YIL: 5
SAYI: 59
KASIM 2002
 

önceki

yazdır

Talat SARAL

 

 

KIBRIS AB’NİN PASAPORTU İMİŞ!


 

Haberlere göre, Yunan Başbakanı Simitis dün yaptığı açıklamada, Kıbrıs’ın Türkiye’nin AB’ye giriş pasaportu olduğunu söylemiş. Simitis’in bununla kastettiği çok açık ve basit: Vereceğiz Kıbrıs’ı, alacağız AB pasaportunu…

 

Meğer ne kadar kolaymış da haberimiz yokmuş ve 37 yıldır boş yere bunca sıkıntılara katlanmışız. Peki, pasaportu alınca elimizi kolumuzu sallaya sallaya vizesiz AB’ye girebilecek miyiz?

 

Bu konuda akıl hocamız komşu Simitis birşey söylememiş.   Herhalde pasaport verecek kadar cömert (!) davranan komşu, vize gibi bir formalite konusunda zorluk çıkarmaz.

 

AB’ye karşı olanlar, “Bu Yunandır belli olmaz, yarın da vize karşılığı Ege şartını ileri sürer” diyerek öneriye soğuk bakabilir.

 

Herhalde, “içimizdeki AB komiserleri” ve tarih bilincinden, jeostrateji biliminden yoksun kimi yazarlarımız ve aydınlarımız da şöyle düşünüyordur: Bu kadar da kötümser olmamalıyız. Kendisi iyi niyetli. Türkiye’ye hala şaşı bakıyor diye, bakanı Pangalos’u bile hükümetten attı. Bizim AB’ye girmemiz için çok çalışıyor. Helsinki’de Yunan Megalo İdea’sını bile hiçe sayarak, adaylığımıza karşı veto hakkını kulanmadı….

 

Değerli okurlar, ne yazık ki kazın ayağı öyle değil: AB, 8 Kasım’da açıkladığı Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB) ile baklayı ağzından çıkardı. Helsinki’den bu yana geçen 1 yıla yakın sürede, KOB’da kullanılan Kıbrıs sorununun “adil” çözümü, insan hakları, demokratikleşme, kendini ifade özgürlüğü, kültürel haklar gibi sihirli ve makyajlı kavramların ne anlama geldiğini de çeşitli vesilelerle bizlere açıkladı. Tabii, “anlayana sivrisinek misali bunları söyledi/söyletti ve yazdı/ yazdırdı.

 

Şahsen benim bunlardan çıkardığım sonuç şudur: AB, tam üyelik için (daha doğrusu bu amaçla masaya oturmak için) Türkiye’ye karşı Kopenhag kriterlerine ilaveten, 5 ayrı ek şart ileri sürüyor:

 

1.                        KKTC’nin Batı Trakya gibi bir açıkhava hapishanesi olarak Kıbrıs Rum yönetimine tabi olması (Yunanistan’ın Güneyden de Türkiye’yi fiilen ve resmen kuşatması),

2.                        Ege ve diğer sorunların da Yunanistan’ın istediği gibi çözümlenmesi (örneğin, Türkiye’yi Ege’de adeta hapsedecek 12  milin kabulü),

3.                        Güneydoğu’da otonom yönetime kadar varacak uygulamaların kabulü (Cumhuriyet’in, Atatürk mirası temel taşlarından olan üniter devlet yapısının terki),

4.                        Ermeni soykırım soytarılıklarının ve devamı muhtemel taleplerin kabulü,

5.                        Fener Rum Patrikhanesi’ne “ekümenlik” (yani papalık gibi devlet) statüsü verilmesi…

 

Şimdi bu ek şartlara altıncısını eklemenin sinsi hazırlıkları yapılıyor: Pontus’u hortlatma…

 

Ekonomik konulara sıra geldiğinde, bunlara başka ek şartların da ilavesi sürpriz olmayacaktır. Perşembenin gelişi Çarşambadan belli olmuştur.

 

Uzun sözün kısası, özü budur. AB yetkilileri ve Yunan siyasetçileri aptal değil. Elbette, bunların hepsini birden ve açık biçimde istemeyecekler, yakın dost ve AB yolunda hamimiz (!) gibi davranacaklardır. (Zehiri bile altın şamdanda sunarlar). Adım adım, sinsice ve fırsat kollayarak, türlü yöntemler kullanarak ve sihirli kavramların etkisinden yararlanarak, toplumda kafa karıştıracaklar ve özellikle medyadaki adamlarıyla herşeyi tozpembe göstererek yandaş kazanmaya çalışılacaklardır. Bütün bunları yaparken de kendilerine en az külfet gelecek şekilde hareket edeceklerdir.

 

Uyum için (kuşa döndürmüş oldukları halde) mali yardımları sürekli erteliyorlar. Yürürlüğe soksalar bile, Mali Çerçeve Tüzüğü’nün 4. Maddesi ve KOB’un 6. Maddesindeki engel hazır: “KOB’daki öncelikler yerine getirilmedikçe ödeme yapılmaz"”.. Gümrük Birliği’nin (GB) acı faturası ortadadır: İlk 5 yılda (1996-2000 dönemi) AB ile ticarette tam 56 milyar dolar açık verdik. Yani GAP’ta 36 yılda harcanmış olan paranın 3 katı ve DOKAP’a 20 yılda harcanacak paranın tamamı kadar… Bu açık AB’de yüzbinlere yeni iş sahaları açarken, Türkiye’de KOBİ’leri çökertiyor ve yüzbinleri işsizler ordusuna katıyor. Tek yanlı, üstelik Anayasa’nın 90. maddesine aykırı olarak ve ayrıca süresiz işleyen (işlemesine de hala göz yumduğumuz) GB’nin sonucu bu…

 

İşte durum budur. Türkiye ile ilişkilerinde Atina’daki kargayı kendilerine kılavuz seçen Brüksel’deki tilkiler, bu tutumları ile bindikleri dalı da kesmeye koyuluyorlar. Ne diyelim, kendi düşen ağlamaz…

 

Bu şartlar altında KOB’da değişiklik yapılsa ne yazar? Nasıl olsa burada kamufle ettikleri ya da şimdilik geri alacakları şartları ilk fırsatta yine öne sürecekler. Her yıl yayımlanacak ilerleme raporları ne güne duruyor? Avrupa Parlamentosu her fırsatta Türkiye aleyhine karar alma konusunda kendisiyle yarışıyor. “Bir bu eksikti! dedirtircesine, AB’nin PKK’yı resmen muhatap aldığı, sözde “enişte”nin mektup skandalı geçen yıl ortaya çıkmıştı. Terörist listesine azılı terörist grupların alınmamış olması bunun devamıdır. Geçen hafta İzmir’de yaşanan İsveç elçiliği kaynaklı kitap yeni bir örnektir.

 

Bu ağır şartları kabul eden varsa, buyursun AB’yi alkışlasın. Bana sorarsanız; temel özelliklerimiz ve yapımızla çağdaşlaşmaya (ve bu bağlamda ek şart içermeyen AB tam üyeliğine) sonuna kadar evet; ama (Allah korusun) Türkiye’yi Yugoslavya’laştıracak bu ek şartlarla AB’ye sonuna kadar hayır

 

Değerli okurlar, son iki yıldaki gelişmeler bu düşüncelerimizi teyid etmiyor mu, ne dersiniz?..