YIL: 9

SAYI: 105

EYLÜL 2006

 

 

önceki

yazdır

 

 

 Org. Hilmi ÖZKÖK

 

 

  

GENELKURMAY BAŞKANI ORGENERAL HİLMİ ÖZKÖK’ÜN DEVİR-TESLİM TÖRENİ KONUŞMASI


Sayın Cumhurbaşkanım, muhterem Hanımefendi, değerli konuklar, kahraman silah arkadaşlarım.

Törenimizi onurlandırdığınız için hepinize şükranlarımı sunarım.

Dört yıl önce bugün devraldığım, büyük bir şevk, heyecan ve onurla sürdürdüğüm Genelkurmay Başkanlığı görevimin sonuna gelmiş bulunuyorum. Elli iki yıldır şerefle ve kıvançla taşıdığım üniformama, kırk yedi yıllık subaylığıma, ki bunun yirmi iki yılını general olarak idrak ettim ve Türk Silahlı Kuvvetlerindeki kutsal görevime huzurlarınızda bugün veda ediyorum.

Geriye dönüp baktığımda, görevini bitirmiş bir insanın duyduğu huzuru hissetmekte olduğumu öncelikle ifade etmek istiyorum. Beni izleyecek olan bütün komutanların bu görevi benden daha iyi yapacaklarına olan inancım bu huzuru daha da derinleştiriyor. Arkama bakmadan, onlara güven dolu olarak ayrılıyorum.

Göreve başladığım tarihten bugüne kadar geçen dört yıllık süre içinde dünyada ve özellikle de ülkemizin yakın çevresinde çok önemli gelişmelere tanık olduk. Bu gelişmelerin önemli bir bölümü ülkemizin güvenliğiyle de yakından ilgili olduğundan, geride bıraktığımız dört yıllık süre birçok bakımdan yönetilmesi zor bir kriz ve değişim dönemi olarak tarihteki yerini alacaktır. Bu dönemde TSK’nin üzerine düşen görevleri ve çağın gerektirdiği uyarlamaları Komutan arkadaşlarım ve karargâh mensuplarımla oluşturduğumuz müşterek bir akıl ve gayretle gerçekleştirmeye çalıştık.

Konuşmamda geçmişe yönelik detaylı bir değerlendirme ve bir özeleştiri yapmayacağım. Modern teknolojinin, yönetilenler gözünde liderleri her yaptığı bilinen bir konuma getirdiği bu teknoloji çağında, geçmişte olup bitenleri herkes bilmektedir. Komuta ettiğim dönemin değerlendirmesini TSK’nin değerli mensuplarına ve yüce milletimin sağduyusuna bırakıyorum. Ancak gelecekle ilgili bazı düşüncelerimi ve öngörülerimi yüksek müsaadelerinizle huzurunuzda kısaca dile getirmek istiyorum.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Dünya üzerindeki diğer ülkelerden oldukça farklı ve yeni güvenlik değişkenlerinin göreceli konumunu kanattan merkeze kaydırdığı kilit bir coğrafyada yaşamak zorunda olan bir ülkeyiz. Ne yazık ki bu durum daha uzun yıllar değişmeyecek gibi görünüyor. Oysa ki, Soğuk Savaş sonrası dönemde tüm dünya gibi biz de büyük, parlak, ümit verici beklentiler içerisindeydik. Ancak tüm beklentilerimizin aksine ülkemiz için yeni güvenlik ortamında olumlu yönde fazla bir değişiklik olmadı. Birçok ülke için geleneksel tehditler ortadan kalkar, güvenlik koşulları iyileşirken ve bu ülkeler silahlı kuvvetlerinde ciddi indirimlere, savunma harcamalarında anlamlı azaltmalara giderken, ülkemizin güvenlik endişeleri son dönemde çevremizde meydana gelen olaylarla birlikte daha da arttı. Her şeyin bilindiği veya tahmin edilebildiği ve yönetilebildiği eski harika “soğuk savaş” dönemi artık gerilerde kaldı. Tahmin edilemezlikler, dondurulmuş çatışmalar, uluslararası güç dengelerindeki bozulmalar bütün ufkumuzu bir karabasan gibi sardı.

Bu sebeple, bu yeni ortam bize daima ihtiyatlı olmamızı dikte ettirmektedir. Kendi özel şartlarımızı dikkate almadan sırf herkes böyle yapıyor veya bizden böyle isteniyor diye köklü ve geri dönüşü olmayan değişimler yapmak, ileride ülkemizin yararına olmayan birtakım sonuçlar doğurabilir. Genel eğilimleri takip edebiliriz, hatta bazı uygulamaları içselleştirebiliriz. Ancak, yeni güvenlik ortamında aklımızla hareket etmek, duygularımızın etkisiyle yanlışlar yapmamak ve özgün davranmak zorundayız.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Doğu Bloğunun 1990’lı yıllarda çözülmesi sonrasında, Avrupa’daki birçok ülke için yakın çevreden kaynaklanan geleneksel tehdit kavramı ortadan kalktı. Hatta Devletler tehdit bulamadıkları için bir süre “tehditsizlik bunalımı” dahi yaşadılar. Bu durum, Batıdaki tehdit tanımlamalarında da önemli değişiklikler yarattı. Batılı ülkeler artık güvenlik kavramını yeni bir yöntemle yorumlamaya başladılar. Eskiden birbirleri için tehdit olan ülkeler, yaşadığımız süreçte ekonomik birer partner, aynı değerleri paylaşan ve ortak güvenlik kaygıları olan ülkeler haline geldiler. NATO da zorunlu olarak bu değişimle birlikte yeni ortama uyum çabası içine girdi. Aslında ülkemiz de, Batının bu yeni yaklaşımını gerektiren sebepleri algılamada bir güçlük yaşamadı. 11 Eylül sonrası dönem de dahil olmak üzere, Batının yeni yaklaşımları ülkemiz tarafından sürekli olarak paylaşılarak desteklendi. Nitekim, özellikle NATO’daki yeni güvenlik ortamının bir sonucu olan değişim çabalarına çok olumlu katkılarda bulunduk ve tabii kendi değişim faaliyetlerimizi de zamanlıca başlattık. TSK’nin kuvvet yapısını yeniden oluşturmayı hedefleyen Kuvvet 2014 projesi bu yaklaşımın bir sonucu olarak ortaya çıktı. Ancak kendi yakın çevremizdeki tehdit ve bu tehdidi karşılamak için oluşturulan stratejiler, tek taraflı ve iyi niyetli bütün çabalarımıza rağmen Avrupa’daki gibi büyük ve anlamlı bir değişime uğramadı.

Diğer taraftan, Kuzey Kore’den başlayıp Orta Doğu’ya uzanan eksen üzerindeki Kitle İmha Silahlarına sahip veya sahip olduğu yönünde şüpheler yaratan ülkelerin varlığı, günümüzde ülkemizin güvenliği için ciddi ve yön verici bir tehdit oluşturmaktadır. Bu sorun, uluslararası camianın yoğun diplomatik çabalarına rağmen çözülemezse, ülke olarak yakın gelecekte önemli karar noktalarıyla karşılaşmamızın kuvvetle muhtemel olduğunu düşünüyorum. Aksi takdirde bölgedeki stratejik üstünlüğümüzü kaybetmek durumuyla karşılaşırız.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Diğer taraftan, etkilerini artık herkesin çok daha iyi anlamaya başladığı küreselleşmeyle beraber, ülkelerin etki ve ilgi alanlarının sınırlarında da önemli değişimlerin olduğunu görüyoruz. Artık ülkelerin etki ve ilgi alanları neredeyse birbiri üzerine binmiş durumdadır. Bugün bu alanların nereden başlayıp nerede bittiğini tespit etmek mümkün değildir. Hatta bazı gelişmiş ülkeler için ilgi alanı, uzayın derinliklerine kadar uzanmaktadır.

Ülkemizin karşısında geleneksel tehdit yaratan bu oluşumların yanında, dışarıdan da ciddi şekilde desteklenen ancak büyük ölçüde kendi iç dinamiklerimizle ilgili olan; ülkemizin bölünmez bütünlüğünü hedef alan “bölücü” tehdit ile, Cumhuriyetimizin kurulduğu yıllardan itibaren laik rejimi sürekli tehdit eden ve zaman zaman da rejime meydan okumaya cüret eden irticayı da büyük bir dikkatle takip etmek ve gerektiğinde ilave tedbirler almak zorundayız. Bu iki konu daha uzun bir süre ülkemizin gündeminde ağırlıklı olarak yer bulmaya devam edecektir. Çünkü her ikisi de akıllı hasımlarımızın sosyal bünyemize dayattığı dahiyane iki hastalık unsurudur. Maalesef yurtiçindeki maşaları da çoktur. Ancak her iki konuda da Türk halkına büyük sorumluluk düşmektedir. Çünkü Anayasal bütünlüğün ve laik rejimin gerçek koruyucusu ve sahibi Türk ulusunun kendisidir. Türk Halkı olayları yakından takip etmeli, bölücü ve irticai hareketlere karşı demokratik tepkisini sürekli olarak ortaya koymalıdır. Zaten çağdaş bir toplum olmanın en temel özelliklerinden birini de gelişmiş bu toplumsal bilinç oluşturmaktadır. Çünkü bu iki tehdit ancak bu şekilde hareket etmekle sonlandırılabilir.

Bütün bu gelişmelerin ışığında ve bütün zorluklara rağmen ülkemiz de artık geçmişteki Türkiye değildir. Ülkemiz günümüzde, büyük ve güçlü bir ülke olarak uluslararası camiada yer almaktadır. Nitekim ben bu hususu yurt dışına çeşitli vesilelerle yaptığım seyahatlerimde Türkiye Genelkurmay Başkanı olarak bana yapılan muameleden daha iyi görme fırsatını buldum. Oysa ki bu konuda nedense kendimizi aşırı bir küçümseme, hatta çoğu kez kendimize karşı acımasız bir tutum içinde görmekten büyük üzüntü duyuyorum. Neden kendimizi, devletimizi, ülkemizi, yöneticilerimizi yerden yere bu kadar çok vurduğumuzu anlayamıyorum. Bazen medyada çıkan haberler ve yapılan programların içeriği, ülkemizin bu gerçek gücünü ve seviyesini fark edemeyen çok sayıda insanın var olduğunu gösteriyor. Halbuki, Türkiye öyle bir ülkedir ki, içinde yer aldığı ittifaklar ile çeşitli bölgesel ve hatta küresel oluşumlar için bir güç katlayıcıdır. Türkiye; Avrupa, Orta Doğu, Afrika ve Orta Asya’yı etkileyen jeopolitik ve jeostratejik konumuyla, çağdaş değerleriyle, demokratik yapısıyla, kültürel değerleriyle, insan potansiyeliyle ve ekonomik gücüyle dünya üzerindeki kilit ülkelerden birisi durumundadır. Bu sebeple, yapacağımız değerlendirmelere öncelikle “ülkemizin her bakımdan güçlü bir ülke olduğu” gerçeğini temel alarak başlamamız ve halkımızı bu yönde bilinçlendirmemiz gerektiğine inanıyorum. Türkiye’nin Trakya’daki küçük yurt parçası, Danimarka kadar büyüktür. İstanbul’un nüfusu, Norveç’in üç katıdır. Ankara’dan Hakkari’ye kadar olan mesafe, Ankara’dan Kahire’ye kadar olan mesafeye eşittir. Edirne’den Ardahan’a kadar olan mesafe ise, Karadeniz’den Baltık Denizi’ne kadar olan mesafeye eşittir. Türkiye bu bölgede muazzam bir ülkedir. Diğer bir çok ülkenin birkaç asırda gerçekleştirdiği bir değişimi, çok kısa bir zamanda, pek az acı çekerek gerçekleştirmiştir. Tabii problemleri de büyüktür. Ama kimin problemleri büyük değil ki.

Diğer taraftan, ülkemizin etki ve ilgi alanlarının da artık geçmişteki gibi sadece yakın çevresiyle sınırlı olmadığını düşünüyorum. Bu durum, doğal olarak ülkemizin menfaatleriyle ilgili yaklaşımları da etkilemektedir. Unutmayalım ki ülkemizin menfaatleri, Afrika’dan Avrupa’ya, Avrupa’dan Uzak Doğu’ya kadar uzanan çok geniş bir coğrafyaya dağılmaktadır. Bugün Afganistan’da iş yapan inşaat firmaları, Orta Asya Cumhuriyetlerindeki Türk yatırımcıları, Avrupa’da yaşayan Türk kökenli vatandaşlarımızın faaliyetleri ve ülkemizin hızla gelişmekte olan ekonomisinin enerji ihtiyacını karşılayan belli başlı enerji havzaları ve ulaştırma yollarının güvenliği artık diğer gelişmiş ülkeler gibi bizim de dünya üzerindeki ulusal menfaatlerimizin ana değişkenlerini oluşturmaktadır. Bu sebeple, dünyanın herhangi bir bölgesinde yaşayan vatandaşlarımızın ve yatırımcılarımızın güvenliğini tehdit edebilecek bir olay artık bizi de çok yakından ilgilendirmektedir. Nitekim, TSK’nin bugün gelinen noktada, Balkanlardaki, Kafkaslardaki, Afganistan’daki ve Afrika’daki çeşitli barışı destekleme harekatlarına hesaplı riskleri göze alarak birlik göndermesinin sebebi, dünya barışına katkıda bulunmanın yanında, milli menfaatlerimizi korumak ve desteklemektir.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Dikkatlere sunmak istediğim son bir konu da; “Başarısız Devletler”, “Entegre olamamış boşluk” ve “Zayıf devletler” gibi yeni tanımlardır. Bunlar günümüzde devlet yetkilileri ve akademisyenler tarafından sıkça telaffuz edilmektedir. Bu konu üzerinde dikkatle durmamız gerektiğine inanıyorum. Çünkü bu tanımlamalar, günümüzde devletlerin saygınlığı ve etkinliği üzerinde gittikçe daha belirleyici bir rol oynamaya başlamışlardır. Bunlar aynı zamanda yeniden çizilmeye başlanan dünya siyasal haritasının öncül temel taşlarıdır.

Etkin, saygın ve iyi işleyen bir devlet olmanın ana şartları; personel politikalarında liyakati esas alan ve profesyonelce yönetilen kamu kurumlarının varlığı ile etkili bir kurumsal anlayış ve bunları bir vizyona doğru yönetebilecek yetenekteki siyasal ve sosyal oluşumlardır.

Başarısız devletler ile ilgili sorunlar incelendiğinde görülecektir ki başarısızlığın ana sebepleri; kurumsallaşamama, yolsuzluk, tavassut, fakirlik, kaynakları kullanamama, ekonomik istikrarsızlık, sosyal refahı oluşturamama ve hakkaniyetle bölüştürememe, toplumsal bilinci ve kendine güveni geliştirememe, kanun hakimiyetini tesis edememe, güvenlik ve güven üretememedir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, etkili bir devlet profili yakalayan toplumların başarısında, toplumu oluşturan bireylerin aynı ülkü doğrultusunda hareket etmesinin ve liderleri tarafından bu yönde yönlendirilmesinin etkisi büyüktür. Özellikle, her konuda sürekli kavga eden, en basit konularda bile kendi içinde uzlaşamayan, temel değerleri savunacak toplumsal bilinçten yoksun, kurumlarını devamlı hırpalayan ve geleceği göremeyen, görse de görmemekte direnerek yeni tür bir irtica yaratan toplumların çağdaş normları yakalamaları hayal bile edilemez. Bu nedenle bir ulusun refahı, istikrarı, geleceği, bağımsızlığı için iç barışın öneminin altını affınıza sığınarak çiziyor ve bu noktada bir hususu özellikle dikkatlere sunmak istiyorum.

Son yıllarda, biraz önce belirttiğim tanımlar doğrultusunda devletler arasında bir gruplaşma veya sınıflandırma gün geçtikçe daha belirgin bir hale gelmektedir. Özellikle de güçlü devletler, her alanda kendi aralarında gittikçe artan oranda ortak bir anlayış ve işbirliğine yönelmiş durumdadırlar. Eski düşmanlıklarını bir tarafa bırakarak aynı kaptan karın doyurmaktadırlar. Bu devletler arasında kurulan etkili işbirliği meyvelerini günümüzde vermeye başlamıştır. Bugün sahip olunan teknolojinin, bilginin ve hatta güvenliğin çoğu bu ülkeler tarafından el birliğiyle üretilmektedir. Bu ülkeler ve bu ülkelerle yakın işbirliği içindeki diğer ülkeler dünya üzerinde “işleyen merkez” olarak adlandırılmakta, geri kalan ülkeler ise “bütünleşememiş boşlukta” gösterilmektedir. Ve ikinciler için gelecek bir kabustan ibarettir. Her biri kısırlaştırılarak, etkisizleştirilerek dünya kovanının işçi arıları yapılmaktadırlar.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Bugün kendi iç mekanizmaları iyi işleyen ve etkili bir kurumsal anlayışın olduğu iyi yönetilen ülkeler, bulundukları bu duruma Engizisyon, Aydınlanma, Rönesans, Hümanizm, Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi, Bilgi Devrimi gibi yüzyıllarca devam eden süreçleri birbiri ardına yaşayarak ulaşmışlardır. Biz ülke olarak, belki bu sürecin bazı bölümlerini bu ülkelerle birlikte aynı zaman diliminde yaşayamadık ancak benzer bir süreci, 1923’de Cumhuriyetin ilanıyla başlayan ve bugüne kadar devam eden süreçte hızlı çekim olarak yaşadık ve halen de yaşıyoruz. Dolayısıyla, bu sürecin mimarı ve çağdaş Cumhuriyetimizi çok sağlam temeller üzerine inşa eden Büyük Önder Atatürk’e şükran borçluyuz. Onun olağanüstü çabası, kararlılığı, düşünsel dinamizmi ve geleceği görebilme yeteneği olmasaydı, ülkemiz bugünkü noktaya asla ulaşamazdı. Bu sebeple, “işleyen merkez” içinde yer almak ve Büyük Önderin çağdaş uygarlık hedefini yakalayabilmek için bu süreci büyük bir kararlılıkla sürdürmek zorundayız. Dönemsel olarak yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen, ülkemizin dışarıdan görüntüsü ülkemizin işleyen merkeze çok daha yakın olduğu şeklindedir. Dileğim bu gerçeği hepimizin algılamasıdır.

TSK de, Türk ulusunun yaşadığı bu toplumsal gelişim ve değişimde çok önemli bir rol oynamıştır. Bütün yıpratma girişimlerine rağmen, gelecekte de bu rolü oynamaya devam edecek ve çağdaş değerlerden asla uzaklaşmayacaktır. Özellikle Batı’nın yaşadığı uzun değişim ve gelişim süreçlerinin özütü diyebileceğimiz Atatürk İlke ve Devrimlerinin toplum tarafından benimsenmesinde, Ulusun ve Ülkenin bölünmezliğinin ve lâik demokratik Cumhuriyet rejiminin muhafaza ve savunulmasında oynadığı etkin ve meşru rolden asla vazgeçmeyecektir.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Dört çarpı yüz metre yarışında 400 metreyi 4 rekortmen koşucu 38 saniyede koşabilmektedir. Aynı mesafeyi tek rekortmen koşucu ise 45 saniyede koşabilmiştir. Bu bakımdan kurumlarda da makul süreler sonunda yöneticilerin bayrak koşucuları gibi değişmesinde faydalar vardır. TSK’nde Komuta değişikliklerinin süreye bağlanmış olmasının ardında da bu mantık vardır. Süresini dolduran, bayrağı ardından gelene devreder ve yeni komutan onu daha hızlı taşır. Bu gün ben de bayrağı güvenle, kıvançla ve gururla Org. BÜYÜKANIT’a devrediyorum. Harp Akademisini beraber okuduğum, bu nedenle çok eskilerden beri dostum olan Org. BÜYÜKANIT üstleneceği zorlu göreve çok iyi hazırlanmış müstesna bir komutan ve seçkin bir liderdir. Kendisi, yurt içinde büyük birlik karargahlarında karargah subaylığı ve zor görevler üstlenmiş birliklerde komutanlıklar yaptırılarak denenmiştir. Müteaddit yurt dışı görevlerde uluslararası hizmetlerde başarılara imza atmış, engin gözlem ve sonuç çıkarma kabiliyetiyle bir çok yabancı ülkenin ürettiği değer ve tecrübeleri yurda taşımış, bizim tecrübe ve değerlerimizden de yabancıları yararlandırmıştır. TSK’nin Üniversitesi dediğimiz Genelkurmay Başkanlığı Karargahında, iki defa benim emrimde olmak üzere, birçok değişik görevlerde başarılı hizmetler yaparak kendini kanıtlamıştır. Bütün bu tecrübeleri, nitelikli kişiliği, yüksek ahlaki değerleri ve engin genel kültürüyle birleştiğinde Org. BÜYÜKANIT TSK’ni, kendisinin çizdiği yolda, 21.nci yüzyıla başarıyla taşıyacak bir Genelkurmay Başkanı olacaktır. Kendisine ve çalışma arkadaşlarına bu zorlu görevde başarılar, aile fertleriyle birlikte sağlık, mutluluk ve esenlikler dilerim.

Sayın Cumhurbaşkanım,

TSK bana ve aileme çok şeyler kazandırdı. Bugün sahip olduğum her şeyi ve konumumu TSK’ne borçluyum. Bunu hiçbir zaman unutmadım ve unutmayacağım. Ben de bütün meslek hayatım boyunca, elimin erdiği, gücümün yettiği kadar hizmette kusur etmemeye, emir komuta ettiğim gençleri geleceğe hazırlamaya, çok çalışıp çok üretmeye, yaptıklarımdan başkalarının acı çekmesine yol açmamaya özen gösterdim. Gene de Ulusuma ve TSK’ne olan borcumu ödeyebildiğimi sanmıyorum. Bu nedenle en büyük teşekkürü önce Ulusuma sonra da TSK’ne borçluyum.

Bunun yanında, hizmet sürem boyunca daima desteğinize mazhar olmaktan dolayı Zat-ı Devletlerine şükranlarımı sunarım. Zor günlerimde arkamda sizi hissetmek bana güç vermiştir.

Görev sürem boyunca TSK’ne daima destek veren; Meclis Başkanlarına, üç Hükümetin Sayın Başbakan ve Bakanlarına, Yüksek Yargı Organlarının Sayın Başkanlarına görevimizin ifasındaki katkıları için teşekkürlerimi sunuyorum. Birlikte çalıştığım Kuvvet Komutanlarına, Jandarma Genel Komutanlarına, üç ayrı İkinci Başkanıma, General, Amiral, Subay, Astsubay, Devlet Memuru, Uzman Erbaş ve Erlerime, muhtelif devlet kademelerinde birlikte çalıştığımız tüm sivil personele ürettikleri fikirler, sağladıkları destek ve yaptıkları işbirliği için keza teşekkürlerimi sunarım. Başarılar hepimizin, hatalar benimdir.

Bu vesileyle, Manisa’nın Turgutlu İlçesinden çıkıp bu makama ulaşmamda benim üzerimde büyük emeği olan rahmetli anneme, babama, maddi ve manevi katkılarını benden hiçbir zaman esirgemeyen bütün akraba ve dostlarıma, eğitimimde bana katkı sağlayarak beni onur verici makamlara taşıyan tüm öğretmen ve komutanlarıma bütün kalbimle şükranlarımı sunuyorum. Ebediyete intikal edenlere Allah’tan rahmet diliyorum.

Yazdıklarıyla kendimi ölçüp biçmeme, dolayısıyla doğrulara yönelmeme büyük katkıları olan basınımızın değerli mensuplarını da unutamam. Onlara da teşekkür ediyorum.

Ama beni her zaman daha doğrulara yönelten, zorluklar karşısında yüreklendiren birileri daha var. Sevgili eşim ve oğullarım ve onların eşleri ve torunlarım. Sevgileriyle beni ayakta tuttukları, dostlukları ve bana daimi destekleri için en özel teşekkürü onlara sunuyorum.

Sayın Cumhurbaşkanım, komutanlarım, kahraman silah Arkadaşlarım, muhterem konuklar, değerli basın mensupları.

En iyi dileklerimle hepinize saygılarımı sunuyor, arzı veda ediyorum.