|
|||||
|
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ VE 12 EYLÜL MÜDAHALESİNDE ORDU-BASIN İLİŞKİSİ
Özet: Bu çalışmanın amacı Türkiye’de 12 Eylül sonrası süreçte ordunun tutumunun basın özgürlüğü üzerindeki etkileri konusunda bir değerlendirmede bulunabilmektir.Çalışmanın ilk bölümünde dünyada basın özgürlüğünün önündeki engeller sıralanarak, Türk basınındaki ideolojik bölünmüşlük ayrıntılı bir şekilde izah edilmiştir.İkinci bölümde ise basın özgürlüğü üzerinde ordunun etkisi 12 Eylül müdahalesi zemininde ortaya konulmaya çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Basın özgürlüğü, gazete, sermaye, ideoloji, müdahale, politika
Abstract: The purpose of this work is to evaluate thee effect of the military’s behavior on the freedom of the press in post September 12 period. In the first part of the study, this obtacles to the the freedom of the press in the world listed and the ideological divisions are examined in detail. In the second part, the effect of the military on the press freedoms is explained on the basis of the September 12 military intervention. Keywords: Freedom of the press, newspaper, capital, ideology, intervention, politics
Giriş
Yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü büyük güç olan basının kamuoyu oluşumunda önemli bir etkisi vardır. Pierre Denoyer basının gücünü şöyle tanımlamaktadır: “Basın olmadan yönetmek, muhalefet etmek, öğrenmek ve öğretmek, inandırmak çalışmak veya dinlemek satın almak veya satmak artık imkansız hale gelmiştir. Basın hiçbir şeye yeterli değildir. Fakat basın herşeye ve herkese gereklidir.”[1] Napolyon’a göreyse gazete, “Hükümetin kararlarını destekleyen, onun istediği şekilde hareket eden matbuadır.”[2] Lenin’in ifadesinde ise gazete “ihtilalin en kuvvetli silahıdır.”[3] Kısaca “Her çeşit haberi topluma ulaştıran günlük haber aracı olan gazete, bu yönüyle halkı doğrudan doğruya etkilemekte ve sosyal bir müessese olarak kamuoyu yaratmakta ve kamuoyuna yön vermektedir…Basındaki haberler herşeyden önce özellikle günümüz dünyasında ekonomik, siyasal ve sosyal hayatı etkilediğinden gazete topluma yön vermektedir.”[4]
Kamuoyu oluşturmada bu kadar önemli bir rol üstlenen basının bu görevi yerine getirirken en çok ihtiyaç duyduğu aracın özgürlük olduğu hususunda belirgin bir hem fikirlilik vardır. Bu kanaate karşın basın özgürlüğünü kısıtlamaya, yönlendirmeye, suiistimal etmeye çalışan güçler bulunmaktadır. Bu güçler basın-sermaye ilişkisi sonucunda ortaya çıkabildikleri gibi rejim ve siyasal iktidar da bu gücü kendi lehine kullanmak suretiyle basın özgürlüğünü kısıtlayıcı faaliyetler içine girebilmektedir.
Bu çalışmada basın özgürlüğü üzerinde etkili olan unsurlar sıralanarak, Türkiye’de basın özgürlüğü ve tarafsızlığı, basındaki ideolojik bölünmeler zemininde ayrıntılı bir şekilde analiz edilmiş ve 1980 darbesi ve sonrasında ordu-basın ilişkisi yorumlanarak bu konuda bir yargıya ulaşılmaya çalışılmıştır.
Makalede geniş ölçüde gazetelerden yararlanılmıştır.Bunun nedeni, tek kanallı devlet televizyonu hariç görsel medyanın olmadığı 1980’lerin Türkiye’sinde gazetelerin “günlük haber aracı” olarak diğer yazılı basın araçlarından daha etkin bir şekilde “kamuoyuna yön verme” imkanına sahip olmalarıdır.
1. Basın Özgürlüğü ve Türk Basınında İdeolojik Bölünmeler
1.1 Basın Özgürlüğü
Tüm dünyada basının özgürlüğünü etkileyen ortak unsurlar vardır. Bu unsurlar arasında ilk sırada sayılabilecek olan sermayedir.
Sermaye, dünyada basının işlevini özgürce yerine getirmesinin önündeki ortak engel olarak gözükmektedir. “Basının birinci işlevi ileti aktarmak değil, farklı söylemlerin mücadeleye girişebilecekleri bir alan oluşturmaktır.”[5] Basının yukardaki tanımda belirtilen “işlevi” nasıl algıladığı ve uyguladığı üzerinde farklı görüş ve yorumlar bulunmaktadır. Bunlardan ilki basının “ideolojik” bir bakış açısının olduğu yorumudur. Stuart Hall’e göre basının en önemli işlevi, “…anlamın toplumsal inşasında üstlendiği ideolojik işlevdir. Bu ideolojik işlevi gözardı eden hiçbir araştırma medyanın toplumsal süreçte oynadığı rolü tam olarak ortaya koyamaz.”[6] Hall’ın “anlamın toplumsal inşası”ndan kastettiği şey, basında ileri sürülen görüşlerin iktidarla bağlantılı olduğu ve “simgeler yaratma gücünün” tarafsız olmadığıdır. Amerika’da yapılan bir araştırma da basın işçi isteklerini talepler, işvereninkini ise “teklifler” olarak yansıtmıştır.[7]
Basını ideolojik düzeyde ele alanlara göre basın, çıkar gruplarının ve mülk sahiplerinin elindedir ve bu grupların çıkarlarını seslendirmektedir. Marksist görüşü benimseyen ekonomi politikçilere göre ise basının rolü, ona sahip olan ve onu kontrol eden sınıfın çıkarlarını “yanlış” bilinç yönetimi aracılığıyla “meşrulaştırmaktadır.” Ekonomi politik yaklaşım için kapitalist bir kesimin sahip olduğu basın, iktidarı savunmaktadır. İktidarla basının bu işbirliği, iktidarlar değişse de aynı kalmaktadır.[8] Altschull da basının kendisine mali olarak destek olan kesimlerin “düdüğünü çaldığını” ileri sürmektedir. C. Wrigh Mills de toplumdaki elit sınıflar arasında sıraladığı basının diğer elit çıkar gruplarıyla bağlantıları ve çıkarları olduğunu iddia eder. En tepedeki basın patronları diğer seçkinlerle birliktedir ve önemli basın muhabirleri bu grupların içerisinde vakit geçirmektedirler. Basın mensupları, siyasetçiler, işadamları ve akedemisyenler çeşitli ortamlarda biraraya gelirler. Bu seçkinlerin aynı okullardan mezun olmaları da onları birbirlerine yaklaştıran diğer bir unsuru oluşturmaktadır. Bu konuda araştırmalar yapan Dreier önemli iktidar merkezlerinin basınla yakın ilişki içerisinde olduklarını savunurken, basının zaman zaman iktidarı eleştirmesini ise “düzeltici bir eylem”, kapitalist sistemin uzun soluklu çıkarlarını korumaya dönük bir eylem olarak yorumlamaktadır.[9]
Noam Chomsky’nin öne sürdüğü “propaganda modeli”ne göre basın özgürlüğü üzerinde diğer bir etkili unsur basına yönelik şikayetler ve mektuplardır. Bunlar daha çok sağdan, büyük mali kaynakları elinde tutan kesimlerden gelmektedir. Ekonomik gücü ellerinde bulunduranlar farklı kuruluşlar vasıtasıyla basını kendi taraflarında tutmaya çalışmaktadır. Chomsky seçkinlerin askeri darbeleri meşrulaştırmak, “faşist hükümetleri desteklemek,” solu ve işçi hareketlerini parçalamak içinde basını kullandıklarını ileri sürmektedir.[10]
Basın özgürlüğü üzerinde etkin olan diğer bir unsur da yasalardır. Siyasal iktidarların basını zorlayıcı yaptırımları, basında yer alan haberlerde benzerliği teşvik edici yönde gerçekleşmiştir.[11] Batı demokrasilerinde de hükümet basını yasaklama, tehdit ve tutuklama yöntemleriyle kontrol altında tutmaya gayret etmektedirler. Bu kontrolü hükümet basını yayın öncesi ve yayın sonrasında sansür ederek gerçekleştirmektedir. John Keane’e göre bunalım dönemlerinde hükümetler bu iki yöntemi birarada kullanmaktadırlar.[12]Sansür silahıyla basını kontrol eden hükümetlere karşın “siyasetçiler medya kurumları tarafından işletilen iletişim kanallarına erişme gereksinimi duyarlar…” Ancak bu basını hükümet karşısında daha rahat olmasını sağlayabildiği gibi basının hükümet ve siyasetçiler tarafından yönlendirilmesiyle de sonuçlanabilmektedir. Siyasetçilerin hangi olay ve yorumların gazetecileri harekete geçireceğini bilmeleri, gazetecileri siyasetçilerin birer propaganda kanalına dönüşmesine de neden olabilir. Sonuçta bu durum, gazetecilerin kendi yorumlarını aktarmalarına engel oluşturabilir.[13]
Basın özgürlüğünü sınırlayan diğer bir unsur da “iletişim pazarı”nın içinde birbirlerini geride bırakmayı hedefleyen rekabettir. Basın bazen ticari kaygılarla “kamusal tartışmaları ve siyasi konuları” kısıtlamaktadır. Basın işlerini sürdürebilmek için bazen “ne yutturabilirse” onu satmak zorunda kalmaktadır. Yalan reklama, rüşvete ve asparagasa dayalı haberlerle karşılaşılmaktadır.[14] Hükümetin basın özgürlüğünün bu türden ticari kaygılarla zarar görmesini önlemek için mali destek vermesi beklenebilir. Ancak bu beklenti, hükümetin bunu basını etkileme aracı olarak kullanabileceği endişesi ve bu yönde olabilecek eleştiriler nedeniyle bir temenniden öteye gidememiştir.[15]
Basının bazen “işleyiş rutinleri”de basın özgürlüğü üzerinde etkili olabilmektedir. Basın mensubu gerilim dolu olayları, savaşları da aktarmak zorunda kalabilmektedir. Savaşta “gazeteciler sıkıntıları paylaştıkça ve tehlikelerle birlikte karşılaştıkça askerlere daha da…” yakınlaşabilirler. Vietnam savaşını takip eden Amerikalı gazetecilerin “savaşı siyasal ve ahlaki içerimleriyle temize çıkaran”, savaşı ulusal bir çaba olarak tanımlayan ifadelere yer vererek aktardıkları görülmüştür.[16]
Basın özgürlüğünün üzerindeki diğer etmen de özellikle dış politika konularında gündeme gelen “ulusal çıkar”dır. Toplumun tüm kesimlerini ilgilendirmesi nedeniyle “ulusal çıkar”ın dış politika haberlerini iç politikada olduğundan daha fazla benzeşmeye yönlendireceği beklenebilir. Ancak toplumu oluşturan grupların iktidar üzerindeki etkisi ve temsil gücü eşit olmadığından, dış politikada toplumdaki tüm grupların çıkarlarının yer bulduğu seyrek görülür.[17] Bir ülkenin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünün korunması konusu dışında “ulusal çıkar” her grup tarafından farklı şekilde algılanabilmektedir. Bu da dış politika konularında basında farklı görüşlerin ifade edilmesini teşvik etmektedir.[18]
Basın özgürlüğü üzerinde etkili olan yukarıda sıralanan unsurların Türk basını üzerindeki etkileri konusunda araştırma sırasında bir kaynakla karşılaşılamaması nedeniyle bu konuda bir yargıda bulunmak güçtür. Ancak Türkiye’de de gazete çıkarmanın büyük sermaye gerektirmesi, gazete çıkaranların ekonomik gücü elinde bulunduranlar ve siyasi güç merkezleriyle iyi ilişkiler içinde olan kimseler olmasını gerektirmektedir. Türkiye’de gazete sahiplerinin ekonomik ve siyasi gücü elinde bulunduranlar veya onlardan destek alan kimseler olması, gazetelerin bu güç sahiplerinin görüşlerine yer vermelerine neden olabilmektedir. Türkiye’de gazete maliyetinin gazetenin satış fiyatının üzerinde gerçekleşmesi, gazeteleri reklam verenlere ve sermaye çevrelerinin çıkarlarına uygun hareket etmeye zorlamaktadır.[19]
1.2 Türk Basınında İdeolojik Bölünmeler
Türkiye’de basının “simgeler yaratma gücü” objektif olmamış ana hatlarıyla resmi ideolojinin yönlendiriciliği eşliğinde şekillenmiştir.Türkiye’de basını yönlendiren en önemli unsur, basın organlarının siyasal eğilimleridir.Diğer bir ifadeyle Türk basının mensuplarının angaje oldukları ideolojik yönelimler olmuştur.
Türkiye’de aktif politikaya katılım yönünden değerlendirildiğinde basın mensuplarının diğer meslek gruplarının tümünün gerisinde kaldıkları görülmüştür. 1977 milletvekili seçimlerinde Meclis’e giren gazeteciler yüzde 2,3 oranı ile en düşük katılımlı meslek grubunu oluşturmuşlardır.[20] Türk basınında 1961 anayasasının getirdiği özgürlük ortamında yeni bir tartışma ortamı açılmış, o zamana kadar devam eden kalem kavgalarının yerini ideolojik kavgalar almıştır.[21] Türkiye’de sol düşünce ve basın açısından 27 Mayıs’ın açtığı yeni dönemin önemi, Metin Toker’in de belirttiği gibi “…sol fikirlerin su üstüne çıkması, teşkilatlanması harekete geçmiş…”[22] olmasıdır. Bu dönemde “sağcı” yayınlarda da büyük bir patlama yaşanmıştır. Ancak “sağcı” yayınlar, “İslamcı ve “Türkçü” olarak kendi içinde de ayrılmaktadır.[23] 1960-1970 arası dönemde basın iki ideolojik kamp etrafında toplanmaktadır. Bir tarafta sol ve sosyalizm propagandasının yapıldığı Milliyet, Akşam ve Cumhuriyet, diğer yanda ise “sosyalizan düşünceleri savunan, propagandasını yapan yazıların karşıtı yayın organları Son Havadis ve Tercüman …”[24] gazeteleri kümelenmişti. “Cumhuriyet ve Akşam Adelet Partisi’ne muhalif yayın organı halindeydi. Tercüman ve Son Havadis gazeteleri ise iktidardaki Adelet Partisi hükümetinin yarı resmi organları gibiydiler…”[25] 12 Mart 1971 askeri muhtırasından 12 Eylül 1980 askeri müdahalesine kadar olan dönemin basını ise “…genel çizgileriyle ortada, ortanın solunda ve solda yer alan yazarlar ve yayın organları bir kümede, sağdaki yazarlar ve yayın organları ikinci bir kümede toplanmak üzere ikiye ayrılabilir. Birinci kümede Hürriyet, Milliyet Günaydın, Cumhuriyet ile uzun ömürlü olmayan Dünya, Vatan, Politika, Aydınlık ve Demokrat (son üçü 12 Eylül 1980’de kapatıldı.) yer almaktadır. İkinci kümedekiler Tercüman, Bayrak, Son Havadis (AP), Yeni Asya (AP), Sabah (AP), Hergün (MHP), Millet (MHP), Orta Doğu (MHP), Milli Gazete (MSP), Yeni Devir (MSP)’dir…”[26] Bu gazetelerin yanında 1960’dan sonra yayın hayatına başlayan, aydın kesim tarafından okunan ve kesintilerlede olsa 1988’e kadar yayın hayatını sürdüren Yön dergisi de savunduğu sosyalist ekonomi ve “emperyalizm karşıtlığıyla” ilk gruba girmektedir.[27]
Basının darbenin başlangıcındaki bu olumlu tutumu, ordunun basına yönelik tutumu ve basında yer alan dış politika haber ve yorumları üzerinde nasıl bir etkisinin olduğu çalışmamız açısından önemlidir.
Daha önce açıklanmaya çalışılan Türk basınındaki ideolojik ayrılmalar haber ve yorumların verilmesinde etkili olmuştur.Ancak ideolojik ayrılmalar değişmez olmamış ve bir yelpaze içerisinde dalgalanmalar şeklinde gerçekleşmiştir.Bu eğilim değişikliğinin ortaya konması ideolojik farklılığın anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Bu nedenle üç gazetenin kuruluşundan itibaren geçirdiği aşamalar incelenmiştir. Bu üç gazetenin seçilmesinin nedeni tirajları,[28] yayınlanmaya başlamalarından itibaren kapanmadan devam eden gazeteler olmaları,[29]bu nedenlerle de Sezer’in ifadesiyle “Türkiye’nin beş büyük gazetesi” arasında yer almalarıdır. Bunlara ek olarak bu üç gazete “fikir gazetesi sınıflandırmasına en fazla uyanlardır.”[30] Üç gazete de genel olarak gelişmeler hakkında ayrıntılı bilgilerle okuyucuya ulaşmaya çalışan gazetelerin başında gelmektedir. Cumhuriyet ve Milliyet “Türkiye’nin iki büyük fikir gazetesidir.”[31] Tercüman gazetesinin ise bu iki gazeteye oranla dış politikaya ilgisi daha düşük görünmektedir. Ancak gazetenin dış politikada “ulusal çıkar” kavramının içine giren gelişmelerin yaşandığı dönemlerde dış politikaya ayırdığı sütunlarında bir artış gözlenmiştir. Ancak Tercüman gazetesi genelde dış politika ile ilgili haberlerin derinliği ve sıklığı açısından takip edilen diğer iki gazetenin gerisinde kalmıştır.[32]
Siyasi eğilimleri itibariyle bu gazeteler değerlendirildiğinde, daha önceki sayfalarda belirtildiği gibi Cumhuriyet “sol”, Milliyet “ortada” ve Tercüman da “sağ” tarafta yer almaktadır. Cumhuriyet gazetesinin sol eğilimli kimliği 27 Mayıs’tan sonra ortaya çıkmıştır. 14 Mayıs’ta Demokrat Parti’den milletvekili seçilen Nadir Nadi’nin görüşlerinde 27 Mayıs’tan sonra radikal bir değişiklik meydana gelmiştir. Bu değişimi Nadir Nadi şöyle ifade etmektedir: “…çoşkuyla karşıladığımız 27 Mayıs’ın meydana getirdiği Kurucı Meclis’in elinden çıkan 1961 Anayasası “Cumhuriyet” olarak bize kuruluşumuzdan bu yana, 37 yıldır sürdürdüğümüz çizgimizi sola döndürme olanağı verdi…”[33] “Cumhuriyet gazetesindeki bu “sola döndürme” hareketinde hızlı davranıldığı anlaşılmaktadır. Gazetenin 1963’de yaşadığı idari ve ekonomik krize bir çözüm bulunması için gazetenin avukatı Menahim Alguadiş Altaş şu uyarıyı yapmaktadır: “Gazetenin sadık okuyucuları, gazetede intişar eden bazı yazıların aşırı sol cereyanları adeta müdafaa eder gibi bir mahiyet taşımasından dolayı endişe izhar etmişlerdir.”[34] Nadi’ye göre 27 Mayıs’a kadar yanlış yapılmıştır. Yapılması gerekeni ise Nadi şöyle açıklamaktadır: “…devrim düzenin sağdaki kapısını sımsıkı kapalı tutmak, soldakini açarak halkçılığı devletçiliği, devrimciliği çeşitli anlayışlara göre uygulamak partilerin vatandaş önünde serbestçe tartışmalarına imkan hazırlamalı idik.”[35] 12 Mart 1971 muhtırasından sonraki dönemde Cumhuriyet’in CHP’ye açık destek verdiği görülmektedir. CHP’nin 1973 seçimlerinden birinci parti olarak çıkması ve hükümeti kurma görevini almasının ardından “irili ufaklı tutucu partilerin gazetelerinin” tutumunu eleştiren Nadi, bazı köşe yazarlarını da “bir avuç çıkar grubunun dalkavukluğunu” yapmakla itham etmektedir. Nadi, ayrıca “mutlu azınlığın sayın alkış tutucuları” olarak tanımladığı bu yazarları “…CHP önderliğinde kurulması umulan halktan yana bir hükümetin başarısızlığa uğraması için şimdiden paçaları sıvamakla” suçlamaktadır.[36] Nadi’ye göre “…çağımız koşullarına en uygun halk yararına en elverişli programıyla CHP, bugün tek umut verici siyasal kuruluş görünümündedir. Ne var ki sağ partiler doğal olarak CHP’yi engellemek için ellerinden geleni yapmaktadırlar…”[37]
Ali Naci Karacan 1954 yılında ve kendi tesislerinde basılan ilk sayısında Milliyet’in ilkelerini şu şekilde sıralamaktadır: “İç politikada iktidarın hoşuna gitmek için muhalefete, muhalefetin hoşuna gitmek için iktidara küfretmeyen gazete. Dış politikada Türkiye’nin emniyetini düşünen, Türkiye’nin Asya ile Avrupa’nın kavşak noktasında Rusya’ya komşu, NATO’ya bağlı, üçlü Balkan İttifakı’nda temel direk, etrafındaki Arap devletleri yanında itibar sahibi, dünya nizamı üzerinde birinci derecede müessir olmaya başlamış büyük devlet olduğunu hesaplayan gazete.[38] Naci’nin açıkladığı bu dış politika çizgisinin, iktidardaki Demokrat Parti’nin söylemleriyle de önemli oranda benzeştiği görülmektedir.[39] Bu durum Milliyet’in Demokrat Parti’ye yakınlığından kaynaklanmamakta, dönemin muhalefet Partisi CHP’nin de paylaştığı bu hedefler konusunda ülkede dış politika konusunda bir görüş birliğinin var olmasındandır.[40] Milliyet’in “Umumi Neşriyat Müdürü” Abdi İpekçi, 6 Nisan 1964 tarihli sayısında, “Milliyet’ten Mektup” köşesinde gazetenin Atatürkçü, milliyetçi, din ve vicdan hürriyetini savunan, demokrasiye inanan, toplumcu karma ekonomiden yana, bağımsız bir gazete olduğunu ve bunların gazetenin “ilkeleri” olduğunu belirtmektedir.[41] 1950 yılında Ali Naci Karacan’ın ölümü üzerine gazetenin başına oğlu Ercüment Karacan geçecektir. 6 Ekim 1980 tarihli “Milliyet’ten Mektup” köşesinde verilen haberde, Ercüment Karacan Yönetim Kurulu Başkanı olarak açıklanırken, “bir yıldan beri Milliyet Gazetecilik AŞ’nin büyük hissedarı olan başarılı işadamı Aydın Doğan da aynı künyede şirket adına gazetemizin sahibi olarak yer almaktadır”[42] denilmektedir.
14 Eylül 1980’de Ali Gevgili’nin başyazarlıktan ve gazeteden ayrılmasından sonra boş kalan başyazarlığa 3 Mayıs 1981’de Mehmet Barlas gelecektir. Emin Karaca’ya göre eski bir “Marksist” olan Barlas 1983’te başlayan Özal’ın liberalleşme hareketiyle Özal’a yakınlaşmıştır.
Kısaca ifade etmek gerekirse 1960-1970 döneminde “sol” tarafta yer alan Milliyet,[43] 1970-1980 döneminde “ortada” yer alacaktır.[44] Gazete el değiştirmesinin ardından ise liberal bir çizgi takip edecektir.[45]
Kemal Ilıcak’ın çıkardığı Tercüman Adalet Partisi’ne yakınlığıyla bilinmektedir.[46] Tercüman gazetesi, 1960-1970 döneminde solcu olarak değerlendirilen Cumhuriyet ve Milliyet’ten farklı bir şekilde olaylara bakmış ve dış politikada Amerika başta olmak üzere Batı ülkeleriyle ilişkilerin geliştirilmesini savunmuş, Arap ülkelerine mesafeli durmuş ve Sovyetler Birliği’ne soğuk bir tutum sergilemiştir. Tercüman’ın muhafazakar bir yayın politikası izlemesine karşın Arap ülkelerine olan bu uzaklığının nedeni, Arap ülkelerinin Sovyetler Birliği ile yakın ilişkileri ve Mısır, Irak ve Suriye gibi ülkelerin rejimlerinin “Arap Sosyalist” rejimleri olmasıdır.[47] Tercüman’ın bu yayın politikası 1970-1980 döneminde de aynı şekilde devam etmiş, 1979’daki İran Devrimi’nde Batı yanlısı Şah’a verilen destekle de bu durum bir kez daha ortaya konmuştur. Tercüman, 1980’e yaklaşılırken iç politikada da, anayasanın düşünce özgürlüğünü kısıtlayan 141-142. maddelerinin kaldırılması konusunda Cumhuriyet ve Milliyet’ten farklı bir tutum almış, bu iki maddenin kaldırılmasına ülkede komünizmin gelişmesine yol açacağı endişesiyle karşı çıkmıştır.[48]
Türkiye’de sağ-sol mücadelesinin dorukta olduğu 1979 yılında, Tercüman ve Cumhuriyet arasında da kavgalar yaşanmıştır. Kavga, Uğur Mumcu’nun “Gözlem” köşesinde “Sahiplerinin Sesi” başlıklı yazısıyla başlar. Mumcu makalesinde Uluslararası Telefon ve Telgraf Şirketi olan ITT’in Türkiye temscisinin Ilıcaklar’a ait olan MİSTAŞ olduğunu belirterek şöyle demektedir: “Bir yanda emeği ve emekçi sınıfı savunan gazeteler ve yazarlar, öte yanda çok uluslu şirketlerin “vitrini” olarak kullanılan sözde milliyetçi yayın organları, gazeteler ve yazarlar...Milliyetçilik böyle işte. Çok uluslu şirket milliyetçiliği”.[49] Bu tartışma mahkemede sonuçlanacaktır. Bu kavganın ardından Mumcu, bu kez Tercüman yazarı Mukbil Özyörük’ü, 12 Mart’a kadar devrimci ve solcu olarak Cumhuriyet ve Devrim gazetelerinde yazarken, muhtıradan sonra “devrimcilikten istifa ederek sağcılığa başlamakla” suçlayacaktır. Mumcu, Tercüman ve onun yazarlarıyla olan kavgasını Tercüman’ın genel Yayın Yönetmeni Güneri Civaoğlu’nu “Demirel’in yazarı” olmakla suçlayarak devam ettirecektir.[50]
Görüldüğü gibi takip edilen gazeteler arasında 12 Eylül’e yaklaşılırken sağ-sol ve liberal ayrımları bulunmaktadır. Tercüman-Cumhuriyet örneğinde olduğu gibi bu ayrımlardan kaynaklanan ve sonu mahkemede biten kavgalar da yaşanmaktadır. Bahsi geçen üç gazetenin yanısıra süreli bir yayın olan Yön dergisi de araştırmamız kapsamında takip edilmiştir. Bu dergiden faydalanılmasının nedeni, araştırdığımız dönem süresince kısa süreli kapatılmalar dışında yayınlanmış olması, fikir dergisi kimliği taşıması, dış politika haberlerinin düzenli olarak yer alması ve Türkiye’de Sol’un görüşlerinin temsilcisi olmasıdır.[51] Derginin yayına başlamasını İlhan Selçuk şöyle anlatmaktadır: “Sanıyorum 1958’den beri Doğan Avcıoğlu ile bir dergi düşünmeye ve konuşmaya başlamıştık. Belki Doğan’da bu fikir daha eskiden de vardı, ama 27 Mayıs’tan önce Türkiye’de sosyalist bir derginin yaşaması imkansızdı. Bu yüzden sabırla zamanını beklemişti Avcıoğlu...Zaman zaman çevresi genişleyip daralan, birtakım toplantılarda Yön düşüncelerde gelişti. Cemal Reşit Eyüboğlu ve Mümtaz Soysal, Doğan’la birlikte derginin kurucularıdır.”[52]
Hasan Cemal, yazarlarının çoğunluğunu Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim görevlilerinin oluşturduğu Yön dergisini, sürekli okuduklarını belirtmektedir. Yön dergisi ilk sayısında “Yön Bildirisi”ni yayınlar. Cemal’in “Yakın siyasal tarihimizde derin izler bırakan ve Türk “sol” radikalizminin en önemli belgelerinden biri” olarak tanımladığı bu bildiride şu noktalara vurgu yapılmaktadır.[53] Türkiye’nin hızlı bir ekonomik kalkınmaya, bunun gerçekleşmesi için de “yeni bir devletçiliğe” ihtiyaç vardır. Batı ile bağa, “özel girişime” karşıdır. Landau’ya göre “yeni devletçilik”teki amaç, “Türk sosyalizmi yoluyla sosyal adaleti kurmaktır.”[54] Yön dergisinin uluslararası ilişkiler konularındaki görüşlerini de Cemal şöyle sıralamaktadır. “Nasır sosyalizminden, Arap Baaasçılığından, Üçüncü Dünya Solculuğundan hoşlanır…NATO’ya karşı..”dır. Sempatisi ise “Moskova’ya dönük”tür.”[55]
Yön’ü araştırmamızda kullanmamıza esas teşkil eden vasıflara haiz sağ düşüncede bir derginin olmaması nedeniyle, bu düşünceyi ifade eden bir derginin tutumunun ne olacağı üzerinde değerlendirme yapma imkanı olmamıştır.
2. Türkiye’de Ordu-Basın İlişkisi (1970-1980)
2.1 Türkiye’de 1971’den 1980’e Ordu-Basın İlişkisinin Kısa Tarihi
Türkiye’de basının askeri darbelere bakışının darbenin yapıldığı günlerde bir benzerlik arzettiği, ancak daha sonraki süreçte ise basın içinde “cunta yanlısı” olma suçlamalarının yapıldığı görülmektedir. Bu durumun güzel bir örneğini kime yönelik ve kimin ne kadar dahil olduğu bugün bile hala tartışmalı olan 12 Mart 1971 muhtırasında görmek mümkündür. 12 Mart muhtırasının hemen ardından Cumhuriyet gazetesinde Nadir Nadi 13 Mart’taki yazısında muhtıradan “Devrimci Ordunun Sesi” olarak bahsederken, Milliyet gazetesinde Abdi İpekçi 15 Mart tarihli yazısında muhtırayı halkın “olumlu” karşıladığını belirtmektedir. Bu iki gazetede muhtırayla ilgili ilk günlerde çıkan haberlerin vurgusu, muhtıranın “devrimci” yönü ve Demirel’e yönelik olduğu iddiasıdır. Tercüman gazetesinde ise Ahmet Kabaklı muhtıranın ilk günlerinde, 14 Mart’ta yaptığı yorumunda demokrasinin bundan “yara aldığını” belirtirken, ertesi günkü yorumunda ise muhtıranın Demirel’e yönelik olmadığını savunmuştur. Ahmet Kabaklı başta olmak üzere Tercüman yazarlarının muhtırayla ilgili yazılarında altını çizmeye çalıştıkları şey, muhtıranın “Moskofçu anarşiyi durdurmak” ve “komünizme dur” demek için yapıldığıdır.[56]
Muhtıranın beşinci yıldönümünde basında çıkan yorumlar, basının sonuçları itibarıyle muhtırayı nasıl gördüğünü açıklar niteliktedir. Cumhuriyet ve Milliyet yazarlarına göre muhtıra demokrasiye darbe vurmuştur ve sola yöneliktir.[57] Emin Karaca da muhtıradan “askeri darbe” olarak bahsederken şöyle demektedir: “…Böylece darbe eliyle Türk basının taraflarından sol, bir darbe eliyle susturulmuş, deyim yerindeyse kalemleri bağlanmış oldu…”[58] Tercüman yazarlarına göreyse muhtırayı sol istemiş, ancak ordu “memleketi felakete sürükleyen asıl suçluları” görmüştür. Tercüman yazarlarından İsmet Giritli muhtırayı “Demokrasiyi koruma ve yaşatma savaşı” olarak yorumlamaktadır. Sol basın için “demokrasiye darbe” vuran muhtıra, sağ basın için beş yıl sonra “demokrasiyi koruma ve yaşatma savaşı” anlamına gelmektedir.[59] Görüldüğü gibi sol basın 12 Mart’ın karşısında yer alırken, sağ basın yanında yer almıştır.Ancak her iki tarafda birbirlerini muhtıranın taraftarı olmakla suçlamışlardır. Muhalefeti ve iktidarıyla muhtıranın muhatabı olan siyasal partiler, özellikle de “CHP ve AP bu dönemi olağan demokratik yönetime geçişte bir ara dönem olarak…”[60] görmüşlerdir.
Dört kuvvet komutanı ve genelkurmay başkanının imzasını taşıyan ve 12 Eylül askeri darbesini yaklaşık dokuz ay öncesinden haber veren uyarı mektubu geniş bir şekilde basının gündeminde yer almıştır. Tercüman’da Nazlı Ilıcak bunun “mini muhtıra” olduğu ve buna hukuki bir temel aramanın yanlış olduğunu söylerken, Cumhuriyet’te mektup, dünyada ve Türkiye’deki gelişmelerden etkilenen ordunun görüş açıklaması olarak yorumlanmıştır. Milliyet’te konu ile ilgili verilen haberde Cumhuriyet’tekine benzer şekilde bir ifade kullanılarak, toplumun bir parçası olan ordunun gelişmelerden etkilendiği ancak ordunun demokrasiye bağlı olduğu yer almıştır.[61]
“Türkiye’de Askeri Darbelerin Sivil Rejimler Üzerine Etkileri” başlıklı doktora tez çalışmasında Nurşen Mazıcı, 12 Eylül 1980 darbesinin diğer darbe ve muhtıralardan farklı olduğunu, ekonomik ve toplumsal kargaşanın hakim olduğu bu dönemde basının da dördüncü kuvvet olma özelliğini kaybettiğini ileri sürmektedir. Mazıcı’ya göre “…artık 1960’lı ve 1970’li yılların ilk yarısındaki gibi her basın kuruluşu kendi yayın politikası doğrultusunda bir siyasal partiyi destekleme ya da demokratik rejimin çıkmazlarını dile getirme gibi bir işlev görmemekte, toplumsal kaynamanın yeniden belirleyeceği güç odaklarını kavrayamamaktadır...”[62] Mazıcı’ya göre, 12 Eylül’e yaklaşan Türkiye’de basın dönemin gelişmelerinin içinde kalarak “bozulmadan” payını almıştır. Mazıcı’ının ifadesiyle basın “dışarda bir güç” olmadığını göstermiştir. Artan ölü ve yaralama olayları basının sıradan haberi haline gelirken, sıkıyönetimin uzatılıp uzatılmaması tartışması ve hükümeti eleştiren günlük yorumlar gazetelerde yer almaktadır.[63]
12 Eylül darbesine basının tepkisinin ilk günlerden itibaren olumlu olduğu görülmüştür. Gazeteler darbenin gerekli hale geldiği ve huzurun sağlandığına vurgu yapmışlardır.[64] Tercüman gazetesinde darbe ile igili yazıda Türkiye’nin de demokrasi ile yönetilmesi gerektiği, ancak ordunun yönetime el koymasının “bu en çağdaş rejimin çökertilmesi gibi” yorumlanmaması gerektiği, çünkü uygulamaki demokrasinin içeriğini kaybettiği ve “kof” hale geldiği belirtilmektedir. Ordu demokrasiyi bu “kof” halinden çıkararak yeniden “üstün niteliklerini” kazandırmak için müdahale etmiştir.[65] Uğur Mumcu 14 Eylül’de “Gözlem” adlı köşesinde ordunun yönetime el koymasını “yağmurun yağması gibi doğal bir olay” olarak yorumlamıştır. 16 Eylül’de Cumhuriyet’in “Olayların Ardındaki Gerçek” köşesinde ise ordunun yönetime el koymasının bu kadar “sessiz, kolay ve gürültüsüz bir şekilde” gerçekleşmiş olması toplumun beklentilerine bu eylemin “karşılık vermesi” olarak yorumlanmıştır. Darbe ile ilgili olarak Milliyet gazetesinde 14 Eylül’de yayınlanan ve Milliyet imzalı olarak yer alan “Demokrasi için 12 Eylül’ün başarısı şarttır” başlıklı yazıda “ülkesini seven herkesin” yönetimin hedeflerini gerçekleştirmesine yardımcı olması gerektiği ve orduyu “müdahaleye zorlayan şartların normale döndürülmesi” açısından herkesin yardımcı olması gerektiği öne sürülmüştür.[66] Güneri Civaoğlu ise “Tercüman’dan Mektup” köşesinde “Tercüman Taraftır” başlıklı yazısında gazetenin 12 Eylül sabahı Evren’in yaptığı açıklamada belirttiği hususlarda “taraf” olduğu, halkın da bu görüşleri paylaştığını öne sürmüştür.[67]
Rauf Tamer 18 Eylül tarihli yazısında toplumun müdahaleye bakışı değerlendirildiğinde, bunun bir “Barış Harekatı” olduğuunun görüldüğünü belirtmektedir. Diğer bir Tercüman yazarı Mukbil Özyürük’e göre ise bu bir darbe veya ihtilal değil, “demokrasinin restorasyonu”dur.[68]
2.2 1980 Müdahalesi Sonrasında Ordu-Basın İlişkisi
Genel olarak sağ-sol ayrımı ordunun siyasal eğilimlerinin belirlenmesinde etkili olmamıştır. Askerler siyasal alanlardaki tercihlerini ideolojiler yerine belli kurumlara ve olaylara yönelik olarak yeniden oluşturma eğilimindedirler.[69] Kışlalı da ordunun pragmatik düşündüğünü sorunlar değiştiğinde ideoloji aynı kalsa bile içeriğinin değiştiğini ileri sürmektedir. Bu anlamda “Türkiye’de 27 Mayıs’ı gerçekleştiren askerlerle 12 Eylül’ü gerçekleştiren askerlerin Atatürkçülüğü aynı biçimde anladıklarını öne sürmek zordur.[70] Taha Parla’nın da vurguladığı gibi artık Türkiye de “Kemalizmin Türk-Batı sentezine dayanan içeriği üzerine kurulu olarak 57 sene gelen anlayış 1980’den sonra yerini “Türk-İslam Sentezi”ne bırakmıştır. “Milli değerler”, “Manevi yapılar” ve “Milli menfaatler”dir. Bu yeni sentezde İslam, milliyetçiliğin yanında ancak ikinci sıradadır. Bu yeni akım Milli Selamet Partisi’nin çizgisinden farklı olarak Batı karşıtı değildir.”[71]
Askeri yönetimin Kemalizmin “Türk-İslam Sentezi” üzerine kurulu yeni yorumu çerçevesinde basından beklentilerini Birand şöyle ifade etmektedir: “Basın milli takım maçlarındaki gibi tek ses tek yürek olmalı, 12 Eylül’le ilgili haberleri bu şekilde sunmalıydı. Gazeteciliğe bu gözle bakmayanlara karşı da gerekli önlemler alınmıştı.”[72]
Sonuç
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin Basın Meslek İlkeleri olarak kabul ettiği metindeki maddelerden üçüncüsünde, haber gerçeklere dayandırılarak oluşturulan bilgilendirme, yorum ise basın organının veya yazarın kişisel görüşlerini, inançlarını yargılarını içeren açıklamalar olarak tanımlanmıştır.[83] Türk basının da yer alan haber ve yorumları bu maddeye göre yorumladığımızda araştırmadan çıkan sonuç, basınımızın bu maddeye uygun hareket etmediği yönündedir. Bu tutumun en büyük nedenini 12 Eylül darbesiyle birlikte basına gelen sansür ve yaptırımlar oluşturmuştur. İkinci olarak ise James Curran’ın “siyasal partizanlık” olarak tanımladığı sağ-sol basın ayrımının etkili olduğu görülmektedir. Curran’a göre “sağdaki partizanlığı soldaki partizanlık” dengelemektedir. Curran bu tanımlamasının sağ basın için konu “ulusal çıkarlar” olduğunda “işlemez hale” geldiğine vurgu yapmaktadır.[84].
Sonuç olarak belirtmek gerekirse, dünyada basın özgürlüğü üzerinde etkili olan başta sermaye gibi baskı ve çıkar gruplarının Türk basını üzerinde de yoğun etkisi olmuştur.Basında geçmişten gelen yer yer ideolojik olarak bölünmüş yapının da basın üzerinde yönlendirici etkisi olmuştur denilebilir. Ancak 12 Eylül sürecinin yaşandığı bu dönemde basının yayın politikası esas itibarıyla ordunun çizdığı çerçeve etrafında şekillenmiştir.
KAYNAKÇA “Allah Yardımcıları Olsun”, Tercüman, 14 Eylül 1980, s.1. Arcayürek, Cüneyt: Demokrasi Döneminde Üç Adam, İstanbul, Bilgi Yayınevi, 2000. Birand , M.A.vd.: 12 Eylül Türkiye’nin Miladı, İstanbul, Doğan Kitapçılık, 1999. Cemal, Hasan: Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım, İstanbul, Doğan Kitapçılık, 1999. Cemal, Hasan: Tank Sesiyle Uyanmak, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1992. Gurevitch, Mitchael, ve G.Blumler Jay: “Siyasal İletişim Sistemleri ve Demokratik Değerler”, Medya, Kültür, Siyaset, Der:Süleyman İrvan, Ankara, Bilim Sanat Yayınları, 1997 İnuğur, Nuri: Basın ve Yayın Tarihi, İstanbul, Nihad Sayar Yayın veYardımVakfı Yayınevi, 1978. Hall, Stuart.: “İdeoloji ve İletişim Kuramı”, Medya, Kültür, Siyaset, Der:Süleyman İrvan, Ankara, Bilim Sanat Yayınları, 1997 Jeanneney, Jean Noel: Medya Tarihi, Çev:Esra Atık, İstanbul, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, 1998 Kabacalı, Alpay: Türk Basınında Demokrasi, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994 Karaca, Emin: Cumhuriyet Olayı, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1994. Karaca, Emin: Milliyet Olayı, İstanbul, Altın Kitaplar Yayınevi, 1995 Karaca, Emin: Türk Basınında Kalem Kavgaları, İstanbul, Gendaş A.Ş., 1998. Kayalı, Kurtuluş: Ordu ve Siyaset, İstanbul, İletişim Yayınları, 1994. Keane, John: Medya ve Demokrasi, Çev: Haluk Şahin, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1992 Kışlalı, Ahmet Taner: Siyaset Bilimi, İmge Kitabevi, Ankara, 1990. Koloğlu, Orhan: Türkiye’de Basın, İstanbul, İletişim Yayınları, 1992 Landau, Jacob M: Türkiye’de Aşırı Akımlar, Çev:Erdinç Baykal, Ankara,Turhan Kitabevi, 1974. Knut Lundby ve Helge, Ronning: “Medya Kültür İletişim:Medya Kültürü Aracılığıyla Modernliğin Yorumlanışı”, Medya, Kültür, Siyaset, Der:Süleyman İrvan, Ankara, Bilim Sanat Yayınları, 1997. 12 Eylül ve Sonuçları: İstanbul, İnsan Hakları Derneği Muğla Şubesi, 1992. Mazıcı, Nurşen: “Türkiye’de Askeri Darbelerin Sivil Rejimler Üzerindeki Etkisi”, (Yayınlanmamış Doktora Tezi) İstanbul Ünivesitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1988. Mumcu, Uğur:“Sahiplerinin Sesi”, Cumhuriyet, 23 Ocak 1979, s.1,11. Mumcu Uğur: “Eksiklikleri Var...”, Cumhuriyet, 20 Mart 1980, s.1,9. Nadi, Nadir: 27 Mayıs’tan 12 Mart’a, İstanbul, Sinan Yayınları, 1971. Nadi, Nadir: Sil Baştan, İstanbul, Bilgi Yayınları, 1975, Neziroğlu, İrfan: Türkiye’de Askeri Müdahaleler ve Basın, İstanbul, Türk Demokrasi Vakfı, 2003. Özdemir, Hikmet: Yön Hareketi, İstanbul, Bilgi Yayınevi, 1986. Parla, Taha: Türkiye’nin Siyasal Rejimi, 1980-1989, İstanbul, İletişim Yayınları, 1993. Sezer, Duygu Baz: Kamu Oyu ve Dış Politika, Ankara, Sevinç Matbaası, 1972. Şapolyo, Enver Benhan:Türk Gazeteciliği Tarihi, Ankara, Güven Matbaası, 1976. Shoomaker Pamela ve D.Reese Stephen: “İdeolojinin Medya İçeriği Üzerindeki Etkisi”, Medya, Kültür, Siyaset, Der:Süleyman İrvan, Ankara, Bilim Sanat Yayınları, 1997. Tılıç, L. Doğan: Utanıyorum Ama Gazeteciyim, İstanbul, İletişim Yayınları, 1998. Turhan, Mehmet: Siyasal Elitler, Ankara, Gündoğan Yayınları, 1991. Türk Basının Tarihçesi: Ankara, Ece Yayınları, 1976. Resolution 1003 on the Ethics of Jornalism, Forty-forth Session-sixth part, http://assembly.coe.int, 3 Temmuz 2005
|
[1] Nuri İnuğur, Basın ve Yayın Tarihi, İstanbul, Nihad Sayar Yayın ve Yardım Vakfı Yayınevi, 1978, s.20
[2] a.g.e.
[3] a.g.e.
[4] a.g.e, 21
[5] Knut Lundby ve Helge Ronning, “Medya Kültür İletişim:Medya Kültürü Aracılığıyla Modernliğin Yorumlanışı”, Medya, Kültür, Siyaset, Der:Süleyman İrvan, Ankara, Bilim Sanat Yayınları, 1997, s. 17
[6] Stuart Hall, “İdeoloji ve İletişim Kuramı”, Medya, Kültür, Siyaset, Der:Süleyman İrvan, Ankara, Bilim Sanat Yayınları, 1997 s.77
[7] (Mills ve Dreier’den aktaran), Pamela Shoomaker ve Stephen D.Reese “İdeolojinin Medya İçeriği Üzerindeki Etkisi”, Medya, Kültür, Siyaset, Der:Süleyman İrvan, Ankara, Bilim Sanat Yayınları, 1997, s.101
[8] a.g.e., s.107-109
[9] a.g.e., s.111-113
[10] (Chomsky’den aktaran),Pamela Shoomaker ve Stephen D.Reese “İdeolojinin Medya İçeriği Üzerindeki Etkisi”,a.g.e., s.114-115
[11] Duygu Baz Sezer, Kamu Oyu ve Dış Politika, Ankara, Sevinç Matbaası, 1972, s.104
[12] John Keane, Medya ve Demokrasi, Çev: Haluk Şahin, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1992, s.94
[13] Michael Gurevitch ve Jay G.Blumler “Siyasal İletişim Sistemleri ve Demokratik Değerler”, Medya, Kültür, Siyaset, Der:Süleyman İrvan, Ankara, Bilim Sanat Yayınları, 1997, s.210-211
[14] John Keane, a.g.e., s.56-57
[15] Jean Noel Jeanneney, Medya Tarihi, Çev:Esra Atık, İstanbul, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, 1998, s.338
[16] Pamela Shoemaker ve Stephan D., a.g.e., s.118-119
[17] Sezer, a.g.e., s.106
[18] a.g.e.,
[19] Orhan Koloğlu,Türkiye’de Basın, İstanbul, İletişim Yayınları, 1992, s.77-81, 85-89
[20] Mehmet Turhan, Siyasal Elitler, Ankara, Gündoğan Yayınları, 1991, s.191
[21] Emin Karaca, Türk Basınında Kalem Kavgaları, İstanbul, Gendaş A.Ş., 1998, s.312
[22] Hikmet Özdemir, Yön Hareketi, İstanbul, Bilgi Yayınevi, 1986, s.49
[23] Alpay Kabacalı Türk Basınında Demokrasi, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, s.300
[24] Karaca, Türk Basınında Kalem Kavgaları, s.313
[25] a.g.e., s.313
[26] a.g.e., s.324
[27] Jacob M. Landau, Türkiye’de Aşırı Akımlar, Çev:Erdinç Baykal, Ankara,Turhan Kitabevi, 1974, s.74
[28] Temmuz 1975 itibariyle Cumhuriyet’in trajı, 96.742, Milliyet’inki 244.349 ve Tercüman’ınki ise 316.028’dir. İsa Kayacan, Türk Basının Tarihçesi, Ankara ,Ece Yayınları, 1976, s.9
Bu gazetelerin 1980 yılı trajları ise sırasıyla 77.152, 231.754 ve 357.093’tür.Başbakanlık Basın Yayın İlan Kurumu
[29] Milliyet gazetesini Ali Naci Karacan 3 Nisan 1950’de çıkarmaya başlamıştır.Tercüman gazetesi 1955’te Semih Tanca tarafından çıkarılmış, 1961 yılında şirket haline getirilerek imtiyaz sahibi Semih Balcıoğlu, hemen ardından da Kemal Ilıcak olmuştur.Cumhuriyet gazetesi ise 1924 yılında Yunus Nadi Abalıoğlu tarafından çıkarılmış, Yunus Nadi’nin 1945’te ölümü üzerine ise oğlu Nadir Nadi gazeteyi çıkarmaya devam etmiştir. Enver Benhan Şapolyo, Türk Gazeteciliği Tarihi, Ankara, Güven Matbaası, 1976, s.230-247
[30] Sezer, a.g.e., s.108
[31] Sezer, a.g.e., s.112
[32] a.g.e., s.112
[33] Emin Karaca, Cumhuriyet Olayı, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1994, s.188
[34] a.g.e., s.169
[35] Nadir Nadi, 27 Mayıs’tan 12 Mart’a, İstanbul, Sinan Yayınları, 1971, s.234
[36] Nadir Nadi, Sil Baştan, İstanbul, Bilgi Yayınları, 1975, s.137-138
[37] a.g.e., s.150-151
[38] Emin Karaca, Milliyet Olayı, İstanbul, Altın Kitaplar Yayınevi, 1995, s. 77
[39] Hüseyin Bağcı, Demokrat Parti Dönemi Dış Politikası, Ankara, İmge Kitabevi, 1990, s.32, 55-71
[40] Zafer Yıldırım, “1957 Türkiye-Suriye Krizi”, İstanbul, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1996, s.41,73
[41] Karaca, Milliyet Olayı, s.236
[42] a.g.e., s.236, Koloğlu, gazetenin el değiştirmesinde Karacan’ın Abdi İpekçi ‘nin öldürülmesinin ardından gazeteden tamamen kopmasının da etkili olduğunu ileri sürmektedir. Orhan Koloğlu, Türkiye’de Basın, İstanbul, İletişim Yayınları, 1992, s.80
[43] Karaca, Türk Basınında Kalem Kavgaları, s.312
[44] Kabacalı, a.g.e., s.324
[45] Karaca, Türk Basınında Kalem Kavgaları, s.312
[46] Kabacalı, a.g.e., s.330
[47] Sezer, a.g.e., s..511-533
[48] Kabacalı, a.g.e., s.329-331
[49] Uğur Mumcu, “Sahiplerinin Sesi”, Cumhuriyet, 23 Ocak 1979, s.1,11
[50] Uğur Mumcu, “Eksiklikleri Var...”, Cumhuriyet, 20 Mart 1980, s.1,9
[51] Yön dergisi Aralık 1961’de yayın hayatına başlamıştır.İmtiyaz sahibi ve yazı işleri müdürü Doğan Avcıoğlu’dur.
[52] Özdemir, a.g.e., s.49-50
[53] Hasan Cemal, Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım, İstanbul, Doğan Kitapçılık, 1999, s.108
[54] Landau, a.g.e., s.80-81
[55] Cemal, Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım, s.111
[56] İrfan Neziroğlu, Türkiye’de Askeri Müdehaleler ve Basın, İstanbul, Türk Demokrasi Vakfı, 2003, s.157-159
[57] Landau, a.g.e., s.316-320
[58] Karaca, Türk Basınında Kalem Kavgaları, s.315
[59] Kabacalı, a.g.e., s.320-322
[60] Kurtuluş Kayalı, Ordu ve Siyaset, İstanbul, İletişim Yayınları, 1994, s.186-187
[61] Neziroğlu, a.g.e, s.172-175
[62] Nurşen Mazıcı, Türkiye’de Askeri Darbelerin Sivil Rejimler Üzerindeki Etkisi, İstanbul, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1988, s.143
[63] a.g.e., s.143-144
[64] 12 Eylül ve Sonuçları, İstanbul, İnsan Hakları Derneği Muğla Şubesi, 1992, s.91-95
[65] “Allah Yardımcıları Olsun”, Tercüman, 14 Eylül 1980, s.1
[66] Neziroğlu, a.g.e., s.176-177
[67] a.g.e., s.179-180
[68] a.g.e., s.179-180
[69] Ahmet Taner Kışlalı, Siyaset Bilimi, İmge Kitabevi, Ankara, 1990, s.236
[70] a.g.e., s.236-237
[71] Taha Parla, Türkiye’nin Siyasal Rejimi, 1980-1989, İstanbul, İletişim Yayınları, 1993, s.200-205
[72] M.A.Birand/H.Bila/R.Akar, 12 Eylül Türkiye’nin Miladı, İstanbul, Doğan Kitapçılık, 1999, s.214
[73] Cüneyt Arcayürek, Demokrasi Döneminde Üç Adam, İstanbul, Bilgi Yayınevi, 2000, s.81
[74] Hasan Cemal, Tank Sesiyle Uyanmak, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1992, s.70
[75] M.Ali Birand vd, a.g.e., s.217
[76] Cemal, Tank Sesiyle Uyanmak, s.259
[77] a.g.e., s.58, 97, 259
[78] a.g.e., s. 99
[79] a.g.e., s.401-402
[80] L.DoğanTılıç, Utanıyorum Ama Gazeteciyim, İstanbul, İletişim Yayınları, 1998 s.296
[81] “1982 Anayasa’nın referandumu öncesinde bir gazeteciler sitesinde oturan birçok gazeteci nasıl oy vereceklerini belirlemek üzere toplanırlar. “Hepimiz hayır dersek çok göze batarız, en iyisi aramızdan bazıları evet desin diye karar alırlar.Anlaşma tamamdır.Ancak, oylar atılıp, sayım yapıldıktan sonra görülür ki , sitede oturanların ezici çoğunluğu anti-demokratik olarak niteledikleri anayasaya evet oyu vermiştir”,Tılıç, a.g.e., s.294
[82] a.g.e., s296
[83] Resolution 1003 on the Ethics of Jornalism, Forty-forth Session-sixth part, (Çevrimiçi), http://assembly.coe.int, 3 Temmuz 2005
[84] (Curran’dan aktaran), “Siyasal İletişim Sistemleri ve Demokratik Değerler”, Michael Gurevitch ve Jay G.Blumler, a.g.e., s.149-150
[85] a.g.e., s.200