YIL: 9

SAYI: 99

ŞUBAT 2006

 

 

önceki

yazdır

 

 

 

 Talat SARAL

 

 

  

NE  DEMİŞTİK, NE  OLDU? (2)


AB ile ilişkiler konusunda Şubat 2003 ayında Frankfurt’taki konferansımda  söylediklerimin geniş bir özetini veren Hessen Güncel Gazetesi’nin Şubat 2003 sayısından konuyu aktarmayı (önemi dolayısıyla araya sıkıştırma gereği duyduğum Alman seçimleriyle ilgili yazımdan sonra) bugün de sürdürüyorum. (Parantez içi ilaveler, açıklayıcı ifadelerdir.)

 

< Üçüncü konu, Gümrük Birliği’nin (GB) daha da genişletilmesidir. Gümrük Birliği’nin hizmetlerin serbest dolaşımını ve tarım sektörünü de kapsaması öngörülüyor.

 

Mevcut GB (o tarihe göre) 7 yılda bize ağır zararlar verdi, yine de sesimiz çıkmadı. Anlaşılan bunu yeterli görmeyen AB, nalıncı keseri gibi dayatacağı bu iki konu ile de sözde bize özel statü verecek. Oysa (yapılması gereken) GB’yi genişletmek değil, öncelikle mevcudu düzeltmek, tam üyeliğe kadar askıya almak zorunludur. GB’nin yalnızca dış ticaretimimizdekilk 5 yıllık net faturası (AB ile ticaretimizden doğan açık) 53,5 milyar dolardır. Bu açık en azından yarı düzeyde kalsaydı, dış borcumuz da o düzeyde azalacak veya döviz rezervlerimiz aynı miktarda artacak, böylece krizlere düşmeyecek ve IMF’ye bu denli bağımlı kalmayacaktık.

 

Oysa biz, Avrupa Birliği kapısında sırtımızda Gümrük Birliği hançeri ile bekliyoruz.(Bu ifade gazetedeki yazıya da başlık yapılmıştır.) Buna rağmen mucize olmadığı takdirde Türkiye AB’ye alınmayacaktır. Türkiye önündeki 15 engeli  (o tarihte mevcut üye sayısı) aşabilirse, karşsına yeni üye olan 10  engel (Kıbrıs Rumları dahil, 1.5.2005 tarihinden itibaren AB’ye üye olan 10 üye) daha çıkacaktır.

 

AB şimdiye kadar Türkiye ile ilişkilerinde sözünde durmamıştır.Türkiye’ye 1999’da adaylık verilmesinin sebebi (teröristbaşının kellesini kurtarmak ve) Türkiye’nin sesini kısmak içindir. Biz gerçekten aday olsaydık müzakerelerin (çoktan) başlaması gerekirdi. Bunca olan bitenden sonra artık Türkiye göstermelik görüşme takvimi değil, tam üyelik tarihi istemelidir ve bu tarih hiç bir şekilde Romanya,Bulgaristan ve Kıbrıs’ın üyeliğinden sonraya kalamaz, kalmamalıdır.

 

Eğer bu yapılmazsa ‘tren’ işte o zaman kaçar. Çünkü bu kez daha büyük engelleri aşarak masaya oturma ve masada AB’nin sonu gelmez istekleriyle bizi oyalama dönemi başlar. Masaya oturmak tam üyelik garantisi de vermiyor.

 

Takvim ve tarih verilmemesi halinde AB ile ilişkilerimizin aynen devam etmesi düşünülemez, düşünülmemelidir. Bize kapıyı kapayıp, hiç bir neden yokken Avrupa ile tek bir coğrafi bağı bile bulunmayan ve kandi anayasası dahi olmayan ve Kıbrıs Rum kesimini tam üye yapmaya böylece uluslararası hukuku hiçe saymaya yeltenen ve bunu son zirvede ön karara bağlayan AB Türkiye’ye karşı düşmanca niyetini açıkça göstermiştir. Bu halde AB’ye gereken cevap en radikal biçimde verilmelidir.Gecikmeli de olsa, 5 gün sonra bu kararı tanımadığımız yolunda hükümetçe yapılan açıklamanın devamı mutlaka getirilmelidir. Bu cevap ‘Rum kesiminin tam üyeliğine karşı biz de KKTC ile entegrasyona gideriz’ den ibaret kalamaz. Bu sadece gerek şarttır. Yeter şart değildir ve en hafif tepki olarak kalır.>

 

Sonuç yerine bir soru: O konferansta söylediklerimi, yukarıda olduğu gibi bugüne taşımış olsak  acaba hangisi yanlış veya abartılı olurdu, korkulanlar fazlasıyla başımıza gelmede mi? (Bitti)

 

NOT: Sandıktan belirsizliğin çıktığı Alman seçimlerinde Türk karşıtlığı Bayan Merkel’e oy getirmedi.Üstelik liderliği de tehlikede. Sn. Schröder’in başbakan kalma şansı daha yüksek. Yoksa yine erken seçim ufukta.  Acaba Almanlar da giderek bize mi benziyor?...