEBİ, Esat. (2001). “İkibinbir Yılında Türkiye Ekonomisinin Genel Görünümü”, Doğuş Üniversitesi Dergisi, Sayı:4.

DEHEJİA, Vivek H  and  ROVE, Nicholas. (1998). “The Effect of Business Cycles on Growth: Keynes vs. Schumpeter”, Economic Inquiry, vol. 36, issue 3.

DENNİS W.Organ/ W.Clay Hamner. (1982). Organizational Behavior, Business Pub, U.S.A. 

DİNLER, Zeynel.(1996). Tarım Ekonomisi, Bursa, Ekin Yayınları.

DORNBUSCH, Rudiger  and FİSCHER, Stanly. (1979). Macroeconomics, New york, Mc.Graw-Hill.

DUMAN, Mehmet. (2000). “Küreselleşme Çağında Türkiye Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme”, Sosyal Bilimler Dergisi.

ERÇEL,Gazi. (1999). “Türkiye’de Enflasyon ve Büyüme İlişkisi”, İMKB Dergisi Cilt:3, Sayı:12.

ERKAN, Hüsnü. (1992). Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

ERTUNA, Özer. (2001). “Türkiye’nin Yaşadığı Krizler ve Çözüm Arayışları”, Muhasebe ve Finansman Dergisi, Sayı:11.

FİSCHER Stanley / DORNBUSCH Rudiger. (1997). Economics, Fifth Edition, İstanbul, Alkım Yayınevi.

GALİ, Jordi / GERTLER, Mark. (1999). “Inflation Dynamics:A structural Econometric Analysis”, Journal of Monetary Economics, Vol:44, Issue:2.

GÖKTAŞ, Abdülkadir. (2000). Küresel Kriz ve Türkiye,Ankara, Özen Yayımcılık.

GROSSMAN, Richard S. (1992). “Deposit Insurance, and Moral Hazard in the Thrift Industry: Evidence for The 1930s”, American Economic Revıew, No:82.

GÜÇERİ, Şinasi. (1993). Türkiye Ekonomisinin Yapısal Meseleleri  be Bir Çözüm Modeli, İstanbul, İş Dünyası Vakfı Yayınları.

GÜNDÜZ, Ali Y. (1999). “Türkiye Ekonomisindeki Yapısal Değişiklikler ve 1980 Sonrası Uygulanan İstikrar Politikaları”, Erciyes Üniv., İ.İ.B.F. Dergisi, Sayı:15.

GÜVEL, Alper. (1998). “Türkiye Ekonomisinin Kısa Dönem Analizi(1987-1997):Makro Politikalar ve Ekonomik Dalgalanmalar Üzerine Ekonometrik Bir İnceleme”, Çukurova Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt:8, Sayı:1.

HANSEN, Alvın H. (1978). Business Cycles and Natıonal Income, New york,. Norton Company, Inc.

HOUGEN, Robert. (1990). Modern Investment Theory, Prentice-Hall International Inc. Second Edition.

KARABIÇAK, Mevlüt. (2000). “Türkiye’de Ekonomik İstikrarsızlığın Tarihsel Gelişim Süreci”, Süleyman Demirel Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi, Sayı:2.

KARAGÜL, Mehmet. (2000). “Küreselleşme Küresel Kriz ve Türkiye”, Afyon Kocatepe Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi,Sayı:3.

KARLUK, Rıdvan. (1996). Türkiye Ekonomisi, İstanbul, Beta Yayınları.

KEPENEK, Yakup  /YENTÜRK, Nurhan. (2000). Türkiye Ekonomisi, İstanbul, Remzi Kitabevi Yayınları.

KİBRİTÇİOĞLU, Aykut. (2001). “Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükümetler, 1969-2001”, Yeni Türkiye Dergisi.

KÖK, Recep. (2001). “İktisadi Krizlerin Konjonktürel  Analizi ve Türkiye Özeline İlişkin Bir Deneme”, Yeni Türkiye Dergisi.

LİEMT, Gisbert Van. (1992). “Economic Globalization: Labour Options and Business Strategies in High Labour Cost Countries”, International Labour Revıew, Vol:131, No.4-5.

LİTTLE, L. / T.Scıtovsky /M.Scott. (1970). Industy and trade in some Devoloping Coountries: A Comperative Study, London, Oxford Üniv. Press.

MASCA, Mahmut. (2000). “Küreselleşme ve Küresel Kriz”, Dumlupınar üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:4.

MİNCER, Jacob /DANNİNGER,  Stephan. (2000). “Tecnology Unemployment and Inflation”, NBER Working Paper Serıes, No:7817.

MORGİL, Orhan. (1999). ‘Türk Ekonomisinin Yapısı ve 2000’li Yıllarda Uygulanacak Büyüme Politikaları’, Erciyes Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi,  sayı:15.

NENOVSKY, Nikolay and HRİSTOV, Kalin. (1998). “Criteria For Evaluation of The Systemic Risk Under Currency Board”, Bank of National Bank.

NEWBOLD, Paul. (1988). Statics For Business and Economics, Prentice-Hall International, Edition, new Jersey.

OMAN, C. (1994). Globalization and Regionalization, OECD.

ONGUN, M. Tuba. (2001). ‘İstikrar Arayışından Krize:Bir Değerlendirme’, Gazi Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi, Sayı:2.

OYAN, Oğuz. (1998). Türkiye Ekonomisi Nereden Nereye?, İstanbul, İmaj Yayıncılık.

ÖZBİLEN, Şevki. (2001).  “Türkiye’deki İktisadi Krizin temel Nedenleri ve Bir mali Sistem Reform Önerisi II”, Yeni Türkiye Dergisi, Eylül-Ekim.

ÖZKER, Niyazi. (2000). Enflasyonist Finansman Teorisi ve Türkiye, İstanbul, Beta Yayınları.

PAASCHE, Bernhard. (2001). ”Credit constraints and İnternational Financial crises”, Journal of Monetary Economics, Vol:48, İssue:3.

PARASIZ, İlker. (1998). İktisat ve İstikrar Politikalar, Bursa, Ezgi Kitabevi Yayınları.

POTTER, Simon M. (2000).  “A Nonlinear Model of The Business Cycle”, Studies İn Nonlinear Dynamics and Econometrics, July.

RHİM, Jong / SCHİBİK, Khayum and Timothy. (1994). ”Composite Forecasts of İnflation:A Improvement in Forecasting Performance”, Journal of Economics and Finance Vol:18, Number:3.

ROSEN, H. (1988). Public Finance, Irwin, İllinois.

SADIKLAR, C.Tayyar. (2001). “Türkiye’deki Son 20 yılın Ekonomik Krizleri Konusunda Bir Değerlendirme”, Yeni Türkiye Dergisi, Sayı:12.

SARIKAMIŞ, Cevat. (1995). Sermaye Pazarları, İstanbul, ALFA Basım Yayın Dağıtım.

SAVOİE, Leonard M. (1997). “Price Level Accounting, Pretical Politics, and Tax Relief”, Managment Accounting, January.

SERİN, Vildan. (1998).  İktisat Politikası, İstanbul, Alfa Yayınları.

STEİNDEL Charles. (1999). “The İmpact of Reduced Inflation Estimates on Real Output and Productivity Growth”, İn Economics and Finance, Vol:5, Number:9.

SVENSSON, Lars E. (1999). “Inflation Targeting as a Monetary Policy Rule”, Journal Of Monetary Economics, Vol:43, Issue:3.

ŞAHİN, Hüseyin. (2000). Türkiye Ekonomisi, Bursa, Ezgi Kitabevi Yayınları.

TULAY, Burçak / ERDÖNMEZ, Pelin A. (1999). “Küresel Krizlere Yeni Yaklaşımlar”, Bankacılar Dergisi, Sayı:31.

TURAN, Kamil (1994), “Küreselleşen Çağımız ve Çalışma Hayatı”, Kamu-İş Dergisi, Cilt:3, Sayı:3, (Ocak)

UCER, Murat /ALPER, C.Emre. (1998). ”Some Observations On Turkish Inflation:A”Random Walk” Down the Past Decade”, Boğazici Journal:Review of Social, Economic and Administrative Studies, Vol:12, No:1.

ULUSOY, Ahmet. (1999). Maliye Politikası, Trabzon, LEGA Kitabevi Yayınları.

ULUTÜRK, Süleyman. (2001). “Kamu Harcamalarının Ekonomik Büyüme Üzerine Etkisi”, Akdeniz Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi, Sayı:1.

WATERS, M, (1995). Globalization, London, Clays Ltd PLC.

WOİTEK, Ulrich . (1998).  Business Cycles, Germany, Physica-Verlag Company.

YILMAZ, Şiir. (2001). ‘Liberal İktisat Öğretisi, Kriz ve Türkiye Üzerine Bazı Gözlemler’, Gazi Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi, Sayı:3.
YUMUŞAK, İ.Güran / BİLEN, Mahmut. (2000). “Gelir Dağılımı-Beşeri Sermaye İlişkisi ve Türkiye Üzerine Bir Değerlendirme”, K. Ü., Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:1.